30 Nisan 2010

30.04.2010

Ayşegül bugün evleniyor!!!


Başka bir şey söylemeye gerek yok sanırım :)

27 Nisan 2010

evet benim köpeğim yaptı, ne var?

Korkuyorum. Acaba ben de bir gün "Ay biliyor musunuz dün işten 10'da çıktım, gece 12'de hala evden e-mail cevaplıyordum." gibi lafları iyi bir şeymiş gibi ballandıra ballandıra anlatan biri olur muyum? Bu insanlar salak mı? Ne ile övündüklerinin, ne kadar acınası bir durumda olduklarının farkında değiller mi? Bir gün birine "Bu kadar insan mesai saatlerinde halledebiliyor, herhalde sende bir sorun var!" deyivereceğim diye korkuyorum.
*
Gerçekten çok çok yoğun çalışan biri olarak söyleyebilirim ki, planlı programlı olduktan sonra haftanın beş günü, 9-6 mesai her şeyi halletmeye yetecek kadar uzun bir zaman. (Benim mesaim bundan daha uzun ama kısa olsaydı da bir şeyin değişmeyeceğine, aynı işlerin halledilebileceğine inanıyorum.) Evet çoğu zaman hiç kafamı kaldırmadan çalışıyorum, günün sonunda etrafı bir excel tablosuymuşçasına karelere bölünmüş olarak görüyorum ama son anda çıkan acil işler ya da birinden -bir türlü gelmeyen bir - bilgi almanızı gerektiren durumlar olmasa bence aslında yetişmeyecek bir şey yok. Zamanın miktarını bir düşünün. Normal mesai ile çalışanlar için haftada 40 saat, her hafta! Bir hafta boyunca 40 saatinizi ayırıp ders çalışırsanız Odtü'de verilen efsanevi Diferansiyel Denklemler (nam-ı diğer Diff) dersinden AA ile geçersiniz, garanti veriyorum. Hiçbir şirketin hallettiği iş de o denklemler kadar zor olamaz, kimse aksini söylemeye çalışmasın. Ben ortalama 50 saat çalışıyorum. Haftada iki tam günden uzun bir süre ediyor. Yıldızlı AA alınır bu durumda hakikaten.
**
Bu yüzden "Ah şu mini mini ofis kübiğinden dünyayı yönetiyorum, gece gündüz işim var" diyen kişilere uzaylı gibi bakıyorum. İşin çokluğundan, yorulmaktan şikayet etmek başka bir şey, "Ah şekerim, o bana gece 3'te mail atmış, ben de tesadüfen o saatte raporu tamamlıyordum, birden cevap yazınca şok oldu tabii." gibi hastalıklı bir cümle kurmak başka bir şey.

Bazen, hayatta kendisini işinden başka bir şeyde ispatlayamamış, bu yüzden sadece işiyle var olmaya çalışan, işini kendisi sanan insanlardan ne kadar çok olduğuna şaşırıyorum. Bence bu insanlar emekli olunca, hayattaki tüm yetkinliklerini kaybettikleri duygusuna kapılıp, bahçede oynayan çocukların topunu patlatan deli komşular oluveriyorlar.
*
Ben, bahçede oynayan çocuklara nutellalı ekmekler hazırlayıp dağıtan yaşlı teyze olmak istiyorum. Ve ayrıca köpeğimin o komşuların bahçesine kaka yapmasına da ses çıkarmayacağım.

Çok mühim bir konu danışmak istiyorum.

Ben kendime bir çift Vivienne Westwood Melissa (şekil 1a) almak için cesaretimi toplamış bulunuyorum.

Yalnız hafta sonu Kanyon'da fiyatları bana yüksek geldi.

Bugün baktım; aaa; gitti gidiyor'da var. Hem de neredeyse üçte bir fiyatına.

İstediği bir şeyi çok makul fiyata bulmuş her insan gibi ben de maden bulmuş gibi oldum. Yalnız, acaba gerçek değil midir diye de bir kurt düştü içime. Evet, sonuçta plastik bir şey ve çocuk ayakkabısına benziyor. Orijinal olsa ne olur, olmasa ne olur diyebilirsiniz. Yine de uzun süredir hayalini kurduğum bu ayakkabının üçüncü giyişimde paramparça olmasına kalbim dayanmayacak. Taklit bir şeyler giymekten de hoşlanmıyorum. Chanel taklidi olacağına Bershka olsun.
*
Gitti gidiyor'dan bir markanın böyle adı sanı belli bir ürününü aldım, bir geldi elime Perşembe Pazarı diyen var mı? Çok şahane bir LV çanta bulmuştum 20 milyona, sahte çıktı! demeyin ama lütfen!
Böylece aslının fotoğrafını koyup sahtesini gönderebiliyorlar mı?
Bu insanlığa sığar mı?
Sonra ekrandan ayakkabı fırlatsam satıcının kafasına isabet ettirebilir miyim?
*
Teşekkür.

26 Nisan 2010

what happens after you save the princess?





çok güldüm buna ben.

25 Nisan 2010

geldim gördüm yedim!


Bu sefer dönmek çok zor geldi.
*
Hem kırmızı, hem sarı meyve suyu. Hatta bir de çay.
Gibi olmuyor ama tabii her zaman hayat. Di mi patlak gözlü maymun?
*
Güzel havalar İstanbul'u iyice güzelleştirmiş.
Zuma'nın tempurası ne şahaneymiş.
Bir de bu arada, uzun süreler boyu bir daha tekila içilmeyeceği kesinleşmiş.

22 Nisan 2010

weight

- Dün "2010 yılının ilk defa çorapsız babet giyilebilen günü" oldu benim için. Bu sene bahar biraz geç mi geldi ne? Zaten Ankara'da bu geçişler çok kısa sürüyor. Muhtemelen 2 haftaya cehennem sıcakları başlar. Hava böyle olunca sabah kalkmak da normaldeki kadar süründürücü bir iş olmuyor. Hele işten çıkarken havanın aydınlık olması gerçekten paha biçilemez.

- Dün sabah arabama yürürken (toplam 15 adım atıyorum galiba) 3 tane yağmur sonrası solucanı gördüm. Ben yağmur sonrası solucanlarını çok severim. Bu seferkiler rekor boyuttaydı. Ama benim onları ortalarından bölüp iki kısmın da hareket edip etmediğini seyretmeye vaktim yok. Hatta her zaman evden aceleyle çıktığım için fotoğraflarını bile çekemedim.

- Bugün akşam İstanbul'a gidiyorum. Yaşasın 23 Nisan.

- Geçenlerde izlediğim bir filmde "Italy is too beautiful to belong only to the Italians." diyordu. Ne güzel bir söz. Sürekli aklıma geliyor.

19 Nisan 2010

joker

Hafta sonuna yakın çok kötü bir haber aldım. Daha sonra iki gün sonra bir arkadaşımın bekarlığa veda partisine katıldım. Böyle şeyler üst üste geldiği zaman insan daha iyi anlıyor aslında hayatın ne kadar geniş ve tuhaf bir Bülent Ersoy yelpazesi sallamakta olduğunu. Her şey insanlar için deniyor ya, gerçekten öyle. Koskocaman, tüllü, dantelli, rengarenk, oldukça rüküş bir yelpaze.
*
Benimiçin büyük, insanlık için küçük bir adım: Bir 20 yaş dişimi daha çektirmiş bulunuyorum. Tahmin ettiğim kadar kötü olmadı. Ya da şöyle oluyor: Çektirmeden önce o kadar çok korkuyorum ki, başıma geldiğinde "Aman bu kadar mıymış?" diyorum. Çekilen dişimi saklıyorum. Öyle tuhaf bir canavar dişi görüntüsü var ki, böyle sarmal bir kök görmemiştim daha önce. Hanım hanımcık görüntüme kimse aldanmasın, canavar dişlerim var. Nevra, dişimden kolye yaptırmamı önerdi. Afrika yerlilerinden farkım kalmaz. Kaldı 2 tane daha 20 yaş dişi. Ve bir tane implant. Ve bir tane süt dişi çekimi. Bir de bleaching. Of.
*
Şu kül bulutları, Perşembe günü yurdumun üzerinde uçakların uçmasını engellerse, İzlanda'ya meşhur yanardağla kavga etmeye gideceğim. Gitmişken de Emiliana Torrini'yi görürüm hem.

16 Nisan 2010

an itibariyle..

..twitter'da Ebru Akel'in sarf ettiği cümleleri merak eden 6,007 kişi var.

Ebru Akel kimdir, ne yapar?
Peki bir insan Ebru Akel'i neden takip eder?

Hanımefendinin aklımda kalan üç icraatı var:
*
1. Gelin-kaynana programı sunuculuğu
2. "Göz altıma hemoroid kremi sürüyorum" beyanatı
3. Sevgilisi Abdullah Oğuz'un yönetmenliğini yaptığı ve toplam izleyicisi 50 kişiye ulaşamamış bir filmde başrol oyunculuğu
*
Sanıyorum birinin Ebru Akel hayranı olması mümkün değil. Çünkü ne yaptığı, ne işle meşgul olduğu belli değil. Balerin olduğu rivayet edilmişti ama ben rol aldığı bir temsili ne gördüm ne duydum; yanlışım varsa düzeltin.
*
Ebru Akel'e bir lafım yok. Herkes twitter'da hesap açmakta özgür. Hanımefendi belki orada kendi halinde konuşuyor arkadaşlarıyla. Peki bir insan Ebru Akel'in etrafıyla ne konuştuğunu, havaya ne tip cümleler savurduğunu neden merak eder?

Bu merak duygusuna tamamen karşı değilim. Bana kalırsa Demet Akalın'ı takip etmek bile oldukça anlaşılabilir. Rezalet şarkılar söylüyor olsa da, sonuçta ülkede çok tutulan bir şarkıcı. Albümleri var, konserler veriyor, kanallarda klipleri dönüyor. "Hayran kitlesi" olması normal. Birileri seviyor ki, kadın bu kadar popüler. Aynı şekilde bir yazarın, hatta bir modelin de elbette takipçileri olacak.

Konuya "neden blog okuyoruz o zaman?" mantığı ile yaklaşmaya çalışırsak yine bir yere varamıyoruz. Çünkü, blogda özellikle birini arayıp bulmuyosunuz. Ya zaten takip ettiğiniz biri vasıtasıyla birini keşfediyor, ya da bir şekilde internetin ücra köşelerinde tanımadığınız ama hoşunuza giden birine rastlıyorsunuz. Sevdikçe takip etmeye devam ediyorsunuz. Okudukça hoşunuza gidiyor, belki Reader'a ekliyorsunuz, düzenli takipçisi oluyorsunuz. Aradaki fark: Birinde tanımadığınız birini okumaya başlayıp, onu yavaş yavaş tanımak; diğerinde ise (bir sebeple) seviyor olduğunuz birini takibe almak; ne yapıyor, ne diyor, merak etmek.

Yani biri özellikle girip arıyor Ebru Akel'i. Kim arar arkadaşlar Ebru Akel'i? :)

Demet Akalın takipçilerini ve kendimin de dahil olduğu blog okuyucularını kendime anlatmayı başardım da, Ebru Akel'i altı bin kişinin takip etmesine kendimce bir açıklama bulamadım.
*
Takipçisi olanlardan biri bir şey söylerse hakikaten mesut ve bahtiyar olacağım.

14 Nisan 2010

Heeeyt


Yeter (ulan), doymadı İstanbul film gösterimlerine.
Evet kıskanıyorum.
Program burada.
Afiş de şahane olmuş zaten.
Uyu Ankara.

13 Nisan 2010

belki de yaşlanınca taş gibi oluruz? :)

Nebahat Çehre muhtemelen 30 ya da belki 40 yıl önceki haliyle.



12 Nisan 2010

hafta sonu sırayla

Cuma iş çıkışı Günaydın'a gittik.

Doruk geldi.

Hoks'a gittik.

Cilt bakımına gittim.

Doruk bana ve kırmızı suratıma Türk kahvesi ısmarladı, Starbucks'ın minik ve üzeri renkli taşlarla kaplı muffininden aldı.

Başka film bulamadık En Mutlu Olduğum Yer'e gittik. Bir sevdik bir sevmedik. Galiba Foça olduğu için sevdik.

Mezzaluna'ya gittik. Bu sefer değişik bir şeyler yiyelim dedik. Sonunda yine gidip patlıcanlı mozzarellalı biftekli rigatoni ve robespierre pizza yedik.

MAG Mayıs yazımı yazdım.

Transamerica'yı izledim. Ayrıca, birkaç gün önce izlediğim Memories of Matsuko'dan bir ara bahsetmek isterim.

Marmelatte'ye gittik.

Doruk gitti. Hafta sonu yine bitti.

8 Nisan 2010

Garip şeyler

1. Bugün Facebook'ta Ayşegül'le 52 tane ortak arkadaşımız olduğunu gördüm, bence çok yüksek bir sayı. Şu an listemde 264 arkadaş, 42 tane bekleyen (Bende de böyle bir şey var. Reddetmiyorum da, öyle duruyor) arkadaşlık isteği var. Bence bunlar da çok yüksek sayılar. Çünkü kendimi tanıyorum. Bırak 300 kişiyi, "gerçek hayatta" iletişimde olduğum kişi sayısı 50'yi geçmez. Facebook hesabımı ilk açtığımda listemdeki kişi sayısı 200'ü bulduğunda kapatacağımı söylemiştim. Bir de boşuna laf etmiş olduk bak. Hakikaten lüzumsuz insanların davetlerini kabul etmememe rağmen böyle oldu. Sorumlu olarak çok kalabalık bir lise olan TED'i gösteriyorum. Yakın görüşmekte olduğum lise arkadaşı sayısını açıklıyorum: sıfır.
*
Neyse, Ayşegül'le 52 ortak arkadaşımızı gördüm, çok şaşırdım. Birkaç kişiye daha baktım. Tablo şöyle: (Nevra'nın Facebook'u yok)
*
Doruk: 32
Baran: 56
Gizem: 25
Mert (kardeşim): 23
Selçuk: 45
*
Ayşegül'ü geçse geçse Gizem geçer diye düşünmüştüm; Baran Gizem'i ikiye katlamış. Hem aynı liseden aynı dönem mezun ol, hem de üniversitede aynı bölümde oku, bir de okuldan sonra da beraber takılmaya devam et, tablo bu oluyor galiba.
*
2. İsveç'teki apartman dairelerini o kadar uzun süredir takip ediyorum ki, incelediğim emlak siteleri sayesinde İsveççe'yi söktüm sökeceğim. (Hem till salu=satılık ev!) O kadar ki, toplama dekorasyon bloglarında yayınlanan görüntüleri ben çoğu kez günler öncesinden görmüş oluyorum. İsveç'e gezmek için bile gitmeye merağım (merakım?) yok ama sürekli kiralık ve satılık evlere bakıyorum. Bu millet kadar şahane ev döşeyen kimse yok bence.
*
Aslında, emlak piyasasına ilgim yıllar önce filizlenmişti. Uzun süre Hürriyet Emlak'a hayatımda gitmediğim şehir isimleri yazıp evlere bakıp kafama göre bir şey çıkmayınca da kızıp kapatırdım. Sivas'ta istediğim gibi bir ev olmaması beni neden ilgilendirsin bilmiyorum. Şu an bunu yapacak vaktim olmaması iyi bir şey!
*
3. Canlı olmayan şeylerin bana çektirdiği vicdan azabı sinirimi bozuyor. Senelerce bu his yüzden Capital Radio'dan başka şey dinleyemedim. Sanki başka bir radyo dinlesem Capital Radio'ya ihanet ediyormuşum gibi gelirdi. Şimdi sabahları arabada Radyo ODTÜ - Modern Sabahlar dinliyorum. Bazı günler evden çıkarken canım bir şarkı dinlemek istemiş ve ben arabaya bindiğim sırada Radyo ODTÜ'de reklamlar varsa, i-pod'a geçmeye "hak kazanıp" rahatlıyorum. Hayat yeterince zor değilmiş gibi bir de bunlarla uğraşıyorum!
*
*


p.s: Hasan Sör'e bütün gün güldüm!

7 Nisan 2010

Nevra sürprizi yutmadığını söylüyor ama bence yuttu :)

Quick China bize alışık olduğu için sanırım duvarlara yazılar asılmasını, etrafa balonlar saçılmasını, masalara mumlu brownie'ler yerleştirilmesini pek tuhaf bulmadı. Nevra sürprizi yutmadığını iddia ediyor olabilir ama yan masadaki gençler pastanın gelmesiyle beraber büyük coşku gösterince onlara para verdiğimiz için böyle davrandıklarını kesin olarak yuttu :)


Bu da Başak'ın İstanbul'dan gönderdiği çikolata kaplı çilekler! Nevra bize göstermek için bütün gün kabından çıkarmamış :) Oturup yedik biz de yemekten önce..

6 Nisan 2010

remember remember the 6th april!

1. Bugün Nevra'nın doğum günü! İyi ki doğdun Nevraaa, iyi ki doğdun Nevraaaa!
*
Canım arkadaşım 28 yaşımda da beni yalnız bırakmadı, 2 hafta sonra beni hemen yakaladı! :) Nevra'ya doğum günü hediyesi olarak yanda görünen Rafflesia anroldii bitkisini armağan etmek istiyorum. Kendisi peyzaj mimarı olduğu için en çok buna sevinecektir. Yanındaki tip de "Çiçeği götüreceksen illa beni de götür" dedi. Biraz uyuz görünüşlü olabilir ama pırıl pırıl bir kalbi var Nevra, bak gerçekten.

*
2. MAG Nisan geldi!! Böyle bir şey söylenir mi acaba bilmiyorum ama bu seferki yazımı çok sevdim. Başkası yazmış olsa çok eğlenerek okurdum diye düşündüm. Bakalım siz de sevecek misiniz.

5 Nisan 2010

uyku

Pazar sabah 7 buçukta kalkmak da neyin nesi?

Böyle zamanlarda kendime gerçekten çok sinir oluyorum.

Zaten rahat rahat uyuyabildiğin 2 günün var, uyu işte. Gece de 2'de yatmıştım oysa ki.

Uyku ile uyanıklık arasında, daha tam ayılmamışken aklıma bir kurt düştü. Sonra kafamda kurcaladım kurcaladım, "Yat Ayşe yat, deli misin" dedim kendime, sonra dayanamadım gittim internette kurcaladım kafamdaki kurdu; gerçekten varmış kurt. Böyle yaparak ne yapmaya çalılıyorum biliyorum. Kendimi ani umutsuzluklara sürüklemek gibi zaman mekan tanımayan bir kabiliyetim var, nasıl kurtulsam bilmiyorum. Kahvaltı edince geçti ama böyle yaparak sinirimi bozmayı bırakmalıyım.
*
p.s: Cumartesi akşamı olan çok önemli olay hakkında Ayşegül izin verince yazı yazabileceğim. Günü unutmamak için bu notu düşmek zorundaydım :)

p.s2: Kim demiş Melih Gökçek sanattan anlamıyor diye? Ankara'nın her yerinde "Belediye Hizmetleri Sergisi" afişleri var.

2 Nisan 2010

smith, num num ve üç silahşörler

Susam yemiyorum ben, belki biliyorsunuzdur. Ama çalışılan uzun saatlerin gözü kör olsun! Öğle yemeğinin üzerinden 7 saat geçmişken ofise gelen simit, karnıyarık muamelesi bile görür. Burada ilginç olan ise elbette simit ve karper peynir değil, çok yaratıcı simitçimiz.

Smith house nedir ya?

Smith :)
Sipariş vermek isterseniz de numarası hazır!
Yurdum insanı temalı forward maillerine katkıda bulunabilirim.

*

*



Nevra ile sinema planımız yine şu yandaki tabloya tav olmamızla sona erdi. Hakkımızı yiyemem, Nevra'yla haftada en az bir kere sinemaya gitmeyi başarıyoruz ama aslında olaylar şu şekilde gelişmese Gordion Cinebonus'tan premimum üyelik bile alabiliriz:

Senaryo 1:

Nevra'yla gün içinde konuşuruz, "Akşam sinemaya mı gitsek?" deriz. Nevra işten, benden daha erken çıktığı için direk bizim eve gider. Ben işten çıkıp eve giderim. Nevra'yı bizim evdeki mavi kanape üzerinde kaykılmış ve üzerinde battaniyesiyle sanki 10 saattir orada yatıyormuş gibi bir halde bulurum. Annem bize ölene kadar yemek yedirir. Bir şişe şarap açarız. "Gitmesek mi?" deriz. Babam "Ohooo burada bir sürü film var, ben size daha güzelini bulurum" der. "Tamam öyle yapalım" deriz. Film izlemeyiz, şişenin dibini görürüz.
*
Senaryo 2:

Sinemaya gideceğimiz yerde buluşuruz. "Ne yiyelim?" deriz. "Girmesek de oturup içsek mi?" deriz. Öyle yaparız.
*
*


Ankara sanat yaşamıyla aramdaki bağ olan Selçuk geçen hafta Üç Silaşörler'e bileti olduğunu söylediğinde ben yine her zamanki gibi çok sevindim. Dün akşam iş çıkışı koştura koştura Opera sahnesine gittik. İlk defa bu kadar uzun süre alkışlanan bir temsil gördüm. Balerinler, baletler, dekor, kostümler her şey o kadar büyüleyiciydi ki.. En çok Dartagnan'ı sevdik. En son bale tecrübemiz olan Harem'de zaman zaman konuyu kaçırmış, tahminlerimizin birbirinden ne kadar alakasız olduğuna da biraz eğlenmiştik. Üç Silahşörler ise başından sonuna çok rahat takip ettiğiniz, çok eğlenerek izlediğiniz bir gösteri. Ankara'dakilerin kaçırmamasını tavsiye ediyorum. Küçücük Ankara Opera sahnesinde böyle görkemli olabiliyorsa, mesela o şahane sahnelerde sergilenen Rus baleleri insanı nasıl hipnotize ediyordur acaba?
*
Bu akşam Baranlarla Hoks'a yemeğe gidiyoruz. Bu hafta çok yoruldum. Hafta sonu dinleneceğim. Planımı uygulamaya Hoks'a giderek başlıyorum, evet.