29 Eylül 2008

briefing

İstanbul'dayım. Burası çok güzel!

26 Eylül 2008

twingle twingle little star

Bu akşam itibariyle tatil başlıyor. Onlar tartışadursunlar Ramazan Bayramı mı Şeker Bayramı mı diye; çalışan insana tatil hep tatil. 9 günlük güzel tatilin 4 gününde İstanbul'da olacağım, geri kalanında home sweet home. Salı sabah yola çıkıyoruz. İstanbul'da yapılacaklar kafamda dönüp duruyor. Ne kadar zaman oldu ya? Çok oldu.
*
Çarşamba gecesi kızlarla Nada'da güzelim fındıklı vodka shot ve şarap gecesi yaparken hala dışarıda oturabilen insanlara hayretle baktık. Böyle birden değişiverdi mevsim. İşten çıkarken da hava karanlık oluyor. Bu değişiklikler yavaş yavaş olmuyor, birden oluveriyor sanki. Üzerimize ne giyeceğimizi bilemiyoruz. Hırka az geliyor, ceket fazla. Bot, çizme giymek için çok erken ama devamlı yağmur yağdığı için spor ayakkabılar (ahh ya da babetler) mahvoluyor.
*
Ben küçükken Türkçe'den sonra en çok adını duyduğum dil olan İngilizce'nin muhakkak ki en yakın sınır komşumuz olan İngilitere'nin dili olduğu sanırdım. Sonradan İngiltere'nin bambaşka bir yerde olduğunu ve komşularımızın da bambaşka ülkeler olduğunu öğrendiğimde bu duruma çok şaşırmış ve madem ki İngiltere o kadar uzaksa neden bu dilin bizim için bu kadar önemli olduğunu anlamaya çalışmıştım. O zamanlar en büyük zevki kaşık kaşık tereyeğı yemek olan bir çocuk için pek de fena sayılmaz değil mi? Böğk!
*
Arabamın plakası değişti, BR oldu. Artık herkes beni Burcu ya da Barış sanacak. Bree van de Kamp de olabilir.
*
Yaptığım makaron denemesi hezimetle sonuçlandı. Hamur sıkma aletim beni yarı yolda bıraktı. Aslında tarif çok da zor değilmiş ama vakit alıyor. İyi bir hamur sıkma makinesine şu hamurundan ekler yapmak için de ihtiyacım var. La Cucina Italiana'nın Ekim sayısı şimdiden çıkmış. Mükemmmmel. Ciltlenecek senelik olarak ve yüce bilgi kaynağı olarak saklanacak.
* * * *
Film tavsiyesi: My Sassy Girl ama 2001 yapımı, Jae-young Kwak'ın yönettiği. Burada gösterime girdi mi bilmiyorum ama Amerikalılar buna da el atmış, bir de 2008 yapımı var. Imdb puanlarına bakarak hangisini seyretmeniz gerektiğine kolayca karar verebilirsiniz.

İyi tatillerrrrr. İyi Şeker Bayramı. İyi Ramazan Bayramı. Whatever.
*
*


fotoğraf: Floransa'daki ünlü Duomo'nun tepesine giden yolda tarafımdan bolca flaş patlatarak çekilmiş Türk şaheseri. Avanti! Maşallah 4 sene olmuş.

24 Eylül 2008

it's me, it's you.

Geçen haftasonu domates haftasonuydu. Bizde gelenekselleşme yolunda hızla ilerleyen bir uygulama bu. Özellikle annem televizyonda her kanalda bas bas bağrınıldığı gibi "meyve-sebzeyi mevsiminde yeme" konusunda bu sene oldukça sıkı bir politika izleyeceğe benziyor. Bizim evde kışın kullanmak üzere, milyonlarca adet domates yaz mevsiminin sonlarına doğru çeşitli uygulamalara tabi tutuluyor. Domateslerin bir gıdımı bile boşa harcanmadan kavanoz kavanoz kışlık nevale çıkıyor. Önce biz annemin köleleri olarak domateslerin kabuklarını kalın kalın soyup, onları küp küp doğruyoruz. Sonra annem doğranmış domatesleri robotta çekip koca koca tencerelerde biraz zeytinyağı ve tuzla kaynatıyor. Sıcakken kavanoza koyuyor ve havası çıksın diye kavanozları başaşağı diziyor. Bir yandan da kabuklar robotton geçiriliyor, aynı şekilde kaynatılıyor ve bu sefer kevgirden süzülerek püre kıvamındaki domates elde ediliyor. Bu işlemler neredeyse 2 tam gün sürüyor! Her yer domates kokuyor! Ben bir kısmına katıldığım bu domates şenliklerinden sonra bile domatesten bıkmadım ama ne yazık ki babamla aynı hisleri paylaşmıyoruz. Hatta bütün bu işin arasında domates çorbası yapıp annemin tuhaf bakışlarını üzerime çektiğimi de söylemek isterim. Şimdi sıra sıra dizili kavanozlarımız kış boyunca türlü türlü yemeğimize katılarak bize yaz domatesi tadı verecek. Ne güzel!
*
*

Defne sormadan önce belgelemiştim çok kıymetli organizerımı. Arayıp arayıp sonunda kafama göre bir şey buldum. Geçen seneki çok kirlenen beyaz kaplıdan sonra bu sefer lacivert tercih ettim. Morning Glory olması sebebiyle üzerinde sevgi kelebeği ifadeler yer alıyor ama içi çok kullanışlı. Pek mantıklı olmayan bir fiyata satın aldığım organizer için kafamdan -böyle şeylerde genelde yaptığım gibi- "Şimdi bu organizer x lira. Ben bunu 365 gün kullanıcam. x/365=y lira. Ben bu organizerı bir gün kullanmak için y lira verir miyim? Tamam veririm." şeklinde çok zekice bir hesap yaptım. Ammavelakin iki kişilik kırtasiye ekibiyle de yarım saat kadar "Neden Ece ajanda bu kadar güzel ve kullanışlı organizerlar yapamıyor? Yapsalar da ondan alsak, şimdi bakın yani şununla şu bir mi?" şeklinde muhabbet etmekten de geri durmadım. Onlar da bana "Evet, bakın Ece ajandaları orda yığılı duruyor, Morning Glory ise sürekli tükeniyor. Daha pahalı ama hem daha estetik hem de daha pratik olduğu için herkes onu tercih ediyor." diye destek verdiler. Ece tasarım ekibine sesleniyorum. Tüm kaynaklara sahipsiniz, lütfen daha güzel şeyler yapın. Gerçi internet sitesinde oldukça hoş şeyler de görünüyor ama ne yazık ki ben o tip modellere hiçbir kırtasiyede rastlamadım. Sonuç olarak bu sezon organizerıma kavuştum. Doruk da "Hayatını yoluna koyarsın artık!" diye benimle dalga geçti.
*
*
*
*
Masumiyet Müzesi'ni kararsızca okumaya devam ederken, eğer ki 14 yaşımda olsaydım bu kitabın bana, o sıralarda okuduğum Pınar Kür'ün Bitmeyen Aşk'ının -evet- hissettirdiklerine benzer şeyler hissettireceğini düşündüm. Her fırsat bulduğumuzda Nevra ile Kemal'i çekiştiriyoruz. Genel olarak Orhan Pamuk kitaplarına saygı duyan ve mesafeli bir sevgi besleyen biri olarak Masumiyet Müzesi'ni okurken nedense -aslında haddim olmayarak- zaman zaman sıkıldığımı ve "E yeter ama bişey olsun artık!" dediğimi söyleyeyim. Ama kitapta ileride bir aforizma (sayılır mı?) kitabı olacak sevgili "Kitap Defterim"me not edecek kadar sevdiğim cümleler de yer alıyor. Müze açılırsa da giderim, küpenin tekini be de merak ediyorum elbette. Oldukça durağan bir bölüm-ler-deyimdir belki de, yarıladım kitabı, belki ileri zamanlarda fikrimde değişiklikler olur.
*
*

*
*
Bir de çok romantik bir hediye aldım. Aldığım en harika hediyelerden biri olabilir! 24 Ekim'deki Sezen Aksu konserine harika bir yerden biletim var artık. Yuppi! 1 aydan geri sayıyorum. Çok uzun süre olmuştu..
*



Son olarak kasvetli, bulutlu sabahlar için her daim garantili öneri:
The Dears-Expect the worst 'cos she's a tourist

*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
p.s: Elbette hemen gidip badem ve hint yağı aldım. İkisini karıştırdım; rimel gibi sürüyorum kirpiklerime gece yatmadan. Türkiye'deki dişi nüfusun neredeyse tamamının bildiğini fark ettiğim şeyi benimle de paylaştığınız için teşekkür ederim. Jelatin'e de torpilli teşekkürlerimi yolluyorum!

18 Eylül 2008

Gerçekten ıvır zıvır sorular

1. Ben hayatımda hiç hamama gitmedim. Kızlarla ayarlayıp gideceğiz bu aralar. Hem masaj filan da yapıyorlarsa ne şahane olur! İçkale Otel'in hamamı için iyi dedi Gizem, Ankara için bu konuyu iyi bildiğini düşünenlerin diğer fikirlerine açığız.
*
2. Sonbaharla beraber yapmayı çok fena kafama koyduğum şeylerin tamı tamına hiçbirini yapmıyorum. Ve gerçekten de tüm kalbimle bu ruhsuzluğumu hala istediğim gibi bir organizer bulamamama bağlıyorum. Ama yapacağım, yapmam lazım. Şöyle çok büyük olmayan, haftalık programı olan güzel ve hakikaten fonksiyonel bir organizerı nereden bulurum ben?
*
3. Hazır kilom 52'de sabitlenmişken birazcık daha kilo versem de şu fani ömrümde 10 yıl sonra tekrar 50 kiloyu görsem diye düşünüyordum. Geçen akşam Baran'la buluştuk iş çıkışı. Çok kararlıydım, sadece çorba içecektim. Çorba olarak ne var diye sorunca "havuç çorbası" cevabını aldım. Havuç çorbası nedir yaa? Bir şeyin pişmiş ve pişmemiş hali birbirinden bu kadar farklı olabilir mi? Sevmiyorum pişmiş havuç. Böyle şekerli şekerli. E ben de mecburen mantı yedim. Havuç çorbası içmiş olan var mı? Neye benzer?
*
4. Anneme yelpaze hediye almak istiyorum. Nereden bulunur? hint: Accessorize'da yok.
*
5. Hamsterların cinsel hayatı konusunda fikir sahibi olan var mı? Bizdeki iki yaratık çiftleşirlerse kaç tane yavruları olur? O zaman annem bizi bırakıp gider mi?
*
6. Bir senedir kırmızıdan başka renk görmemiş tırnakları ojesizken o bir türlü gitmeyen ve tanımlanamayan renkten kurtarmanın bir yolu var mı? Beyaz sürsem pembe olacak gibi valla.
*
7. Kirpikleri beslemek için bir şey var mı? Bişey yağı gibi mesela?

8. Kariyer.net'e yüz yıldır her Allahın günü bıkıp usanmadan on ayrı ilan veren Köseoğulları Halıcılık isimli firma neden bir türlü aradığı insanları bulamıyor?

9. Nasıl bir yandan hayatımın bir kısmını New York'ta geçirebilceğimi düşünecek kadar genç ve saftirik, bir yandan da Pilli Bebek'ten Berrak'ı dinlerken yaşlı ve yorgun hissedebiliyorum?

10. Susan Sarandon Zuhal Olcay'a inanılmaz benzemiyor mu?
* * *

The air I breathe'i şiddetle tavsiye ediyorum.
Camera Obscura ve The Dresden Dolls dinliyorum dinliyorum dinliyorum.
Şu anda aylardan sonra ilk kez çorap giyiyorum..
* * * *

But it's not good enough, even though it's real.

14 Eylül 2008

I wish I was an astronaut.

Son birkaç gündür büyük çaplı oda toplama operasyonu yapıyorum. Çöp odada yaşadığım için bu operasyon büyük güçlükle ilerliyor. Devamlı tarihi kalıntılara rastlanıp da devam edilemeyen Roma metrosu gibi. Poşet poşet çöp -nihayet kasetleri attım, bir koca torba onlar- çıktı. Kıyafetlere henüz girişemedim. Asıl büyük çaplı temizliği onlarda yapmayı umuyorum.
*
İncik cincik dolu haldeki çalışma masası çekmecelerim ilginç parçalara ev sahipliği yapıyor. Sanki belli bir tılsıma sahipmiş de açılırsa gücünü kaybedecekmiş gibi duran eski Hıdırellez kağıtlarını bu sefer bir cesaret açtım. Lise son Hıdırellez dilek kağıdım beni hem güldürdü hem düşüncelere sevk etti. Dileklerimin hepsinin yerine gelmiş olması mı yoksa aslında oldukça sade dilekler dilemiş olmam mı beni gülümsetti bilmiyorum. Sağlık, mutluluk, başarı zaten benim hep ilk üç dileğimdir. Doğumgünü pastasını dahi bu dileklerle üflerim. Ufak tefek hayal kırıklıkları yaşanmadı değil bu üçü için ama hatırladığım büyük bir yıkım yok iyi ki. Ama son üç dilek asıl komik olanlar. ODTÜ'yü bold yapmam herhalde önemini işaret etmek içindi! Yani kim okuyorsa bunu özel dikkat rica etmişim sanırım, sağolsunlar beni kırmamışlar :) Megane Coupe ise biraz material girl dilek kategorisine girse de, dilek bu kardeşim, Ferrari de dilenebilirdi yani :) Megane Coupe'mi birkaç ay öncesine kadar 8 sene boyunca çok severek kazasız şekilde kullandım. O benim ilk göz ağrımdı, galiba hep en sevdiğim arabam olarak kalacak.. Bodrum'da tatil dileiğim çok ilginç. Ders çalışmaktan çok bunalmış olmalıyım! O yaz annemlerin arkadaş grubu ile beraber Nevra ile güzel bi Bodrum tatili yapmıştık.
*
O zaman aslında hayat ne kadar belirsiz. İnsanın girdiği okul büyük ölçüde arkadaş çevresini, ilerideki işini gücünü yani aslında hayatını etkiliyor, belirliyor. İstisnaları vardır elbette ama genel olarak böyle sanki. Bu kağıtla ilgili asıl şaşırdığım şey o sırada hayatım aslında tamamen benim ellerimde istediğim doğrultuda gelişebilecekken böylesine sade dileklerde bulunabilmiş olmak. Yani o sırada aslında ne bir rock şarkıcısı, ne bir astronot olmak, ne de başbakan olmak şu anki kadar imkansızdı. Yine de masum masum hep gerçekleşmesi olası dilekler dilemişim. Ya hayal gücüm pek geniş değilmiş ya da oldukça tatminkarmışım, daha ilerisini istemiyormuşum. Hatırlamıyorum. Mutlu bir aşk dilemez mi insan ya 18 yaşındayken? Ben de pek romantikmişim hakikaten!
*
Şimdi artık belirli bir mesleğe sahip olmanın getirdiği kısıtlamalarla beraber, yetişkin hayatının kalın çerçevesinde debelenen insan ordusunun yılmaz bir neferi olarak her zamankinden çok istiyorum Shirley Manson olmayı. Ve bu seneki kompozisyon Hıdırellez listem her neredeyse onu görüp kendime gıcık olmak istemiyorum. Hayatımdan memnunum, bi şikayetim yok ama artık balerin gibi bir şeyler olamayacak olma hissiyatı rahatsız edici. ODTÜ'ye girmiş, Megane Coupe'yi kullanmış ve Bodrum'da tatile gitmiş olmak yeterli olmalıydı -biz zamanlar yeterliymiş işte!- diye kendime kızarken, bir yandan da devamlı şekilleneduran hayat bizi farklı beklentilere sokuyor diyerek rahatlamaya çalışmam mümkün mü?
*
İnsan büyüdükçe hayalleri küçülür mü? sorusunun cevabı neydi filmde, onu da hatırlayamadım zaten.

12 Eylül 2008

eylül akşamı

Dün gece battaniyeyle yattım. Çöl iklimi kuşağında bulunan Ankara'da gündüz gece farkları yine maşallahı hak ediyor. Hemen hava soğudu. Vitrinlerdeki kazaklar sinirimi bozuyor. Ne kazağı ya? Of, başlıyoruz yine.
*
Sinemalar bu hafta yavaştan toparlanmaya başlıyor mu ne? Stuck ve The Women bana göre haftanın seyredilecekleri. Ben X'i ise izlemeyeceğim. Filmden 2 saat önce buluşup, Bilkent Starbucks'ta kahve içip, sonra da sinemaya gitmeyi seviyorum. Starbucks sevmeyen bir insan olarak Bilkent Starbucks bana sanki sinemanın büfesiymiş gibi geliyor, o yüzden orası torpilli. Ankara'da gösterime girmeyen Ensemble C'est Tout'u zaten seyreder miydim bilmiyorum. Fotoğraf ekim 2007'den. Bakıyorum da tırnağım aynı renk. Başparmağımın yanındaki favori ısırmalık yer o zaman da gözdemmiş. Çok istikrarlı bir insanımdır, öyle böyle değil.
*
Çok güldüğüm bir günün ardından olanlar yolda yürürken aklıma gelince ağzımı yamuk yumuk yapıp -nedense- etrafa çaktırmamaya çalışmak yine de zevkli. Zaten yalnız başına kalınca da hemen gider o gülme hissi. Sınıftan gülme krizini durdurmayıp atılan insandan tecrübeler... Bunun aynısı bir de üniversitede oldu, o zaman o kadar kendimizden geçmiştik ki, sınıftan atıldığımız halde yerimizden kalkmayı becerememiştik. Kocaman sınıf, hay allahım. ODTÜ'ye gitmeyeli ne kadar oldu? :(
*
Bu ara pek renkli bir şey yaptığım söylenemez. Galiba yapraklarımı döküyorum. Hışırdayarak.
*
*

Belki benim kağıt param, bir şekilde, döne dolaşa, senin cebine girmiştir.

10 Eylül 2008

bum bum bum, daldan hop dala uçtum, sonunda bir dala kondum, nedir bu daldaki durum? Oooo.

Odamın eskici dükkanı gibi olduğunu söylemişimdir herhalde defalarca. Biraz önce de gözüm bir koskoca raf dolusu eski kasete takıldı. Artık hiçbir işe yaramayan, hatta evde artık onları çalmaya yarayacak aletin bile kalmadığı bu zavallılar, benim eşyalarıma olan sadakatim sebebiyle odamda ikamet etmeye devam ediyorlar. Garip şeyler çıkıyor aradan tabii.
*
Ben küçükken (sanırım ortaokuldayken) Tüzmen diye bir şarkıcı çıkmıştı. Asıl adı Tarkan Tüzmen'di ve şimdinin Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in kardeşiydi. Ben muhtemelen o zaman Kürşad Tüzmen'in adını bile duymamıştım ve kardeşi benim için çok daha ünlüydü. Biraz önce durup duruken o şarkı geldi aklıma. Son Rüya. Şimdi indireceğim. Baya patlamıştı sanki, en azından yaşıtlarım hatırlayacaktır. Ne yapıyormuş bu Tüzmen diye bir baktım ki meğer Kurtlar Vadisi'nde oynuyormuş. Ben diziyi hiç seyretmediğimden mi yoksa benim hatırladığım Tüzmen'den farklı görünüyor -10 yıl olmuş nihayetinde- olacağından mı hiç görmedim bilmiyorum. Ama sevindim bi bakıma. Adam unutulup gitmemiş gibi düşündüm. Ben vaktinde o şarkısını çok sevdiğim için mi Tüzmen bana çok ünlüydü gibi geliyor yoksa gerçekten öyle miydi anlayamıyorum, ne tuhaf. Şarkıyı dinliyorum şu an, gerçekten de güzel şarkıymış. Ama zaten hep böyle olur, şarkının aslında bende hiç spesifik bir anısı yok ama galiba mutlu olduğum bir dönemmiş, şimdi dinlerken de kendimi iyi hissettim. Kaset elimde duruyor, ama şarkıyı dinlemek için indirmem gerekti.
*
Bir de Ünlü diye bir grup vardı. Onların da Rüya diye bir şarkıları vardı. Kaseti onun için aldığımı hatırlıyorum. Kasette 1996 yazıyor. Evet, ortaokuldaymışım bunda da, vay be. Kaset 12 senedir evde. Yuh! Hiçbir toka bu kadar uzun süre barınamadı odamda, bunu kesin olarak biliyorum mesela. O adamlar ne oldular acaba? O şarkıyı da indirdim şimdi, tam bir nostalji gecesi yaşıyorum. Aslında şarkı hiç tarzım değilmiş, ama çok sevmiştim nedense :) Şimdi anladığıma göre -nedense bunun hiç farkına varmamıştım- 3 Almancı(!) kardeş ve birkaç Alman müzisyenden oluşuyormuş grup. Haha. Bu şarkıyı arayıp, bulup, birilerinden indiriyor olmak, bu şarkının birinin bilgisayarında daha kayıtlı olması birden kafamı çok kurcaladı.
*
Bir de Refleks diye bir grup vardı. Bende yok kasetleri. Sen Hep Benimsin diye çok güzel bir şarkıları vardı. Onlar biraz daha ileri bir tarihte olmalılar ama 2000'i kesin geçmez. Onların acaba sonradan başka şarkısı çıkmış mıydı? Yoksa one hit wonder olarak mı geçtiler tarihe? Bir yaz daha sensiz akıp gideeeer. Süper şarkıydı hakikaten.
*
Bombayı sona sakladım. Bahse girerim çoğunuzun haberi yoktu Defne Samyeli'nin vaktinde bir kaset çıkarttığından. Kaset kapağını evirdim çevirdim bir tarih bulamadım üzerinde. İnternetin söylediğine göre 1994müş tarih. 14 sene önce. Kesin olarak söyleyebilirim ki Defne Samyeli şu an kaset kapağında görünenden daha güzel. Galiba çıkış şarkısı Sensiz Seninle (!) idi ama benim kasette en sevdiğim şarkı sözlerini Cem Özer'in yazdığını şu an öğrendiğim, ya da belki de tekrar öğrendiğim Bir Parça Bırak Giderken idi.
*
Meltem Cumbul da böyle bişeyler yapmıştı sanki ama single mıydı neydi o. Gilette sponsorluğunda :) "Aaa nasıl utanmıyor" diye düşünmüştüm ben de salak salak, ne varsa :) Seden Gürel'in Bum Bum Bum'u ise muhtemelen daha önceydi. Ki daha önemlisi o kasette "Harç Bitti Yapı Paydos" isimli bir şarkı olduğunu çok net hatırlıyorum, tabiki kasetin o miniminnacık kısmına şarkıyı H.B.Y.P. olarak yazmışlardı!
*
Ah neyse, bu da bana gece eğlencesi oldu. Defne Samyeli'ne belki youtubede rastlarım diye baktım, bulamadım. Şu linkte bunlar gibi şarkılardan bi toplama yapmışlar. Hatta bikaç tane. Birincisinde Defne Samyeli de var. Hepsini seyrettim, dinledim, baya güldüm dinlerken, "Aaa evet bu da vardı!" dedim. Utanmadan söyleyebilirim ki en dandikleri dahil olmak üzere %90'ını biliyorum şarkıların. O zaman bir tek Kral Tv vardı! Üşenmeyin dinlerim derim ben.
*
Bu arada geçen gün biryerde okudum. Ajlan-Mine'deki Mine elektronik müzik yapacakmış, hatta albüm çıkaracakmış. Anneanne olmamış mıdır o yahu? Çok mu zalimim? :)

8 Eylül 2008

El Negro Zumbon


Yarın sabah okullar açılıyor. Zavallı yavrucuklara başarı ve şans dilerim. (Yarın trafiği çok fazla tıkamazlarsa daha da çok dilerim.) Umarım iyi bir ilkokul öğretmenine düşerler. Çünkü bu çook önemli bişey. Biz neredeyse aradan 1 yıl geçmek üzereyken ilkokul arkadaşlarımla tekrar buluşacağız bu hafta. İftara gidicez. Bence güzel olacak.
*
Annemin Masumiyet Müzesi'ni bitirmesini beklerken, ben Mükemmel Bir Gün'ü okuyarak Roma sokaklarında dolaşıyorum. Hem de Ferzan Özpetek'in aynı isimli filmi gösterime girmeden önce tüm karakterleri kafamda canlandırıyorum. Bakalım ne kadar uyuyor casting fikirlerimiz? :)
*
Yine her tarafım listelerle doldu. Hala bir organizer alamadığım için bu böyle. Bir an önce halledilecekler:
*
*Bu sene gerçekten ama gerçekten kıyafet dolabımı ayıklamam gerekiyor. Tek bir t-shirt için yerim yok. (Benim senem Eylül'de başıyor, sizinki Ocak'ta başlayabilir. Sanki hala ilkokuldayım.)
*3 adet 20lik diş çekilmek için bekliyor. (Hazır bunu yaptırırken bir de beyazlatmak istiyorum. O kadar acının üstüne bonus olsun. Daha az sigara içmeye de teşvik olur diye umuyorum.)
*Gift&Gourmet House yemek kursu ve buna müteakip Kuki pasta kursu. (Artık yazmaya utandım. Yüz yıldır söylüyorum, bi gidemedim.)
*İş başvurusu yapmak istediğim yerleri de darmadığın tutmamam lazım, bu işi daha planlı programlı yapmam gerek. (Devamlı arayışta olmak gerek, memur zihniyeti hiç iyi değil.)
*
Doruk'un ehliyetinin kurtuluş günü İzmir'inkiyle aynı güne geliyor. Şenliklerle kutlanmalı. Biz ise bu ara sıcaktan korunma yöntemi olarak sinemada yaşamaya başladık. Beni ararsanız Bilkent Cinebonus'ta bulabilirsiniz. Lüzumlu lüzumsuz tüm filmleri seyrediyoruz. Üşüyerek hatta.
*
Bir de itiraf: Mozilla'yı hiç sevmedim, galiba sevemeyeceğim de.
*
Saçım Penelope Cruz gibi olsun, kabarsın kabarsın. Bıktım pırasa saçtan.

3 Eylül 2008

Daha daha





Kahvaltıda böğürtlenli lor. Böyle bir şey olamaz.



İmren'de dondurma. Dayanamayıp mavinin neli olduğunu soruyorum. Neli olduğunu unuttum bile çünkü aslında mavi olan bişeyden yapılmış değildi (long live gıda boyası). Dondurmanın adını da Şirinler koymuşlar.



Kahvaltıda gazete okurken bir hayli ihmal edilmiş fotoğraf altı yazısı sabah neşesi olabilir! Ya Vatan da da Sabah'tandı hatırlamıyorum :)




Kırmızı ojeler suya pek dayanmıyor. Tatile giderken bunu düşünmek gerekiyor!













Her sabah pencereden bu manzarayı görüyordum, şimdi Jandarma Karakolu görüyorum.












İçine kum girecek diye müzik dinleyemeyecek değiliz herhalde! :))
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Sanıyorum ki beni en çok güldüren blogger olan Cornelius'un "Serdar Ortaç'ı yoran hayat takdir edersin ki bizim haydi haydi ağzımıza sıçar." ifadesi ise son zamanlarda en çok güldüğüm şey olabilir.

Dün Mertingo'nun doğumgünüydü. Arkadaşları 2 tane hamster almışlar. Annem krizlerde. Yan odamda 2 tane fare var. Manyak varlıklar bütün gün o tekeri çeviriyorlar.
*
Yaz bitti.

1 Eylül 2008

Alaçatı yeme rehberi

Şimdi ramazan ramazan olur mu demeyin, bu sene yaz sonuna gelmesini ben ayarlamadım! :) Yeme içme rehberi de gezi notlarımın en önemli kısmı olduğu için bununla devam ediyorum. Ramazan günü yemek, rakı filan anlatılır mı demeyin, sizi kızdıracaksa da baştan uyarıyorum okumayın, bir ay sonra gelin! :)

Alaçatı aslında popüleritesini önemli ölçüde belediye başkanına borçlu. Doğma büyüme Alaçatılı ve burayı sadece üniversite eğitimi için kısa bir dönem terk etmiş biri. Alaçatı'ya oldukça yerinde düzenlemeler getirmiş. Mesela Alaçatı'da plastik masa ve sandalyeler, renkli şemsiyeler (Algida'ya filan ait olanlar sanıyorum) yasak. Aslında bu düzenlemelerden en çok restoranlar nasibini almış. Gözünüzde hiç plastik masa ve sandalyenin olmadığı, beyazın ve mavinin tonlarıyla dekore edilmiş restoranlarla dolu bir cadde getirin.. Alaçatı'nın ana caddesi böyle bir yer. Restoranların neredeyse tümünün çok yüksek albenisi insanı şaşkına çeviriyor. Otellerde gördüğümüz yüksek kalite restoranlarda da devam ediyor. Genel olarak hayal kırıklığına uğradığımız bir yer olmadı. Çok çok iyiler ve idare ederler var ama tabii ki.

Öncelikle bizim tatillerde genelde tercihimiz akşamları rakı balık ile geçirmek olduğundan dolayı tavsiyelerim de genelde bu yönde olacak.

Tuval'e bu sene de kasti olarak gitmedik. Fazla popüler, masalar sokağın ortasında, yemek yiyenler sokaktan yüyüyenlerin gerçekten ortasında yemek yiyorlar. Magazin programlarında "Alaçatı'da yemek yerken.." görüntülenenlerin yüzde doksanı burada görüntüleniyor. Karar sizin tabii. Lavanta aynı kategoride yemeklerle çok daha şık hizmet veren bir yer. Geçen sene gidip çok memnun kalmıştık. Yediğim deniz ürünleri yahnisinin tadını hala hatırlıyorum diyebilirim. Tuval yerine Lavanta'ya giderseniz böylece tam yemeğinizi ağzınıza götürecekken sokakta akan kalabalığın haklı dirsek darbeleriyle de yemeğiniz bölünmemiş olur. Ama Tuval'in dövülmemiş bonfilesini de çok söylüyorlar. Ben ne yapayım bonfileyi balık varken diyorum ve sadede geliyorum.

Şifne'nin ünlü balıkçısı Ferdi Baba Alaçatı şubesini açmış. Ama Alaçatı şubesi dendiğine aldanmamak gerekiyor. Alaçatı'nın tepelerinde bir yerde. Daha çok Alaçatı manzarasına sahip olduğu söylenebilir. Yani "ben daha çok atmosferi hissetmek istiyorum, beni dağın başına gönderme şimdi" diyoranız burayı pas geçebilirsiniz. Yemeklerin hakkını vermek gerek ama. Mezeler lezzetli, fiyatlar makul. Mekanın yeri tek faul, onun dışında her şey güzel. Duyduğumuza göre haftasonları rezervasyonsuz gidilemiyormuş.

Ferdi Baba'daki rakı-balık çıkışı Alaçatı sokaklarına kendimizi atıp Lal Cafe'de bir iki meze eşliğinde son dublelerimizi içtik. İşte bu çok iyi geldi. Lal Cafe aslında oldukça basit ve salaş bir yer ama sokak ışıklandırmaları, masa örtülerinin şirinliği 50 metreden bağırıyor. Rum mezesi (karışık ufalanmış peynirler ve şamfıstığı) ve çılgın patlıcan(!) adı verilen spesiyal mezelerinden yedik. O kadar yemeğin üzerine hala yiyebildiğimiz için kendimizi tebrik ettik.

Eğer tatildeyken tüm akşam yemeklerini rakı-meze-balıkla geçirmekten hoşlanıyorsanız sizi garipsemem, bence bu oldukça yapılabilir bir şey, çünkü bundan asla sıkılmam gibi geliyor. Yine de eğer bir gece ara verelim, farklı bir şeyler yiyelim diyorsanız size hiç düşünmeden önereceğim yer Beatrice olur. Beatrice bizim geçen sene kapısından içeri bakarken aşık olup tesadüfen keşfettiğimiz İtalyan restoranı. Bu sene o geçen seneki harika yerini İmren'e kaptırmış ama yine de tabelasından izini sürerek yeni yerini bulduk. Kışları da İstanbul'da hizmet veriyormuş burası. Şanslı İstanbullular sizi, Ankara'da bu kadar iyi İtalyan benim bildiğim kadarıyla yok. Çarşamba gecesi gitmemize rağmen rezervasyonsuz yer bulmakta zorlandık. Yeni yerlerinde bahçe içindeki şirin masalarda yer bulabilmek için önceden aramak iyi fikir olabilir. Burası için tavsiye edebileceğim bir yemek yok. Her şeyi deneyebilirsiniz. Bizim masaya gelenler de etrafta uçuştuğunu gördüklerim de sınırsız yeme isteği uyandırıyordu. Ev şaraplarından da denemeniz şart. Bologna'da felsefe okurken tası tarağı toplayıp Türkiye'ye yerleşen Beatrice Di Lallo'nun hem hikayesi çok güzel, hem de yemekleri.

Tekrar rakı-balığa dönersek size Barbun'dan bahsetmem gerekir. Burası ya geçen sene yoktu, ya da biz büyük bir gaflete düşüp atlamışız. Gördüğüm en güzel restoran bahçelerinden birine sahip burası. Daha kapıda balıklar karşılıyor sizi. Balığınızı mezenizi seçiyorsunuz, nasıl pişirilmesini istediğini söylüyorsunuz. Bu cazip sergi iştahınızı tavan yaptırıyor. Koskocaman, çok güzel aydınlatılmış bahçede (biraz da kedilerle savaşarak) yemek yiyorsunuz. Fiyatlar biraz yüksek ama sanırım dünyayı yemeden çıkmak üzere gidilebilir. Bu tip bir diğer mekan Barbun'un karşısında kalan Kalamata. Mezeleri pek başarılı bulmadığımızı üzülerek söylemeliyim ama çok çeşitli uzolar bulmak mümkün; içtik, memnun kaldık.

Ama eğer gerçek rakı balık keyfi yapmak istiyorsanız biraz yol yapıp Alaçatı dışına çıkmalısınız. Çeşme'nin en güzel balığı Dalyan'da yeniyor. Bodrum Gümüşlük'ü andıran Dalyan'da sıra sıra balık lokantaları var. Geçen sene Hasan Usta'ya gitmiştik, bu sene enn harika olduğunu duyduğumuz Körfez'e gittik. Hemfikir olduk ki gerçekten yediğimiz her şeyin en lezzetlisi buradaydı. Yediğiniz mezelerden, salataya ve elbette ki balığa karşı tapınma duyguları geliştirebilirsiniz. Rezervasyonsuz gitmeyin, Çeşme'ye gitmişken burayı sakın ama sakın ıskalamayın!

Devam edecek.

Fotoğraflar
1. Alaçatı'dan genel görünüm (hahaha)
2. Kalamata'nın uzosu
3. Beatrice'nin tortellinisi
4. Barbun'un seç beğen al sergisi