Roma'da son akşam
Trastevere Roma'nın rehberlerde pek bahsedilmeyen, ama Roma'ya adım atan herkesin görmesi gereken bir bölge. Nehrin diğer tarafı. Burası tarihi şehir merkezinin aksine, her metrekarenin turistle dolup taştığı değil, elbette turistlerle karşılaşabileceğiniz ama daha çok şehrin yerlilerinin takıldığı, şahane sokaklara ev sahipliği yapan semt.
Bir önceki yazıda kaldığımız yerden devam edersek, çılgınca yağan yağmurdan sırılsıklam olmuş bir halde kendimizi otel odasına attık, kıyafetlerin kuru kalan tek bir santimetrekaresi kalmamıştı. Acaba yağmur diner mi diye bir süre bekleyip, sonunda son geceyi bekleyerek geçirmemeye karar verdik. Kendimizi sokağa attık. Trastevere'ye gideceğiz. Ama nasıl? Elimizdeki ufak haritalar sadece tarihi şehir merkezini kapsıyor. Yağmur altında otobüs duraklarındaki çizelgeleri umustuzca incelerken, yanımızda yaşlı bir teyze belirip yardıma ihtiyacımız olup olmadığını sordu. Bunu gayet güzel bir İngilizce ile sorduğunu da eklemeliyim. Trastevere'ye gitmeye çalıştığımızı öğrenince "Ben de o tarafa gidiyorum, isterseniz beraber gidelim. Otobüse buradan binersiniz ama daha sonra indiğiniz yerden biraz yürüyüp aktarma yapmanız gerekli" dedi. Biz de takıldık teyzenin peşine. Birlikte otobüse bindik. Bu sırada sohbet etmeye başladık. Türk olduğumuzu duyunca "Merhaba, Nasılsınız?" diye söze girdi. Meğer kendisi Fransız bir rahibeymiş. 5 sene Efes'teki bir kilisede çalışmış. İzmir'i ne kadar çok sevdiğinden, orada edindiği Türk arkadaşlarından bahsetti. Aktarma yapmamız gereken yerde bizimle birlikte indi, yolunu uzattı ve bizi diğer otobüse bindirdi. Vatikan'da görevli olduğunu, Roma'ya birkaç sene önce bu yüzden yerleştiğini ve yaptıkları işleri anlattı. Bunları o kadar profesyonel bir şekilde, o kadar dine, Hristiyanlığa hiç değinmeden anlattı ki, sanırsınız bir dış ticaret firmasında finans müdürü. Teyze son gecemizde bizi yol arayarak geçireceğimiz asgari bir yarım saatten kurtardı, bir de böyle komik bir anımız oldu. Trastevere'ye sağ salim vardık. Dükkanlar hala açıktı, sokaklar hareketliydi.
Sepet sepet ricotta, sakın beni unutma! Böyle şirin dükkanlar var. Minicik. Kendi peynirlerini üretiyorlar, koyuyorlar vitrine. Ricotta ne güzel bir peynir. Biz de şanslı bir milletiz peynir konusunda. Yöresel peynirleri keşfettikçe bunu daha iyi anlıyorum.
Lilyum'larla süslü büfede içkinin yanına atıştırmalık ne ararsanız var. Ekmeğiniz üzerine sürebileceğiniz mezeler, fesleğenli makarna, pirinç salataları, tavuk parçacıkları. Yani sanmıyorum ki dünyada başka herhangi bir yer spritz için ödediğiniz 4 euro'nun hakkını daha fazla versin. Roma'ya gidince Freni e Frizioni'ye gidilmeli, tek gece bile kalınacaksa aperitivo burada yapılmalı.
Eveeet, günlerdir yaza yaza bitiremediğim Roma hikayemizin sonuna geldik. Roma'ya hoşçakal demek zor. Giderken gözüme takılanlar da bunlar. Hava alanındaki İtalyanca Orhan Pamuk'lar. Kar ve Benim Adım Kırmızı.
Şu an evde salon sehpasını süsleyen eğlenceli çizgi roman. İtalyanca her şeye mi yakışıyor ne?
İşte bu kadar. Bir dahaki sefere kadar hoşçakal Roma!
3 yorum:
Yine guzel kesifler yapmişsin:)
güzel bir yazı olmuş. sağolasın.
sevgiler
gorki
Barselona yazında belirttiğin Bo Tapasları harikaydı. bizzat tattık ve damak tadına güveniyoruz,Freni e Frizioni'yi de kaydettim bir tarafa. Trastevere'nin küçük ama sevimli sokakları ve meydanları gerçekten sürprizlerle dolu. biz de keşfettiğimiz için şanslı olduğumuzu düşünüyorduk :)
Yorum Gönder