29 Nisan 2007

Pavane

Efendim blog aleminin nelere kadir olduğunu görmek, anlamak, sevinmek ve üzülmekle meşgul olduğum sürecin büyük kısmını Tv, gazete, internet, dergi ve telefon başında gelişme takip ederek geçirmiş bulunuyorum. Bu dünyaya sadece tek bir konudan anlama yetisiyle bırakılmış olan kişiler varmış. Sanıyorum onlar, tv izlemek, ya da ne bileyim yemek yiyebilmek gibi kabiliyetlere sahipler "sadece". Aklım erdiğinden beri dünyada ne olup bitiyor, lezzetli yemek yemek için ne yapmak ve nereye gitmek gerekiyor, Avrupa sinemasında neler olup bitiyor ilgilenebiliyorum. Kitap okuyorum gözlerim kapanana dek, fındık kabuğunda yaşıyor gibi hissedip, başka dünyaları keşfetmek istiyor ve arkadaşlarımla lüzümsüz gevezelikler yapıyorum. Ve inanabiliyor musunuz aynı anda bir bünyede toplanıyor bunlar!!

"Vay be!" dediğinizi duyar gibiyim!! Belki de "Ne var ki yahu bunda?" diyorsunuzdur, o zaman elime mum dikin, çünkü buna şaşıranlar var. Onlara yakın zamanda kapasitelerini genişletmek için kendilerini zorlamalarını tavsiye ediyorum. Şanslılarsa fark edeceklerdir ki, aslında 2 ya da daha çok konu hakkında bir şeyler bilmek çok da imkansız değildir. Daha önce yemek hakkında yazmamış olsam, tamamen aynı kişi olarak siyaset hakkında bir blog açıp sadece o konu hakkında yazıyor olsam, daha çok kaale alınacak olma fikri, kaale alınacağım kitleyi benim kaale almamam yüzünden sadece bir teori olarak kalıyor. Bu arkadaşlara iyi şanslar dedikten sonra, bir süredir hakkında yazmak için sabırsızlandığım bir konuya geçmek istiyorum.

Konuya gayet ukalaca bir giriş yapma isteği var içimde, kendimi Müjde Ar'ı keşfetmiş gazinocular kralı gibi hissediyorum! Ekşisözlük'te hakkında sadece 5 entry görünce çok şaşırdım, bunu paylaşmak lazım o zaman dedim.

Konumuz Sebastian Koch. Almanca bilgimin ve ilgimin ortaokuldaki 2 seneyle sınırlı olması nedeniyle soyadının nasıl telafuz edileceğini bilmiyorum. Beyefendi hakkında Koç gibi koç! deyip de sonrada "Koh" olarak okunduğunu duymak istemediğimden "Koç gibi maşallah!" kısmını kendime saklıyorum!

İlk tanışmamız birkaç ay evvel "Das Leben der Anderen"i seyredip (bakalım ne demişiz önceden), Georg Dreyman karakterine hayran kalmamızla oldu. Daha sonra geçen hafta "Zwartboek"te General Müntze karakteriyle tekrar karşımıza çıkması sayesinde kalbimizdeki yerini pekiştirmekle kalmadı, George Clooney ve tayfasının yanında hemen yerini aldı.

Aslında 62 doğumlu olması sebebiyle Sebastian amca diye hitap etmem gerekse de, ben gazinocular kralı olduğum için buna gerek duymuyorum, bizim Sebastian işte, resmiyete ne gerek var! :)

IMDB sayesinde kariyerinin daha çok televizyon üzerine seyrettiğini üzüntüyle öğrendim. Son ataklarıyla ve artık zaten ilerleyen yaş itibariyle, sinemada hak ettiği kaliteli şöhrete ulaşmasının vaktinin çoktan geldiğini düşünüyorum.

Zwartboek-Kara Kitap sanırım hala gösterimde. 2006 Hollanda en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi kadın oyuncu ödüllerini almış. Ayrıca Hollanda'dan 2007 en iyi yabancı film oskarı adayı olmuş, aday olarak kalmış, ama en iyi yabancı film oskarını Das Leben Der Anderen-Başkalarının Hayatı'nın alması sebebiyle Sebastian, aslında bir taşla kaç kuş vurduğunu, gelen teklifler sayesinde bir tek kendisi biliyordur.

Zwartboek, Carice van Houten, namı diğer Ellis hanımın bütün film manken vücuduyla arz-ı endam etmesi sebebiyle aslında asla seyretmekten bıkmadığım 2. Dünya Savaşı üzerine filmler arasında konunun ciddiyetini yansıtması bakımından en başarılı bulduklarımdan biri olamadı, ama kurguyu bir tarafa bırakırsak, oyuncuların performansının tavana vurduğu bir yapım olduğu da bir gerçek. Ben sevdim. Hem de çok. Yahudilerin 2. Dünya Savaşı sırasında maruz kaldıkları insanlık ayıbını gördükçe de, her seferinde kendi geçmişlerine bu kadar sahip çıkan bir topluluğun şimdi İsrail olarak yaptıklarını anlamakta daha da büyük zorluk çekiyorum.

Zwartboek'i seyredin. Daha önce seyretmediyseniz Das Leben der Anderen'i de seyredin.
Benden duymuş olmayın, 8 Haziran'da gösterime girecek Ocean's Thirteen. Al Pacino'yu 13.eleman olarak gruba alarak, "Bunlar da abarttı Ocean's Thirteen diye" söylenmemi engellemişlerdir. Al Pacino, George Clooney, Brad Pitt, Matt Damon, Andy Garcia.. Amerikan sinemasından haz etmiyoruz ama buna direnecek kadar da değil!

Danny Ocean'a önerim, madem ki thirteen'e kadar çıkıldı, bir fourteen de düşünülüyorsa, gruba biraz da "multi-national"lık katıp, Sebastian Koch'u kadroya almalarıdır.
Ve sen ben değirmenlere karşı,
bile bile birer yitik savaşçı,
akarız dereler gibi denizlere..
Belki de en güzeli böyle..

12 yorum:

Adsız dedi ki...

Alttaki yazına istinaden soruyorum: İstanbul mitingine gittin mi?
Benim annem, babam ve kardeşim gittiler.

Adsız dedi ki...

Merhaba Ayse..."Das Leben der Anderen" filmini ben de cok severek izledim...Madem bu kadar yazmissin burada da belirtmeden edemedim...Bu senenin en etkileyici filmlerinden biriydi bence...Bu hafta icinde gidip Kara Kitap'i da gorecegim...Su klasik Hollywood yapimlarindan sonra bu filmler acayip iyi geliyor:))

daphnevega dedi ki...

anonymous,
Ankara'da bulunmam gerektiği için gidemedim ama 14 Nisan'da Tandoğan'daydım, keşke İstanbul'da da olabilseydim. TV'de göründüğü kadarıyla Ankara'dan daha kalabalıktı. Umuyorum ailenin ve bizim gibi Türkiye'nin geleceğinden endişeli olan herkesin bu gayretleri ulaşması gereken yerlere ulaşıyordur.

elif,
Merhaba! Ben de aynen öyle düşünüyorum. İyi bir film izlemenin keyfi çok ayrı! :)

Murat Ozdemir dedi ki...

multitalented aslan parcasi ayse

Tugc dedi ki...

Ilk fotograftaki halini cok begendim. Yine Johnny Depp sevdam agir bassa da, yakisilikli bir orta yas insanimizmis. Buralarda niye degil :)

JTB (JourneyToBlue) dedi ki...

sevgili ayşe,
bahsettiğin 2 filmi de izlemedim:((
bu aralar film izlemeye vakit bulamıyorum:(( hemen DVD'leri alınacak..

ayrıca da bir insan eğer hem politika, hem film-kitap-yemek-restoran, hem aşk-meşk-ilişkiler, hem felsefe-eğitim-edebiyat-komedi-tiyatro vs.. konularını takip ediyor, kendince anlıyor ve yine kendince anladığı fikirlerini dürüstçe paylaşabiliyorsa; ifade edebiliyorsa korkmadan ve sadece paylaşmak, ses vermek adına BENCE çok iyi yapıyor:)

daphnevega dedi ki...

murat,
Evet anlatmaya çalıştığım tamıtamına buydu!:)

tugce,
Johhny Depp'in yeri çok ayrıdırr :) Dün sinemada Karayip Korsanları'nın dublajlandığını gördüm fragmanda, umarım gösterimde de tüm seanslar dublajlı olmaz..

dilayra,
Fırsat bulursan tavsiye ederim, özellikle de dönem filmlerinden hoşlanıyorsan. Beni anladığın için teşekkür ederim. Ben burada yazarken kendimi bir dergiye, bir gazeteye yazıyormuş sorumluluğunda hissetmiyorum, burası canı isteyen herkesin bir tıkla sahip olabileceği bir blog sadece, o yüzden de belli bir çizgide olmak zorunda hissetmiyorum kendimi.. Konular hakkında uzman da olmam gerekmiyor, aynen dediğin gibi ne düşünüyorsam söylüyorum işte:))

huysuz dedi ki...

ben de geçenlerde şöyle yazmıştım bu abi hakkında:

'...das leben der anderen'i izledik koca ve kızkardeşle. öldük bittik bayıldık ve hatta filmin sonuında azcık zırladık bile birbirimize bakmadan. fevkalade derinden etkiledi bizi. içimizi sızlattı. bi de yetmezmiş gibi tüm film boyunca, kızkardeş ve ben dreymann’e (bkz. aşağıdaki foto) eridiğimizi gürbüz'den gizlemeye çalıştık. (hoş ne alaka tabi, ama kıskanabiliyo erkekler bazen. bi keresinde bizimki niyeyse jeremy irons'ı kıskanmıştı da, bitirmek bilmemişti. olur ööle arada.)'

yok, hakkaten güzel adam.

$afak dedi ki...

Koh okunuyo soyadı :)

daphnevega dedi ki...

huysuz ve tatlı,
:)jeremy irons'la kıyaslayınca gerçekten de çok çaktırmamak lazım bence de :)) Adam hakikaten güzel, Allah sahibine bağışlasın diyelim:)

şafak,
Ukala dümbeleği! Bilmediğin bir Almanca kalmıştı!:)

Aslı Cin dedi ki...

Ayşeciğim, sanırım reklamlardaki gibi hem sakız çiğneyip hem yürüyemeyen çok memlekette :)))

Film mi? O da ne? Bak ben de hem anne, hem iş kadını, hem sabırtaşı olunca film izleyemez oldum.

Ne olacak benim bu halim?

daphnevega dedi ki...

aslı,
anne, işkadını, sabır taşı! :))Helal olsun valla, nasıl olcak bu işler ben de bir bilsem:))