31 Mayıs 2010

Gizem'in doğum günü!


Cuma akşam Gizem'in doğum gününü kutladık. Böylece hepimiz 28 olmuş olduk, vatana millete hayırlı olsun. Komşu'da yine her zamanki gibi yedik-içtik-dans ettik. Komşu artık dışarıya da masa atmış, oldukça güzel olmuş. Fotoğraftaki de Ati'nin Gizem için yaptırdığı pikaplı muhteşem pasta! İyi ki doğdun Gizemm!

28 Mayıs 2010

my rollercoaster

..and that's important
because i need to travel
i've had this itchin in my shoes since i was just a little kid
and before i had a mini van
i road the greyhound bus
my mom would say
"i hope some day you get paid for being kimya dawson"



life is a highway and i'm gonna ride it
every day's a winding road yeah
my rollercoaster's got the biggest ups and downs
as long as it keeps goin' round its unbelievable

Şehirde yaz

"Şehirde Yaz" aslında Haziran ayı MAG yazımın konusu. Birden, yazın tamamını şehirde ve aynı tempoda çalışarak geçirecek olan biri olarak bu mevsimin gelişine sevinmemin çok salakça olduğunu fark ettim. Tamam yaz güzel de, bana mı güzel? Yazı bunun üzerine dönüyor.
*Neyse, depresyona girmiyoruz. Temmuz başına kadar şehirde pineklerken yapabileceğimiz şeyleri listeleyip mutlu olmaya çalışıyoruz:
*30 Mayıs Pazar
SENFONİ
Yale Senfoni Orkestrası @ BSO
Saat: 19:00
*
31 Mayıs Pazartesi
OPERA
Aida @ Cinebonus Panora
Saat: 21:00
*
4 Haziran Cuma
SİNEMA
Sex and the City 2
*
11 Haziran Cuma
TİYATRO
Hamlet @ Öteki Tiyatro
Saat: 20:00
*01 Temmuz Perşembe
OPERA - Canlı yayın
Maça Kızı @ Cinebonus Panora
Saat: 21:00
*
6 Temmuz Salı
KONSER
Pink Martini @ ODTÜ Vişnelik
Saat: 21:00

*

Şahane denk getirilmiş 21 Haziran Pazartesi Can ve 25 Haziran Cuma Şafak'ın düğünleri için İstanbul'a gideceğim. Aynı hafta içinde 2 ayrı düğün, hem de İstanbul'da. O hafta tümüyle izin mi alsam, gidip mi gelsem, nasıl olacak bu işler bilemiyorum. Gitmişken Botero sergisini de gezsem.. David Lynch'i de kaçırdık şaka maka..

27 Mayıs 2010

New York'ta Beş Minare



İlk önce gerçek mi, şaka mı anlayamadım ama gerçekmiş.

*
Mahsun Kırmızıgül'ün yönettiği New York'ta Beş Minare'nin afişi komik - sanki dejeneratör ya da bobiler işi gibi. O kadar uzun minare mi olur, Empire State kadar?-, fragmanı klişeler barındırsa da ümit verici, resmi sitesi ise henüz yok.

*
Haluk Bilginer ve Ali Sürmeli her şeye gidiyor ama kadronun sürprizi Mustafa Sandal. (Mustafa Sandal'ın imdb sayfasında -evet var öyle bir şey- İngilizce, İtalyanca ve Fransızca konuştuğu yazıyor. Vuu!)

*

Gösterim Kasım 2010'muş. Hadi hayırlısı.

26 Mayıs 2010

Madem ki bitti..


..artık Lost'a gönül rahatlığıyla kaldığım yerden devam edebilirim. Ben sonu gelmeyecek diye düşünüyordum. Akıbeti iyi mi oldu kötü mü bilmiyorum ama bir şekilde bir sona bağlandı ya, artık içim rahat!
*
Sonu hakkında spoiler niteliği taşıyabilecek hiçbir şeyi okumadım, böyle bir şey sezdiğim anda sayfayı kapatıyorum. O yüzden finalin nasıl bağlandığı, olayların toplarlanıp toplarlanmadığı, izleyicilerin tatmin olup olmadığı hakkında da bir fikrim yok. (Olsun da istemiyorum). Ben en son bıraktığımda pek toplarlanacak gibi değildi. Aile halkı da evde harıl harıl Lost izlediği için çok dikkatli davranmak zorundayım. Ki dün akşam gözüm takıldığında, ekrandaki kimseyi tanımadığımı fark ettim. (Olayların iyice çorba olmuş olma ihtimalini arttırıcı bilgi.)
*
Şimdi tekrar başlıyorum. Sanırım hatırlamak için 3. sezonun başından almalıyım. Sadece o zamana kadar kulaklarımı kapalı tutmayı nasıl becereceğimi bilmiyorum.
*
Müjdeler olsun, havaların ısınmasıyla panikten spora başlayan patates çuvalı sürüsünün bir bireyi olarak, haftanın üç günü 1'er saatlik koşu programımda ne seyredeceğim de belli olmuş oldu. Çünkü 1 saat spor yapmak zor bir şey. Film koyunca yarısında kalıyor. Sonra terli terli oturup bitene kadar seyrediyorum. 45 dakikalık Lost bölümleri benim çok işime yarayacak. Amin.

25 Mayıs 2010

oooo tonight

*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*

oooo tomorrow

ODTÜ Vişnelik Çim Amfi'de güzel bir gece var. Saat 5'te 90'lar pop ile başlayıp, eski kırkbeşlikler ve Hangover film gösterimi ile devam edecek. Aslında gidilse harika olacak bir etkinlik ama şu an sağanak yağış var. O çimler kesin kurumaz, nasıl bilet alalım şimdiden? Gamlı Baykuş Ayşe, Ankara etkinliklerinin son durumunu bildirdi.

24 Mayıs 2010

Hilmi Bey Ankara'da!


Ben hiçbir şarkısını duymadım ama Hilmi Bey meğer şarkıcıymış.
*
Geçen hafta yolda tesadüfen bu afişi görünce şaşırdım. Artık her cumartesi Mesa Salata'da Hilmi Bey var. Ben kendisinden biraz korkuyorum (bkz. Diziler ile gerçek hayatı ayırt edemeyen televizyon izleyicisi. bkz.2. Ne kadar başarılı bir insan kendisi, gerçekten korkuyorum); o yüzden muhtemelen sesini ve sahnesini merak edip de kendisini dinlemeye gidenlerden olmayacağım. Yine de o sahnede olup biteni içten içe merak etmediğimi söyleyemem.
*
Duyduğuma göre yıllardır şarkı söylemesine rağmen fark edilmesini sağlayan kişi olduğu için, çıkardığı albümün kapağına "Hilmi Bey'e teşekkürler" diye bir not yazmış. Hoş olmuş bence :)


..

Bir belediye düşünün ki, muhalefet partisinin yeni başkanının adını taşıyan internet adresini satın alıp, kendine yönlendiriyor. Bunu yapsa yapsa kim yapar? Bildiniz! Elbette Melih Gökçek! Kilicdaroglu.com adresi sizi Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin sitesine götürüyor! Saçmalığın bu kadarı!

*


Foto: CHP Ankara İl Gençlik Kolları'nın Ankara'da Eskişehir yolu Armada AVM karşısında senelerdir bir savaş alanını andıran, ne olduğuna, inşaatının neden bir türlü bitmediğine kimsenin aklının ermediği yeşil demir yığınının üzerine astığı yazı.

21 Mayıs 2010

freitag

Salı akşam Gökşin'in askerden dönüşü şerefine yaptığımız Çandarlı gecesi her zamanki hikayelere yüz milyonuncu kez kahkahalarla gülerek geçti. Her buluşmada anlatılan belli hikayeler var. Bir kısmı o kadar eski ki, hayal meyal hatırlıyorum. Yine de her seferinde etkisi aynı oluyor, çok enteresan! Bir de bir arada olunca gürültünün sınırlarını zorluyoruz. Her gittiğimiz yerde rezil oluyoruz, (yaş ortalamamız 29-30 olmalı). Mesela bir önceki fazla eğlenmeli gecemiz sonucu artık Vakıfbank lokaline gidemiyoruz, çünkü yüzümüz yok! Bir dahaki buluşma için kesinlikle Hoks gibi ev bellediğimiz bir yeri seçmemeli, gözden çıkarılması etki etmeyecek bir yere gitmeliyiz. Kendime not.
*
Cermodern'e gitmek istiyorum. Cumartesi olabilir mi acaba?
*
Bir de günün sürprizi: Ayaklarım küçülmüş. Bildiğin 35 olmuş. Boyum da kısalır diye korkuyorum.

18 Mayıs 2010

quattro


Blogumun (2 ay önce dolan!) 4. yaşını kutlamayı unuttuğumu şimdi fark ettim.

İyi ki varsın blog. Seni seviyorum.

17 Mayıs 2010

pazar akşamı

1. MAG Beauty çıktı! Ben bu işlerden anlamam, ne yazsam ne yazsam diye düşünürken konuya farklı bir şekilde yaklaşmaya karar verdim. "Güzellik aslında bir moda akımı mı?" başlıklı bir yazı yazdım. Yazıdan güzellik önerisi beklemeyin ama dergide bol bol incelenecek şey var!

*
2. Deniz Baykal ile komşu sayılırız. Malum konudan beri oturduğu sitenin önü günlerdir sabah akşam inanılmaz kalabalık. Çadır kurmuş bir grup bile var. Haliye birçok canlı yayın aracı da orada. Baştan başa geçmesi 5 dakikayı bulmayan mahallemden 10 dakikada çıkamaz oldum. Cumartesi günü de Deniz Baykal'ın evine çok kalabalık bir yürüyüş yapıldı. Oturduğum muhit tarihinin en kalabalık günlerini yaşıyor.
*
3. Robin Hood çok dandikti. Daha önce 500 tane benzerini izlediğimiz bir film olmuş. Bunun aksine bunca yıl neden yolumun kesişmediğini bilmediğim "An American Rhapsody"ye bayıldım, hatta ertesi gün bir de annemlerle seyrettim. Suzi rolündeki küçük kız öyle başarılıydı ki, bu filmden sonra başka hiçbir yerde görünmemiş olması çok üzücü. Bir de Chloe var. O biraz sinirimi bozdu, enteresan bir filmmiş, iyi mi kötü mü karar veremedim. Ama şu Julianne Moore ne güzel bir kadın. Hem A Single Man'de hem de Chloe'de yine hayran kaldım. '60 doğumluymuş kendisi, ben daha genç sanıyordum. Maşallah diyorum. Hatta Chloe'deki çıplak sahneyi gördükten sonra 41 kere maşallah diyorum.
*
ayrıca: Mars yetkililerine Cinebonus'larla ilgili bir öneride bulunmak istiyorum. Eğer bu sinemalardan birinde tuvalete girdiyseniz, klozetin üzerine yerleştirilmiş ekran ve ekranı izleyebilmenizi sağlayan, kapıların arkalarına yerleştirilmiş aynaları görmüşsünüzdür.İlk gördüğümde "Vaay süper fikir!" dediysem de altyazıların belirmesiyle fikrim değişti. Tersten altyazı okumak çok zor. İkili ayna sistemi ile bu problem çözülebilir :)
*
4. Etsy'de beğendiğim sushili küpeler Claire's karşıma çıkıverdi. Yuppi sushili küpem var.
*
Haydi iyi haftalar. Hem bu hafta Çarşamba tatil. Çandarlı'yı çok özledim. Denize girmek istiyorum. Yaz depresyonu hello.

14 Mayıs 2010

yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır. (durum pek iyi değil galiba o zaman!)

Ben bu yastığa bayıldım ve tüm imkanlarımı seferber ederek bir tane imal etmek istiyorum.

Nevra sanki çok anlarmış gibi Dikiş makinesi lazım buna! dedi.

Nevra'nın annesi Alev Teyze ve ablası Esra, tıkır tıkır dikiş dikiyorlar. Öyle böyle değil. Elbiseler, perdeler, yatak örtüleri.. Nevra'nın daha önce tavla, örgü, yemek yapma gibi birçok alanda gördüğümüz Aman ne uğraşıcam! tavrı elbette dikiş konusunda da geçerli. Sevgili arkadaşımın dikişle alakası Alev Teyze'nin yaptıklarına öyle yapsanız daha iyi, şöyle yapın gibi yorumlar yapmak ve gerektiğinde kendisine en şahane şeyleri diktirtmek ile sınırlıdır. Bu yüzden onun dikiş makinası çıkışına aldırmıyor, gidip kendime peti bör rengi ince polar kumaşı ve kalın iplik (?) ve içine doldurmak için elyaf alıyor ve evde devasa peti bör imalatına başlıyorum.
*
Baktım olmuyor, Alev Teyze'yi arıyorum. Nevra'ya çaktırmadan şu işi bir halletsek diyor ve imalatı şike ile tamamlıyorum. Şahane plan!

13 Mayıs 2010

la scuola

Duman konseri eğlenceliydi. Zaten sanırım ne olursa olsun eğlenecektim çünkü şenliğe gideceğim için bütün gün boyu mutluydum. Demek ki bu zamanla azalmıyor. Mezun olalı 5 sene oldu, hala heyecanlanıyorum. Saat anca 8'de okula girebilmiş olmama rağmen, ODTÜ Şenlikleri 2010'dan ilk anılarım şu şekilde:
*
- Şenlik konser programı vasatın üzerine çıkamıyor. Duman ve Yeni Türkü gibi vefalı ODTÜ grupları haricinde bir tane bile "Yaşasınn!" denecek grup olmuyor programda ki bu sene Yeni Türkü de yok. Yanı başımızdaki Hacettepe her seneki gibi harika işler yapmaya devam ediyor. Cuma akşamı MFÖ var, oraya gideceğiz, çünkü kendi okulumuzda Leman Sam var. Allah aşkına hala Leman Sam dinleyen biri var mı şu dünyada?
*
-Aldığımız iki şişe şarabı arabada stepnenin durduğu gizli bölüme sakladık. Arabaları çılgınca aradıklarını duydum ama sonra ne oldu? Daha giriş kapısındaki konvoya varmadan kapıdaki amca bana kimlik bile vermeden geç işareti yaptı. Kimse arabamı durdurmadı, aramadı. "Ne var bunda?" diyebilirsiniz. Muhtemelen (bir mezun olarak bile) ODTÜ'ye girmenin Pentagon'a girmekten daha zor olduğunu bilmeyen birisiniz. Arabadan inmeme bile gerek kalmadı. Nevra kapıdan geçtiğimiz sırada diplomamı havaya kaldırdığını söylüyor. (Evet hala mezun kartım olmadığı için şenliklere yanımda diploma götürmeye devam ediyorum.) İşe yarayan ne oldu bilmiyorum ama giriş kısmını hakikaten rüyamda görsem inanmayacağım kadar kolay atlattık.
*
-Quick China şenlik için ODTÜ'ye stand açmış. Bu enteresan bir olaydı. ODTÜ'de şenliklerde daha önce herhangi bir markanın standını görmemiştim. Genelde gündüz saatlerinde ev yapımı mercimek köftesi, kısır vb ve akşam konserden önce köfte-ekmek ve döner görmeye alışığız. Quick China standının önünde upuzun bir sıra vardı, tam neler satıldığını göremedim. Biz ıslak hamburger yedik. Fiyatı 2 TL idi.
*
-İçkileri stadyuma sokmak ayrı bir macera. Çünkü güvenlik stadyum girişinde çantaları arıyor. Önceden birileri giriyor, siz de çitlerin üzerinden içkinizi onlara uzatıp, daha sonra elinizi kolunuzu sallayarak giriyorsunuz. Bu sırada güvenliğe yakalanmıyorsunuz tabii. Biz iki şişe şarabı bu yöntemle içeri soktuk. Birazcık stresli oldu, neredeyse yakalanıyorduk ama yakalayınca ne yapıyorlar onu da bilmiyorum. Çantamdaki tirbüşonu bulsalar ne diyeceklerdi ya da ben ne diyecektim onu da bilmiyorum.
*
-Ayşegül artık evli bir insan olduğu ve aile yemeğine katılması gerektiği için konsere gelemedi. Bu da Ayşegül'ün evli olduğunu ve hayatımızın eskisi gibi olamayacağını idrak edişim oldu.
*
-Kardeşim Mert de benimle birlikte konsere geldi. Mert benimle pek takılmaz. Kendisi ailenin "cool" kişisidir. Arkadaşlarımla ilk defa bu kadar uzun vakit geçirdi. Gecenin sonunda "Çok eğlencelilermiş, ben artık seninle daha çok takılıcam." dedi, dünyalar benim oldu. Hatta evde annemlere geceyi anlatırken, arkadaşlarımın bazılarının "evli olmalarına rağmen (Didem bu sizsiniz herhalde!) eğlenceli" olduklarını söyledi :) Bana da aynen böyle gelirdi eskiden!
*
-Konser sırasında stadın arkasında bir grup pankart açıp meşaleler yaktı. Ben de Mert'e "Bak bir şeyleri protesto ediyorlar. Şenlik zamanı mutlaka olur bu gösterilerden..." diye anlatıyordum ki pankartı açan grup "ODTÜ'lü Kartallar" çıktı.
*
-Bir ara yanımıza biri kız, biri erkek iki genç geldi, sigara istediler. Tam sigaraları verecekken kafamızın da oldukça iyi olmasının etkisiyle çocukları "Siz öğrenci misiniz şimdi, ne şanslısınız, hangi bölümdesiniz?" diye soru yağmuruna tuttuk. Sorgumuz sonucu gençlerin ODTÜ ile hiçbir alakaları olmadığını, hatta lise öğrencisi olduklarını öğrendik. Yine kafamızın iyi olması sebebiyle (yoksa çok aklı başındayızdır, biliyorsunuz) 10 kişi, 2 zavallıcığı rahat bırakmayıp "Sizce biz kaç yaşında gösteriyoruz?" diye sıkıştırdık. Sigaralarını alıp gitme derdinde görünmeyen gençler kafalarına göre sen 21, sen 30, sen 26 diye saydıkça da çok eğlendik. Sonra sigaralarını alıp gittiler. (Lise çocuklarına sigara veriyoruz evet, kötü insanlarız.)
*
-Fotoğraf makinemin şarjı üstteki fotoğrafı çekmemle bitti. Gün boyu o kadar şanslı olmamın sonunda böyle bir şey olacağı belliydi :)
*
Şenliğin ilk günüyle ilgili anılarım bu kadar!
Şimdi okuldan haberler bülteni.

-Geçtiğimiz günlerde Doruk'la okulda yürüyüş yaparken ODTÜ Mühendislik Günleri'nin çeşitli yerlere asılmış ilanlarından bir tanesine takıldım. "Dünyayı ve içindekileri hiçe sayan şirketler değil "iyi" olan kazansın" yazıyordu. Tamam, tabi dediğin gibi olsun da, üzülerek söylemeliyim ki, siz mühendis olunca olmuyor o dediğiniz ne yazık ki sevgili mühendis adayları. Ben oldum, oradan biliyorum. Bir şeyin değişmediğini gidip Mühendislik Günleri'nde açıklasam mı diyorum. Eğer ki beyin göçünün bir ferdi olmazlarsa, muhtemelen üniversitenin herhangi bir diğer bölümünün mezunları gibi, peşine düşecekleri işin, uluslararası, daha çok kazanabilecekleri ve muhtemelen "kendinden ve karlılığından başka her şeyi hiçe sayan" bir firmada olacağını, ne yazık ki okuldan çıktıktan sonra böyle düşünmeseler bile sistemin bir şekilde insanı bu yola ittiğini (bunu yapmayanlara en içten tebriklerimi sunarım) söylemek isterdim. Tabi küçük bir kısım insanı ayrı tutmak gerek. Tüm o sonrada edinilmiş amaçlar ve hırslardan, bizim doğrularımızla alakası olmayan şeyleri tek yolmuş gibi önümüze koyan sosyal baskıdan sıyrılıp idealleri doğrultusunda hareket edenler yok değil ama ne yazık ki yok denecek kadar da az. Genel olarak mühendis olunca bir işletme mezunundan farklı bir şey yapmıyor, yine çarkın bir parçası oluyorsunuz. Ama ben hala dünyayı değiştirebileceğine dair umutlar taşıyan insanlara hayranım. Ben umudumu bir süre önce kaybettim.
*
-Yine geçtiğimiz günlerde Nevra'yla ODTÜ'den 4 TL'ye fotoğraftaki yüzükleri aldık. Nevra'ya mesleği sebebiyle bir ağaç, bana da fiyonk. Yıkayınca rengi akıyor. Ben de yıkamıyorum :)


Amma yazmışım. Buraya kadar gelebilenleri tebrik ediyorum.








11 Mayıs 2010

ağlama duvarı

MAG yazımı geciktirdim. Dedim ya, dağınık oldum ben artık. Eski halimin yerinde yeller esiyor. Hemen toplarlanmak istiyorum. Buraya da ne zamandır yazamadım. Gün 24 saatten uzun olsun. O olmayacaksa, bari iş 10 saatten kısa olsun.
*
Hiçbir şeye yetişemiyorum. Aptalca bir kıstas gibi görünebilir gözünüze ama ben 10 yıldır ojesiz gezmem. Oje sürecek vakit bile yok. Önemli olan oje sürmenin hayatımdaki çok mühim yeri değil, çok kısa süren rutin bir işe bile zaman ayıramıyor oluşum. (Ama Fındıkkıran'a gittim. Sürekli böyle fedakarlıklar yapmak zorundayım. Ya Fındıkkıran, ya oje.) Her şeyi birden nasıl beceriyor şu insanlar? Aslında kadınlar?
*
Ben aynı gün içinde
*
-10 saat işte olmayı,
-Duş alıp saçlarımı yapmayı,
-Oje sürmeyi,
-Film izlemeyi,
-Kitap okumayı,
-Para çekmeyi,
-7 saat uyumayı

neden beceremiyorum? Bende mi bir tuhaflık var? Herkes bunu beceriyor, bir ben mi beceremiyorum? Bir de spora gidiyor insanlar üstüne üstlük, bundan bahsetmiyorum bile. Sanki askeri düzen dakikliğiyle hareket etsem bile bir türlü istediğim zamanı yaratamıyorum kendime.
*
Günlerdir film seyredemedim. Beni en çok mutlu eden şeylerden biri bu oysa ki. Listeler yapıp neredeyse 6-7 film seyrediyordum her hafta. Şimdi mümkün değil. Ki bir de yemek yapmam, çocuk bakmam, bulaşık yıkamam, ütü yapmam gerekseydi herhalde 4 saat uyumam gerekecekti. Şimdi bile 7 saat uyumayı beceremiyorum. Hal böyle olunca insan ilk neden (neyden?) fedakarlık yapacağını seçmek zorunda kalıyor. Mesela ben eskiden nasıl zevkle yemek yapardım, hatırlıyor musunuz? O kursa nasıl hevesle gidiyordum? En son neye elimi sürdüm, ne zaman yeni bir şey denedim mutfakta hatırlamıyorum bile. Yemek gitti, filmler gitti, ojeler yolda, yakında yıkanmayı bırakacağım herhalde. Anlamıyorum ki, herkesin işi var, ben neden hayata yetişemiyorum?
*
Böyle mızırdanınca kendime de kızıyorum ama çok bunaldım bu ara. İmdat diye bağırıvereceğim. Neyse konu değiştirelim.
*
Çok şükür Anneler Günü bitti. Televizyonda o reklamları görmeye tahammülüm yok. Duygu sömürüsünün en fenası bu olsa gerek. Annesi olmayan ne yapsın, insanları ne kadar üzebileceklerinin farkında değiller mi? Bir şey sansürlenecek olsa, işte o budur bence. Çok şükür bir sene daha yok o reklamlar.
*
ODTÜ Şenlikleri oldukça vasat. Çarşamba akşam Duman'a gideceğiz, Perşembe de herhalde Sulukule'ye. Nazan Öncel sevenler de var, ben nedense kendisini pek sevmem, konsere gideceğimi sanmıyorum. Yarın okula gidince şu şahane ruh halim ne olacak acaba? Neydim ne oldum nokta kom.
*
Bir de şunu görmenizi isterim. Ankara'da Gazi Osman Paşa tabelasını Tosun Paşa'ya çevirmişler. Baya güldüm ben.

7 Mayıs 2010

praline

Mutfağa baaak! Hem bembeyaz, hem kocaman. Yine İsveç, elbette İsveç. Mutfağa yatak atıp orada yaşama trendi başlatacağım. Bu İsveç gerçekten bu kadar güneşli olabilir mi ya? Biri bizi kandırıyor mu yoksa?
*
Artık yoğunluktan bir ajandam bile yok. Bu, hayatımda ajandamın olmadığı ilk ve tek dönem. Planım programım gözümün önünde olmayınca kendimi sersem gibi hissediyorum ama artık kafamdaki planı programı, hatta gidip marketten alınması gerekeni ajandaya yazacak vaktim bile yok. İş ajandasından bahsetmiyorum. İşte ajanda tutmazsam kafayı yemem iki günü bulmaz muhtemelen. Benim hep kendime ait bir ajandam oldu. Özel günler, yapılacaklar, alınacaklar, filmler, kitaplar, listeler, listeler. Artık hiçbiri yok. Haliyle kendimi sürekli sersem gibi hissediyorum. Sürekli bir şey yapmam gerekiyormuş hissi var. Aslında yok yapmam gereken bir şey.. Çünkü zaten zaman yok. Nereye kadar? Bilen yok.
*
Geçen gün birisi çıkışımı kapatacak şekilde arabamın arkasına park etmiş. Bu yüzden ilk defa sokak ortasında kavga ettim. Elim kornaya basılı halde 10 dakika geçirdikten sonra salına salına karşıdan gelmekte olan, yaşıtım görünen karşı cinsime, delirmiş halde: "Ben mecbur muyum sizi burada 20 dakika beklemeye? Salak mıyız da park yeri arıyoruz biz, sizin gibi düşüncesizler gelip kapatsın diye? Siz daha böyle toplum içinde yaşamanın gereklerini yerine getirmeyin, inşallah birisi bir gün benden akıllı çıkar da arabanıza vura vura çıkar." diye çemkirdim. Ruhsuz kazma bana ne dese beğenirsiniz? "Abartmayın 20 dakika olmadı." Ben de haliyle bu cevabın üzerine "5 dakikaya bile hakkınız yok. Benim hastam ya da acil işim olabilir ama sizin böyle bir şeyi akıl edemeyeceğiniz zaten çok belli" deyip arabama bindim. Bütün gün bu olay aklıma geldikçe de sinirlenip durdum. Öküz. Geçtiğimiz günlerde sokaktaki çocuklara nutellalı ekmekler dağıtan teyze olmak istediğimi söylemiştim ya, galiba top patlatabilecek bir tarafım da var.
*
Defne Samyeli televizyonda yeni bir program yapmaya başlamış. Adı "Defne Herşey Bambaşka". Sen git 10 yıl boyunca televizyonda haber spikerliği yap, sonra programının adını "Herşey" diye yaz. Ben çok hayret ediyorum böyle şeylere. Bir insan kendi kendine bir şeyler yazarken böyle bir yanlışlık olabilir, çok doğal. Ama bu bir televizyon programı, kim bilir kaç kişilik ekip var orada. Bir Allah'ın kulunun gözüne batmıyor. Yuh.

5 Mayıs 2010

Şehrin o tarafındaki binaların güzelliği tartışılamaz.. Ama ben yine de bu gerçeği, İbni Sina hastanesinin penceresinden bir kez daha tecrübe etmeyi istemiyorum.

İki günde iki doktor. Biri annem, biri babam için. Böyle şeyler üstüste gelip hemencecik aradan mı çıksın, yoksa "teker teker gelin lan erkekseniz" mi? Bilmiyorum ama bugün nefes aldım.

Bir şey yok; iyiyiz.

Güzel şeyleri uzun uzun anlatmayı ne kadar seviyorsam, sıkıntılı şeyleri de anlatmamayı o kadar seviyorum. Belki de bu yüzden insanlar sanıyor ki ben dağlarda koşturan Heidi'den farksızım. Sansınlar, ne yapayım. Bu olaylar daha iyi gösteriyor zaten, kim ne halt ederse etsin sadece kendine hesap veriyor. Şu ana kadar yaptığım her şeyin hesabını verebilecek miyim kendime diye sordum ben de bugün.

Bugün Hıdırellez. Artık sizinle ilişkimiz 20 yıllık evliliğe benzedi o yüzden birkaç yıl önce Madrid sokaklarında Shirley ile dileklerimizi bağlayabilmek için pijamalarla gül ağacı arama maceramızı da anlatmama gerek yok. Napalım, benim de Hıdırellez'le ilgili tek maceram bu. Gerçi şu ana kadar ne dilediysem olması bile macera sayılır. Zaten ben hep aynı şeyleri diliyorum.

Bahçemizde gül ağacı var. Eve dönünce kağıda yazacaklarım belli.

3 Mayıs 2010

MAG Mayıs bu sinemada!!