30 Temmuz 2009

Easy Waterworks!

Kramer vs Kramer. Ağlaya ağlaya bir hal oldum, bir türlü susamadım.

Noluyo ya?
*
Bi de Allah muhafaza çocuğum filan olsaydı herhalde bir hafta ağlardım.
*
Geçen gün de Nevra'yla bizdeki nerdeyse üçbin film içinden film bulamayıp hadi Issız Adam'ı seyredelim dedik.
*
Benim için fazla bişey değişmemiş. Yine ağladım sonunda.

Baya komik oldu hakikaten.
*
Aşk-ı memnu ya da ne bileyim American Pie'da filan da ağlasam tam olacak!

27 Temmuz 2009

Türkçe'de bu saçın karşılığı yok mesela. Bonus diyoruz.

Psikopatlık derecesinde takip ettiğim "Kelime Oyunu" isimli program bugün hatta biraz önce beni çok güldürdü. Çiğdemciğim canım, okuyup elektronik mühendisi olmuşsun, 9 tane enstrüman çalıyormuşsun, masa tenisi şampiyonuymuşsun. Seni cidden sevdim. Bence yarışmada gerçek performansını gösteremedin. 7000lere çıkman çok mümkündü. Peki Çiğdemcim canım, darılmak bozulmak yok. Sana sormak isterim, ne o saçlar yahu?!
-
Ayşeeee, dalga geçme insanların dış görünüşüyleeee. Çok ayıp. Hem bazen insanlar fazla zekadan böyle alternatif tercihler yapabilirler! Hiç saçı çok düzgün bir dahi gördün mü?? :)
*
Bu fırsatla yarışmadan söz etmiş oldum. Pazar günü ayın final var. Benim azıcık medeni cesaretim olsa çoktan başvururdum ve muhtemelen oraya çıkıp adımı bile söyleyemezdim. Hatta TV karşısında seyrederken yaptığım gibi kazık sorularda "Amma saçmalamışlar yaa!" ya da tüm ukalalığmda "Böyle bi kelime yok!" diyebilirim stüdyoda ve Türk halkının gönlünde bu hareketlerimle taht kurarım! Tam bunu yazarken mesela rüku kelimesini rücu olarak söylediğimi fark ettim. Çıksam söylesem rezalete bak. Neyse k Doruk çıkıp herkesi yenecek, benim de oturduğum yerden içim soğuyacak!

26 Temmuz 2009

canı sıkılan kaktüs bitkisi ve turuncu çiçeği

Merhaba. Ben Ayşe'lerin salonundaki sehpanın üzerinde yaşayan turuncu çiçekli kaktüsüm. Bu aralar burası çok sıcaklaştı ama ben yine de evin en serin yerinde olduğum için şanslıyım.
*
Ayşe bu ara sadece ot, bitki filan yiyor. Allahtan dikenlerim var da beni yiyemiyor. Yazık bu kilo verme olayını renkli bir hale getirebilmek için değişik salatalar yapıp duruyor. Ton balıklı, peynirli, hatta bugün beni çok güldürerek kuzu şişli salata yedi. Neyse ki bu iki üç günde 1 kilo vermiş. Nevra'ya söylerken duydum.
*
Evde kimse yok bu aralar. Ayşe işe gidiyor, Mert de okula. Öyle bütün gün salak salak oturuyorum.
*
Biraz önce Ayşe içerden "Aman beee!" diye bağırdı. Galiba yine Lost seyrediyor ve bir şey anlamıyor. Ay keşke beni de içeri götürse de biraz Jack, Sawyer filan görsem.
*
Ayağımızı suya sokamadan Temmuz da bitti be blog.

23 Temmuz 2009

bunlar kadınsa biz neyiz?

Bugün gittigidiyor'dan bikini baktım. (Üşengeçliğin bu kadarı!) Alışveriş merkezlerine karşı gitgide yükselen bir gıcıklğım olduğundan dolayı neredeyse hiç alışveriş yapmıyorum artık. Oturduğum yerden şu bikini işini de hallediyim diyordum ki, sinirim bozuldu.
*
Gittigidiyor'da Victoria's Secret bikinilerini bulmak mümkün. Ama elbette o bikiniler katalogda Miranda Kerr, Alessandra Ambrosio'nun filan üstünde. Tamam bikini süper şahane de artık bu kadın bunu giymiş, ben bunu nasıl giyeyim? Bunu gördükten sonra kendimi aynı bikininin içinde nasıl beğeneyim? Bir de anlamadığım şey bu da 36, ben de 36, bu nasıl iş? Neden benim yarım gibi duruyor?
*
Ağustos ortasına kadar tam olarak 4 kilo vermem lazım. Bu öğlen salata yeme niyetiyle dışarı çıkıp köfte pilav yedim. Aynen şöyle düşündüğümü itiraf etmek zorundayım ki ne kadar kafasız olduğumu görün ve ben üzerimde daha fazla baskı hissedeyim: "Ha salata ha köfte pilav, çok da fark etmez." İşte ben böyle bir insanım ve 3 haftada 4 kilo vereceğim. (O zaman kesin yandaki gibi olurum. Şüphesiz!)
*
Dilek kuyusu:
Önümüzdeki günlerde iradem beni yarı yolda bırakmasın.
Salata birden çok lezzetli bir şey olsun.
Eti form da.
3 gün sonra da böyle düşünüyor olayım!
*
*
Sevgili midem lütfen üzülme. Yaz bitsin ben seni tekrar karbonhidratlara boğacağım!

21 Temmuz 2009

kızını dövmeyen..

Başbakan dedi ki "Son dönemde bazı cinayetler duyuyorsak anne babalar olarak kendimizi hesaba çekmeliyiz. Çocuğumuz nereye giderse gitsin diyemezsiniz, diyemeyiz. Kendi başına bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya"...
*
Hayır. Siz her şeyi yanlış anlamışsınız. Devlet denen şey bu yüzden var. "Kendi başına kalmış insanlar" bir şeye güvenebilsin diye. Ülke ahır gibi olmasın; güçlüler güçsüzleri pataklayıp ellerinden parasını, özgürlüğünü ya da KAFASINI alamasın diye var. Onları caydıran bir şey olsun, canının her istediğini yaparsa bunun yanına kar kalmayacağını bilsin diye var.
*
Kimse bana çocuğunuz, onu serbest bıraktığınız için öldü diyemez. Öldürülmüş bir kişi için hiç kimse"ya davulcuya ya zurnacıya kaçacaktı zaten" imasında bulunamaz.
*
Ben çocuğumu sürekli gözlem altında tutacaksam güya güvenliğimizden sorumlu merciler ne halt ediyorlar?
*
Bu ne cüret?
*
Çocuğumu sizin yanınızda görmektense, davucunun zurnacının yanında görmeyi bin kere tercih ederim.

20 Temmuz 2009

haftasonu istanbul..

- asmalımescit (a.k.a bodrum barlar sokağı. gitgide kalabalıklaşıyor mu ne?)

- nuteras (bellissimo! manzara bir numara.)

- nişantaşı backhaus'ta kahvaltı (yeni keşif. hem mekan, hem kahvaltı harika.)

- kanyon (tek başıma birkaç saat.. çay, kahve, limonata, canlı müzik)

- bebek'te yürüyüş (çay kahve simit. ayol insanlar denize giriyor, şaka gibi! )

- fratelli la bufala (mamma mia! İtalya'da taptığım restoran. İstanbul'da açıldığını duyduğumdan beri gitmek istiyordum. Türkiye'de yediğim İtalyan'a en çok yaklaşan pizza.)

- hisar'da kahvaltı (yeni açılmış "Lokma". Her yer gibi kalabalık ama kahvaltı başarılıydı. Bir de menüde Alkolsüz Mojito var. Delirdiniz mi kuzum? Yapacaksan adam gibi yap ya da isme tecavüz etme!)

- şafak'ta ev oturması

- nişantaşı'nda yürüyüş



48 saate bu kadar sığdı. biraz da uyudum arada tabii :)

ankara'nın en güzel yanı istanbul'a dönüşüdür derler.

bense küçük denizde büyük balık olmaktan, ara sıra da büyük denize kaçıp geri gelmekten nasıl da mutluyum.

13 Temmuz 2009

geri kalan


*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
**
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*

9 Temmuz 2009

Wien! yeme içme

Elbette yurtdışı gezilerinin en heyecanlı kısımlarından biri yeni şeyler yemek. Aslında gitmeden önce yaptığım araştırmalarda çok güzel restoranlar bulmuştum ama nedense akşam yemeğini gidip de şık bir yerde tek başıma yiyecek olgunluğa henüz erişemedim. Cafeler ve hatta orta halli restoranlarda tek başıma yemek yiyebilir, şarabımı içebilirim ama nedense güzel restoranlara illa birileri ile gitmek gerek. Ben de bir gün yeterince büyüyeceğim ve bunu da yapmayı başaracağım!
*

Bir önceki yazıda söylediğim gibi, ben aslında Viyana'da kendimden çok daha üstün bir yeme içme performansı bekliyordum ama çoğu şeyi yerken zorlandım. Hatta midem öyle kötü oldu ki yurtdışında asla yapmayacağımı düşündüğüm şekilde gidip güvenli liman Starbucks sandviçi bile yedim.
*

Kafeler ve restoranlar çok şirin. Dışarıdan bakınca mağaza gibi duruyordu çoğu! Şu yandaki fonta hastayım zaten, kendimi orta çağda hissediyorum :)
*

Avusturya mutfağı çok da çeşitli değil aslında. Her yerde sosis var! :) Benim gibi sosis, sucuk, salam gibi şeylerin tadını bile bilmiyorsanız bu "Würst Stand" denen sosis büfeleri çok çekici değil. Avusturya, özellikle de Viyana mutfağının ennn bilinen yemeği şinitzeli ise denememek olmaz tabii. Ben normalde şinitzele çok bayılmam, nadiren yerim, yüz yıl yemesem de ah bir şinitzel olsa demem. Amaaa Viyana'da yediğim şinitzel hakikaten çok lezzetliydi. Asıl plan Figlmüller'de yemekti ama içerideki çılgın turist kalabalığı beni korkuttu. Ufak ve şirin bir restoranda şinitzel ve üzerine de apfelstrudel yiyerek turist olmanın gereklerini tamamladım. Avusturya'nın ünlü tatlısı Apfelstrudel aslında bildiğimiz elmalı tatlı. Çok aman aman bir şey değil ama herkes bayılıyor. Denedim, güzeldi. That's it. Avusturya bana pek yaranamadı bu konuda anlayacağınız üzere :))
*
Sachertorte ise denemeye değer bir tatlı. Kayısı marmelatlı çikolatalı kek olarak tarif edebiliriz sachertorte'yi. Özellikle Sacher Hotel'in cafesinde çok iyi olduğu söyleniyor, ben orada yemedim. Bu arada Madonna, Robbie Willams filan gelince Sacher Hotel'de kalıyormuş. Viyana magazin servisi.
*

Oberlaa konusuna değinmeden geçmek istemiyorum. Hala nasıl telafuz edildiğini bilmediğim bu pastane-cafe harika bir yer. Ben içimden Oberlaaaaa diyip güldüm hep ama şimdi siz beni duyamadığınız için gülemezsiniz :) Oberlaa'nın makaronları rengarenk. Ben elimdekileri yiyip bitirdiğimde anca kendime geldiğim için vitrini çekmekle yetinme durumunda kaldım. Bir de çay istedim ve yanında şeker harika bir şekilde geldi. Çikolatadan kaşığı duymuştum ama kristal şekeri duymamıştım. Onu çayın içinde eritip, "olmuş mudur, oldu ama çok oynayasım var, ay şimdi de çok tatlı oldu, dur üzerine biraz daha ekleyeyeyim" gibi eğlenceler sundu bana. Sonra diyorlar ki "Nasıl sıkılmıyorsun tek başına?". İşte böyle! :)
*

Dikkatimi çeken bir diğer şey şarap kadehlerinin miktara göre işaretli olmasıydı. Ona göre sipariş veriyorsunuz. Genelde 1/8 lik ölçüde içiliyor. Ben bu işaretleme olayından pek hoşlanmadım. Sanki cimrilik gibi geldi ama aslında tam tersini de düşünebiliriz değil mi? Yani az konmasını önlemek için de olabilir. Biz Türkiye'de bir kadeh istiyoruz ve asla ne kadar geleceğini bilmiyoruz. Biz böyle yuvarlanıp gidebiliriz ama elbette ki Avusturyalılar böyle bir başı boşluğa izin vermezler!!!
*
Ve çoook uzun zamandır özlediğim şeye kavuşmak da Viyana'ya kısmetmiş. Belki daha önce bahsetmişimdir, İtalya'nın kuzey kesimlerinde Spritz diye bir içki hazırlarlar. İçinde Aperol, şarap, gazoz gibi şeyler olur. Ben bunu Türkiye'de bir türlü bulamıyorum. İşin kötüsü evde

kendim yapmak istiyorum ama Aperol bulamıyorum. Neyse efendim bir akşam eğitimdeki diğer kişilerle dışarı çıktık ve ben Aperol şişesi gördüm. Cesaretimi toplayıp Spritz sormaya karar verdim. Türk çıkan (sürpriz sürpriz) garson kız ile konuyu konuştuk. Avusturya'da spritz denen

şeyin İtalya'dakinden farklı olduğunu ama istediğim şekilde yaptırmaya çalışacağını söyledi ve başardı! Ben de spritzime kavuştum. Rehberlerim, şemsiyem ve turuncu bardağımla mutlu bir akşam geçirdim..
*

Zanoni & Zanoni gerçek İtalyan dondurması yapıyor ve öyle çok tutuluyor ki bahçesinde yer bulmak neredeyse imansız.
*
Viyana'da her tür mutfağı bulmak mümkün. Özellikle sushi inanılmaz yaygın. Akakiko isimli Japon ve Thai yemekleri yapan fast food cafe her yerde. Tahmin edersiniz ki Türk mutfağı da itediğiniz her yerde. Birçok yerde şubesi olan Bizi Pizza'lardaki herkes de Türk. Adım başı karşınıza çıkan balık fast fod'çusu Nordsee de McDonalds ya da Burger King'dense daha iyi bir seçenek. Bir de Mariahilfer Strasse üzerinde McCafe vardı. McDonalds'ın cafesi. Muhtemelen yakın zamanda bizde de olur..
*

Viyana'da yeme içme konulu programda bize ayrılan sürenin sonuna geldik. Esen kalın sayın seyirciler.

5 Temmuz 2009

Wien! yazı dizisi bölüm 1

E artık bir zahmet bi iki kelime yazsam iyi olacak Viyana hakkında.

Bu benim Viyana'ya ilk, Avusturya'ya ikinci gidişim oldu. Gerçi Viyana orada bulunduğum sürece üzerime günde 20 saat sağanak yağmurlar döktü ama ben yine de orayı sevdim. Bir şehri ziyaret ederken ne soğuk, ne de sıcak sakıncalı yağmur kadar. Çünkü şehirler herkesin bildiği gibi en iyi yürüyerek görülüyor ve yağmur varken kafanızı kaldırıp etrafa bakmak biraz zor oluyor. Yine de kaldığım süre kısa olmadığı için Viyana'nın hakkını verdiğime inanıyorum. Buradan pembe şemsiyeme sevgilerimi iletirim.

Henüz gitmeden her zamanki tuhaf davranışlarımla tüm metro duraklarını ve şehirde daha kendisini görmediğim tüm attactionların tarihini öğrenmiştim. Nerelerde yemek yenecek, nerede kalınacak, neredeyse hepsi günü gününe planlıydı. 3-4 tane sıkı rehber (Dost ktabevi'ninkiler harika), Mr. T.D.'nin direktifleri ve internetteki sayısız kaynak sağolsunlar. Bu da benim psikopat yönüm, ne yapabilirim. Özellikle tek başıma olacaksam bu şekilde bir plan programla gidince kendimi daha güvende hissediyorum. (Hey gidi günler diyelim.) Viyana zaten insanı pek yormayan bir şehir. Ulaşım ağı mükemmel. Eğitim için şehrin Penzing bölgesinde kalmak durumunda olduğum o birkaç günde bile merkeze inmek çok kolaydı. Avrupa başkentleriyle kıyaslarsak hiç de ufak olmadığını söyleyebiliriz, ne alan ne de nüfus olarak. Eğer birkaç gün kalacaksanız 72 saatlik Viyana bileti almak işinize çok yarar. Tüm metro ve tramvaylarda geçerli.

Viyana, daha doğrusu Avusturya mutfağı bana çok hitap etmedi. İlk 2 gün her şeyi denemeye çok hevesliyken daha sonra yağların bana çok çok ağır gelmesi sebebiyle mecburen oburluğu bırakmak zorunda kaldım. Ki midem aslında çok sağlamdır diye biliyordum, ilk iki gece makina yağı içmiş gibi hissedince bundan da şüphe duymaya başladım. Neyse, şinitzel ve Sachertorte eksik kalmadı, merak etmeyin :)

Şehrin kalbinin attığı yer Stephansplatz. Adını koskocaman gotik kiliseden alan bu meydanın etrafı kafeler ve mağazalarla dolu sokaklarla çevrili. Burası her daim kalabalık. Hatta ilginç bir durum var. Ben çok yakın olduğunu düşündüğüm meydana ulaşmaya çalışırken, etraftaki in cin top oynama halinden çok şüphelenmiş halde elimdeki haritayı evirip çevirirken birden kendimi bu çok kalabalık meydanda buluverdim. Yani etrafındaki sokaklar meydanın aksine çok çok sakin olabiliyor, benim biraz tuhafıma gitti :)

İstisnasız herkes İngilizce biliyor. Ben hiç zorluk yaşamadım. Oldukça kibarlar, her konuda yardımcı oluyolar.

Viyana'da en sevdiğim yerler & şeyler şunlar oldu:

1. Schönbrunn parkı ve hayvanat bahçesi: Fotoğraf 1. Evet daha geçen hafta trençkotla geziliyordu! Ben Viyana'da yaşasam şehirden uzak filan dinlemez, sürekli buraya gelirdim. Çok etkilendim. Göz aldığınca yemyeşil bir yer ve rengarenk çiçeklerle dolu. Hayvanat bahçsi ise bir alem. Koskocaman bir alana yayılmış. Panda gördüm bi de :)

2. MusemsQuartier. Özellikle Leopold Müzesi ve Leopold Müzesi'nin cafesi. Fotoğraf 2. Neredeyse tüm müzeleri biraraya getirmek ne harika bir fikir. Çok güzel bir kompleks yaratmışlar. Herhangi bir müzeye girmeseniz bile meydanda öylesine zaman geçirmek harika olur. Özellikle Klimt'i merak ediyordum, Leopold Müzesi'ne girdim. Sonra da harika cafesinde şarap içip kitabımı bitirdim. (Gitmeden önce babamdan kitap tavsiyesi istemiştim. Tek başımayım baba, kesinlikle çok iyi bir kitabım olmalı. Babam da bana Amelie Nothomb'un Kıran Kırana isimli kitabını önerdi. Kitap o kadar keyifliydi ki 2 günde bitirip kitapsız kaldım.)

3. Julius Meinl am Graben. Julius Meinl'in gurme süpermarketi. İçindeki herrrr şeyi almak istiyorsunuz. Ayrıca şöyle de bir ilginçlik var. Balık reyonunda ufak bir suşi standı açmışlar, isterseniz orda şarapla beraber şipşak suşi yiyebiliyorsunuz. Peynirlerin olduğu yerde de ufak bir cafe var. Yurtdışında favori aktivitem olan olan süpermarket dolaşma seansından oldukça tatmin olmuş şekilde ayrıldım bu sefer Julius Meinl sayesinde. Peynirleri, çikolataları hatta jambonları doldurdum getirdim. Fotoğraf 3. Jambon cipsi!
*
*
Bir yazı için bu kadar yeter sanırım. Devamını yazacağım..
*
*
*
p.s.: 15 Temmuz'da Emiliana Torrini İstanbul'da. Neden Çarşamba akşamı?? Eminim ki bu kadını Türkiye sınırlarında benim kadar dinleyen ve seven bir kişi daha yoktur. Ve ben orada olamayacağım ama biryerlerden eline davetiye filan geçmiş ve hayatında Emiliana Torrini'nin adını duymamış alakasız insanlar orada onu dinleyecek. Kıskanmak böyle bir şey galiba. Çarşamba akşam gidip Perşembe sabah erkenden mi dönsem diyorum ama o da mümkün görünmüyor. Kesin bin yıl bir daha gelmez :( Gerçekten çok üzgünüm.. Püfff.