31 Ekim 2006

Jöle

Üzerime çöken rehavetten biran önce kurtulmak istiyorum. Kasım geliyor yarın. Artık bu gri havaya ve heran yağabilecek yağmura alışmak gerekiyor. Her sene ben daha alışamadan bir kış böyle gelip geçiyor. Mutluyum ama jöle gibi bir mutluluk. Yani sakin sessiz. Ben aslında böyle mutlu olmam, kıpır kıpır olurum ama nedense bu sefer böyle fazla ağır başlı bir mutluluk... Haydi bakalım, büyümek buysa uzak olsun, istemiyorum.

1. Ben örgü örerim kışın. Sadece atkı örerim. Herşeyle atkı takarım. Kazak örmeye sabrım yok zaten becerebilir miyim bilmiyorum. Dün kendimi aşıp yanda gördüğünüz şeyi yaptım. Şu ana kadar yaptığım en komplike şey :) Ama çok beğendim. Annemi ikna edebilirsem önünü yapıp geri kalanını ona yaptırıcam ve böyle zorro gibi gezicem :)
2.Odamı düzenleme seanslarına 10 yıl devam etsemde sonu gelmeyecek sanırım. Çok düzenli oldu mu da sevmiyorum aslında. Böyle hafif bohem bir dağınıklık bana yaşanmışlık duygusu veriyor. Böyle 'kitap gibi' derler ya öyle evleri, odaları sevmiyorum. Hello kittylerim yanyana geldi. En büyüğü aslında bir balon. Babam almış getirmiş birkaç gün önce. Komik ama çok güzel birşey insanın 24 yaşındayken babasının ona hello kitty şeklinde balon getirmesi :) :)

3. Dün gece yatarken İtalya'dan getirdiğim 'pasta' kitaplarından birini inceliyordum. Hiç tavsiye etmiyorum, yatarken yemek kitabına bakmayın. Gece 2bucukta savaş verdim kendimle mutfağa gidip makarna yapmamak için.. Ama aklı başında bir saatte aklıma koyduğum bir makarnayı yapmaya karar verim. Hamurunu kendim hazırlayıp, kesip, içini doldurup, tortellini yapacağım. Sayfanın solundaki wishlistte bulunan pasta-maker ım hala 'wish' vaziyetinde. O yüzden bu anlattığım şeylerin hepsini 'manual' olarak yapmak zorundayım. Güzel olur herhalde.

Geçen gün fatura yatırmaya gittiğimizde borcumuz olmadığını söyleyen kafası antenli Turkcell bugün fatura ödenmediği için telefonumu kapatmış. Bakalım ben şimdi gidip bu durumu anlatınca bana ordan biri 'Ama Ayşe çok fazla titriyosuuuun!' derse ben onun antenlerini birbirine dolar mıyım dolamaz mıyım???

29 Ekim 2006

Cumhuriyet


29ekim
Video sent by aysesworld

Bayraklarınızı asmayı unutmayın lütfen!!! Siz de sevinmiyor musunuz bayrakları gördükçe pencerelerden? Umutlanmıyor musunuz? Ben umutlanıyorum..
Daha çok uzun seneler boyu Cumhuriyetimizi kutlayabilmek için önce ona sahip olmak zorundayız. Şu anda neden bu durumda olduğumuzu iredelemenin tüm Türkiye'nin sorumluluğunda olduğunu düşünüyorum. Özellikle de gençlerin.. Çocuğu olanlar için anlatacak ne kadar çok şey var bugün!! Tadını çıkaralım..
Hepimizin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun!

27 Ekim 2006

Patates Kafa

Bu patatesleri ben böyle küçük toplar haline getirmedim. Zaten getiremem sanırım. Migros'ta gezerken gördüm. Böyle top top patatesler, havuçlar satmaya başlamışlar. Ne yaparım ben bu misket kadar patateslerle diye düşünmeden hemen aldım tabi. Bence bunlardan çok güzel kokteyl mezesi olur. İkiye kesip arasına birşeyler sürülebilir ya da benim yaptığım gibi bir sos tabağı hazırlanıp kürdanlarla top top patates yenebilir. Çok manalı bir yiyecek olmadığını kabul ediyorum! Çok pratik birşey ama yinede fırında patates pişirme konusunda benden daha deneyimli olduğunuza yüzde yüz gözüyle baktığım için, daha başarılı küçük patatesler yaparsınız.. Ben neler yaptım hemen anlatıyım: Patatesler için özel olan bir baharat var bizde adı 'Country Potatoes'. Çok lezzetli, ben bunu içinde patates olan herşeye koyuyorum; hatta bazen çorbanın içinde de çok güzel oluyor. Fırın kağıdına rastgele şekilde yerleştirilmiş (bu nokta çok önemli! ) patateslerin üzerine çok az yağla karıştırılmış baharatı bir fırça yardımıyla sürdüm. (Emine Beder gibi anlatıyorum valla!) Daha sonra 'Çiğ patates fırında ne kadar zamanda pişer?' sorusunun cevabını bilmediğimi farkettim ama artık herşey için çok geçti.. 15 dakikaya ve 180 dereceye ayarlanmış fırında patatesler, 4 kontrolden ve pişip pişmediğini anlamak için batırılmış 15 kürdan deliğinden sonra 45 dakika sonra pişmiş sayılabilecek halde fırından çıktı. Ben bu sırada ne yaptım? Sos tabağı!!! Son İtalya turundan elde kalan Crema di Porcini (Porcini mantarı kreması) ve Crema di Asparagi (Kuşkonmaz kreması) , arrabbiata sos veee süzme yoğurt! Patlamış mısır ya da cips gibi atıştırmalıklara bir alternatif olabilir..
Başka yeni ne var derseniz Nouvelle Vague derim size. İndirin dinleyin.. Ayrıca böyle hep biryerlerde duyup da çok eskiden hatırladığım ama adını bilmediğim bir şarkıyı sonunda buldum. 'Gazebo- I like Chopin'. Çok güzel. Bu sıralar da süper gidiyor havayla..Rainy days.. Benden söylemesi...

21 Ekim 2006

Onarıcı Adalet

Bugün Cumartesi.. Tatil başladı.. Havalar da düzeldi.. Moralim iyi.. derken şunu gördüm sabah sabah.. Yazının geri kalanı neşeli bir bayram yazısı değildir. Keyfim yerinde, hiç bulaşmayayım derseniz devam etmeyin..
"TBMM'de üzerinde çalışılan bir düzenlemeye göre-AKP'NİN İNCİLERİ TABİKİ BUNLAR-, birden çok evlilik yapanlar, sadece imam nikâhı kıydıranlar, cinsel tacizde bulunanların davaları 5 yıl ertelenebilecek."
Şahane..süper.. Başımıza daha neler gelecek acaba?? Bu tasarı başka hangi suçları suç olmaktan çıkarıyor bir de ona bakalım:
"Birden çok evlilik, aralarında resmi nikâh olmaksızın evlenmenin dinsel törenini yaptırmak (imam nikâhı), hileli evlenme, çocuk düşürtme, reşit olmayanla cinsel ilişki, cinsel taciz, çevrenin kasten kirletilmesi, halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama, görevi sırasında din hizmetlerini kötüye kullanma, halkı askerlikten soğutma"
"Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması, kasten yaralama, organ ve doku ticareti, cinsel taciz, tehdit, konut dokunulmazlığının ihlali, sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi, ayrımcılık, kişilerin huzur ve sükûnunu bozma, haberleşmenin engellenmesi, hakaret, kişinin hatırasına hakaret, ibadethanelere ve mezarlıklara zarar verme, parada sahtecilik, suçu ve suçluyu övme, kanunlara uymamaya tahrik, hayasızca hareketler, müstehcenlik, kumar, kötü muamele, yalan tanıklık, kamu görevlisinin suçu bildirmemesi, hâkim kararı olmaksızın genital muayene."
Göz göre göre.. Ne kadar yazık.. Bunun adı da "Onarıcı Adalet" miş.. Neyi onarıyorlar acaba? Adalet sistemindeki şeriata uygun olmayan kısımları mı? Haberin tamamı şurada.
Çok üzülüyorum, elimden birşeyler gelmiyor olmasına da içim acıyor. İnsanlar nasıl hala bu kadar kör olabiliyorlar? Ben oturup da blogumdan siyasetle ilgili yorumlar yapmak istemiyorum. Bu blogun amacı bu değil. Ama mecbur hissediyorum kendimi. Sevgili başbakanımız 1994'te İstanbul'da belediye başkanlığı koltuğuna oturduğunda da ilk lafı "Ben İstanbul'un imamıyım." olmuştu. Daha sonra da "Demokrasi amaçlara ulaşılmak için bir araçtır." dedi. "Ata'ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok" dedi. Çok sonraları "Değiştim" dedi, yerseniz..
İyi bayramlar Türkiye! Haftaya pazar da 29 Ekim...

20 Ekim 2006

Eski Fotoğraflar 2


Bu fotoğrafar Çandarlı'da çekilmiş. Yani bizim yazlığımızda. 20 sene olmuş tam. Bahçemizin haline bakılırsa sitenin yapımı daha tam bitmemiş bile.. Küçük köpek yavrularıyla oynadığım resmi çok sevdim. O katlanan sandalyeleri çok iyi hatırlıyorum. Bir ara herkesde vardı. Sahile de götürülürdü.. Sol dizimdeki yara izi de çok tanıdık. 12 yaşıma gelene kadar hep yaralar vardı diz kapaklarımda. Şimdi bile izleri var. Devamlı düşerdim, kanardı, kabuk olurdu, o kabuğu koparırdım, yine kanardı.. Artık o kadar alışmıştım ki bu duruma dizimi kanatıp geldiğim zaman anneme 'Tentürdiyot sürme Mersol sür!' derdim. Uzmanlaşmıştım bu konuda.. Resimlerde göründüğü kadar masum değilmişim.. 5 yaşından sonra durulmuşum, herkes rahat etmiş.. Ne geldiyse Çandarlı'da geldi başıma. İlkokuldayken yokuş aşağı bisikletle giderken (Kırmızı bir BMXti) ön freni sıkıp tepetaklak yuvarlanmıştım. Gözümün 2 parmak ilerisinde 4 tane, bacağımda da 3 tane dikiş var bu yüzden. Toplam 50 kadar dikiş var sanırım vücudumda. Betondan yere kendimi balıklama atıp da kafamı yardığım kısmı ise hiç anlatmıyorum bile. İnsanın çocuğu olması zor birşey sanırım!
Sabah sabah dikişti yaraydı pek iç açıçı bir yazı olmadı sanki :)
Bugün cuma.. Bu akşamdan itibaren tatile gidenler çoğunluktadır herhalde.. Herkese iyi tatiller diliyorummm.. Havalar da düzeliyor mu ne?

18 Ekim 2006

Eski fotoğraflar..

Bilgisayarım formatlandı geldi.. Anca şimdi yazabiliyorum. Bilgisayarın kafayı yemek üzere olduğunu, çoook uzun zamandır almayı istediğim, bir tek oturup benle sohbet etme fonksiyonu eksik olan yazıcıyı bilgisayara yüklemenin imkansız olduğunu farkedince anladık. Yazıcıyı almamın asıl sebebi fotoğraflarımı elimde istememdi. Fotoğraflara bilgisayar ekranından bakmayı sevmiyorum. Sağ sol tuşuyla oynatmaktansa, iki elimle bakıp, baktığımı arkaya geçirerek, ilk gördüğüm fotoğraf tekrar başa gelecek de fotoğraflar biticek diye yavaş yavaş bakarak.. Son 3 senedir çekilmiş tüm fotoğraflarım cdlerde, bilgisayarda.. Ancak birkaç tane var özel günlerde çekilmiş de basılmış olan. Albümlere dizmek istiyorum oysaki ben onları. Kronolojik sıraya koyup, yanlarına küçük notlar yazarak.. Yazıcıyı getiren çocuk "Öyle yüzlerce fotoğraf basamazsınız." gibi birşeyler dedi, ama onun henüz balayında olduğum yazıcımla aramıza girmesine izin vermeyeceğim!

Fotoğraf basma şevkimle ters düşen, gidip fotoğraf kağıdı alma eylemini ertelemem yüzünden henüz fotoğraf basamadım, ama çok eğlenceli başka bir şey yaptım. Açtım eski albümleri birsürü eski fotoğrafı scan ettim. Yani asıl amaç yeni fotoğrafları somut fotoğraf haline getirmekken, eski fotoğraflar sanal fotoğraf oldu.. Nasıl oldu derseniz bence çok güzel oldu..
En çok bu fotoğrafa güldüm. Daha ilkokula gitmiyordum. Kafamdaki kızılderili şapkasını -kartondan!- çok iyi hatırlıyorum. Kafamdan hiç çıkarmazdım. En büyük zevkim de kafama şapkamı takıp -kocaman tokalarla tutturulmuş olacak, tel toka olmaaaz!- teybe Emel Sayın'ın 'Yağdır Mevlam Su' şarkısını -evet evet!!- koyup, salonun ortasına benim için kurulmuş salıncakta sallanmaktı. Şarkı bitince de salıncaktan inip, kaseti başa sarıp tekrar çalardım! :) Kimbilir artık ne düşünüyorsam... Türk Sanat Musikisiyle büyüdüm yani ben, annem ve babamın da anlamadığı bir şekilde!
Bir diğer şaşırdığım fotoğraf da sağdaki oldu. Çünkü bu anı
çok net hatırlıyorum, sanki dün gibi. Zaman çok çabuk geçiyor. Ellerimden kurtulmaya çalışan sevimli yaratık, şu anda 1.90 boyunda, küçük kardeşim olduğuna kimsenin inanmadığı bir adam oldu. Şu fotoğraftaki tipine bakınca gülüp duruyorum! O doğduğu zaman tutturmuştum adı ya 'Ali' ya da 'Ahmet' olacak diye. Ben Ayşe'yim ya hani, başka ne olabilir ki bu ikisinden başka?? Neyse günlerce ağlamanın sonunda bana 'Mert! adını da kabul ettirdiler. İyi olmuş. Yakışıyor ona. Ben adımı hiç sevmezdim küçükken. Soranlara da 'Kamelya' derdim. Şimdi seviyorum :) Aklıma bir sürü çoktan unuttuğum şey getirdi fotoğraflar.. Arada bakmak lazım..

16 Ekim 2006

Hayatım film

Ben listesiz hiçbirşey yapamayan bir insanım. Yerine göre faydalı yerine göre acayip zaman kaybı. 2 günlük haftasonu tatiline giderken liste yaparım. Diş fırçası, Sensodyne, Sebamed, çorap gibi.. Siz düşünün ben uzun tatillere giderken bu liste nasıl boyutlara ulaşıyor. İtalya'ya taşınırken 1 ay önceden başlamıştım listeye. Çok sağlıklı bir durum değil sanırım. Bazen de gereklilikten değil, sadece keyiften yapıyorum listeleri. Nedense kitap okumak ve film seyretmekle ilgili çok garip bir fobi oluştu bende son 2 yıldır. Sanki ömrümün sonuna kadar okusam bütün okumak istediğim kitapları okuyup, bütün seyretmek istediğim filmleri seyredemeyeceğim. Kendimizi rahatlatmak için ne yapıyoruz? Liste hazırlıyoruz tabiki. Atilla Dorsay'ın "Hayatımızı Değiştiren Filmleri" kitabının 1995-2005 bölümü çıkmış. Tam bayıldığım gibi! Daha önceden edinilmiş "Ölmeden Önce Görmeniz Gereken 1001 Film" in yanındaki yerini aldı. Dün akşam oturup çalışmalara başladım. 1995ten 2005 e kadar seyretmediğim tüm filmleri yazdım. Değerlendiremeye alınan 800 filmden 150 kadarını seyretmemişim. Hımmm dedim güzel sayı! Bu 150 filmi yıldızlarına göre ayırdım. 4 yıldız üzerinden yapılmış tüm değerlendirmeler. 4 yıldız kategorisinden seretmediğim 30 tane film var. Listeyle DVDciye gidilecek, içindeki hiç duyulmamış Rus, Norveç filmlerinin de olduğu liste bırakılacak. 'Sen bulursun bulursunnnn!' denecek. Sonra hepsi bir bir seyredilecek!

Eğer sizde benim gibi reklamlara meraklıysanız ve dünyada bu konuda neler olup bitiyor merak ediyorsanız, size burayı tavsiye edebilirim. Süper şeyler var. Saatlerce dolanabiliyorum burda. Yandaki "Finding Nemo2" reklamı hemen gözüme çarptı. Sevsem mi sevmesem mi karar veremedim. Sonuç olarak Nemo'yu parçalanmış ve sushi haline getirilmiş olarak görmek çocukları da büyükleri de mutlu etmez sanki.. Ama çarpıcı olduğu doğru. Ne zaman geliyomuş diye baktım ama birşey bulamadım. Yoksa böyle birşey yok mu??


p.s: Photoshop'ım hala yok bu yüzden sayfanın yanındaki post-iti yenileyemiyorum. Motosiklet Günlüğü'nün soundtrack'i şiddetle tavsiye edilir!!!!

13 Ekim 2006

Kızsal saç, ayakkabı, çanta postu..

Yeni saçım böyle bişey işte. Seren Serengilvari yan kahkülüm var. Eskiye göre daha koyu ama her banyodan sonra yavaş yavaş açılan ilginç bir saç rengim oldu. Her banyo sonrası bir sürpriz oluyor. Şimdilik memnunum. Zaten memnun olmasam da kuaföre daha bir süre gitmeyi düşünmüyorum. Çünkü şu gördüğünüz -pek bir orjinalliği olmayan- saçı yapmak 4 saat sürdü.


Devil Wears Prada'nın ertesi gününe denk gelen Ankamall alışveriş gezimizin nadide parçalarından altın rengi ayakkabı ve çantayı takdim ediyorum! Şimdi beni tanıyanlar gülmeye başlamış olabilir Ayşe sen bunları nasıl giyeceksin diye ama beğendim aldım. Bazen böyle oluyor nedense. Hanım hanımcık olasım geliyor. Hali hazırda birşeyler bulundurmak lazım. Bu akşam bunlarla dışarı çıktım, kendimi garip hissetmedim. Topuksuz olunca çok süslü olmuyor galiba. Bu arada her yeri sarmış olan taytlara hala alışamadım. Oysaki 10 sene önce ben çok severdim. Şimdi tuhafıma gidiyor. Ben ortaokuldayken altına Harley Davidson çizme üzerine de bol bir gömlek ya da sweatshirt -mümkünse mickey mouse'lu ya da tazmanya canavarlı- giymek çok modaydı. Sanırım tayt modasının 2006 versiyonuna iştirak edemeyeceğim.

Beni hayatımda hiç arı sokmamıştı. Geçen pazar gününe kadar. Zaten gidip de arının üzerine basmasaydım daha sokacağı da yoktu sanırım. İlk arı sokmamı evin içinde yerde duran bir arıya basarak yaşadım. Arı mı daha çok şaşırmıştır ben mi bilemiyorum.

p.s: Orhan Pamuk'un Nobel Edebiyat ödülünü alması benim gözümde, herkesin büyük gurur duyması gereken bir olaydır. Fransa'da olanlar hakkında da sadece üzgünüm. Bu konulara kendi ıvır zıvırımın yer aldığı bu postta yer vermek istemiyorum. Daha sonra konuşuruz.

11 Ekim 2006

Kalbur'da Evlilik Yıldönümü :)


Dün annemle babamın 26. evlilik yıldönümüydü. Hala çok mutlular... Bu çok büyük bir şans. Hep mutlu bir ortamda büyüdüm ben. Babam hala haftanın bir günü mutlaka çiçekle gelir eve.. Umarım hep böyle sağlıklı ve mutlu olurlar daha uzun yıllar boyunca.. Dünün en komik olayı ise babama hediye almak için gittiğimiz alışveriş merkezinde, oraya anneme hediye almaya gelmiş olan babamla karşılaşmamızdı! :)

Akşam annem, babam ve ben çok romantik bir yıldönümü yemeğine gittik. Senin orada ne işin var derseniz çok haklı olursunuz! Ama benim çok sevdiğim Kalbur'a gitmeye karar verdiler, ben de tekliflerine karşı gelemedim! Ben de bu aşkın bir meyvesi sayılırım ama değil mi? :):)

Kalbur, Ankara'daki en iyi balık lokantası. Türkiye genelinde yapılan listelere de girer hep. Çok orjinal mezeleri vardır. Sahibi Mehmet amca aksiliğiyle tanınır, kimse ona karşı gelemez!Yıllardır aynı yerinde durur Kalbur. toplam 10 masası bile yoktur. Bir gün önceden rezervasyon yaptırmadan gitmek çok büyük hata olur çünkü yılın her zamanı tıklım tıklım doludur. Mekanı büyütseler de o kadar dolu olacağı kesindir ama onlar büyütmezler. Hatta pazartesileri Kalbur kapalıdır. Bir de üstüne üstlük kredi kartı kabul etmezler :) Bunlara rağmen orası şahane biryerdir. Lafın kısası, yıldönümü, romantizm gibi şeyler aklımdan pek geçmedi Kalbur'u duyunca..

1. Yoğurtlu Patlıcan

2. Deniz ürünlü midye dolması

3. Fava

4. Radika

1. Kalamar

2. Ahtapot ızgara: Ben bunu ilk defa yedim ve bayıldımmmm!

3. Ahtapot salatası

4. Karidesle doldurulmuş kalamar

Herşey çok güzeldi.. Bu kadar mezenin uzerine kimsede balık yiyecek hal kalmadı tabi.. Genelde böyle oluyor zaten.. Kesinlikle tavsiye ediyorummm!..

p.s: Devil Wears Prada'ya bayıldımm! Beklenilen etkiyi yaptı. Babamın yıldönümü hediyesi için Ankara'nın en büyük alışveriş merkezi Ankamall'e gitme fikri tabiki tesadüf değildi. Ayrıntılar yarına kalsın..

9 Ekim 2006

Bohemian Rhapsody

Şimdi görüşmeyeli hayatımda şöyle şeyler oldu.


1. Evde kocaman bir yengeç yaptık. Gerçekten hayatımda gördüğüm en büyük yengeçti ve çoook lezzetliydi. Tabakla çok uyumlu oldular. Şirin yengecin hepsini yedik.

2. Çok fazla sinemaya gitmeme rağmen nedense bilmiyorum tiyatroya pek gitmiyorum. Cumartesi akşam gidicektik. Oyunun adı da 'Bahçemdeki Ayı'. Önce kandırılıp, tiyatro bilgisi eksikliğimden faydalanılarak bir çocuk oyununa götürüleceğimi ve akabinde yıllarca dalga geçileceğimi sandım. Ses çıkarmadım:) Tiyatroya gittik. Oyunculardan biri hastalandığı için iptal olmuş, başka bir oyun vardı. Neyse dedik.. Yani olmuyorsa olmuyor. Napalım. Meğer oyun baya güzel bir oyunmuş. Şimdi arayınca gördüm. Onun yerine 'Beş Vakit'e gittik. İlla birşeyler seyredilecek yani! Çok iyi olmuş gittiğimiz. Filmi çok beğendim. Görüntü yönetmenine hayran kaldım. Eve geldim baktım, görüntü yönetmeni Florent Herry diye biriymiş. Tebrik etmek gerek kendisini. İtiraf etmek gerekirse biraz hayal kırıklığına uğradım.(Milliyetçi Ayşe!) Çok güzel bir Türk filmi olmuş, gerçek olmuş, görüntü yönetmenliği filmi çok iyi yerlere taşımış o yüzden o kişi Türk olsaydı daha çok sevinecektim sanki.. 'Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak' ı andırdı bana biraz. Altın Koza'yı da aldı. Daha ne olsun?

3. Pazar sabahı daha önce anlattığım Turta'daki brunchla başladı. Kesinlikle çok başarılıydı. Büyük yerlerin brunchını 3e katlayacak kadar iyiydi. Günün gerisi Ankara'da ilginç şekilde ekim ortası hala güzel devam eden havanın tadını çıkarmak için Eymir'de geçti. Herkes böyle düşündüğünden olsa gerek tıklım tıklımdı. Pazar günü Eymir'e gitmek çok da iyi fikir değil diye düşündük ama çalışanlar naapsın değil mi ?

4. Akşam 'The Devil Wears Prada' ya gidiyoruz. Çok seveceğimi şimdiden biliyorum. Bilmediğim ise ertesi gün şüphesiz ki oluşacak dayanılmaz alışverişe çıkma isteğini ise nasıl dizginleyeceğim. Kendi kendine tekrar et. 'Hayır daha çok ayakkabıya ihtiyacım yok..'

İşte böyle...

6 Ekim 2006

T.G.I.F

Böyle siteleri çok seviyorum! Nasıl denir ki? Kişiselleştirme sitesi! Ben genelde burada komik şeyler yapıp eğleniyorum. Şimdi bu da var! Kasete isim düşünürken -çok önemli işlerim var!- sevdiğim ne kadar çok şarkı olduğunu farkettim. Bu yüzden de laptopumu okula teslim ederken sadece 7GB şarkı cdsi yapmak zorunda kaldım. Düşündüm de böyle bir best of yapacak olsam - arabamda dinlemek için yaptıklarımın haricinde tabi, gerçek albüm!- içine neler koyardım? Ne kadar zor karar vermek. Tüm zamanların en sevdiğim şarkısı Manic Street Preachers - The Everlasting. Bu mutlaka olmalı. Şu aralar da devamlı Alessandro Safina - Luna dinliyorum. Jekyll&Hyde müzikalinin soundtrack'i zaten hep başucumdadır. Astor Piazzola - Oblivion. Depeche Mode - Personal Jesus. Pj Harvey - Down by the water. Gogol Bordello - Start wearing purple. Radioheadsiz olmaz ama hangi şarkılar? Tamam yeter. Bunun sonu yok:)
Birazdan kuaföre gidiyorum. Hiiiç sevmem kuaföre gitmeyi. Çok sıkılırım orda. Eskiden kalmış dergileri oku, kadınların muhabbetini dinle, zaten başım ağrıyor hemen fön sesinden! Gıcık Ayşe olarak kalkmışım bugün anlaşılan! Saçlarımın rengi değişecek. Kış geliyor. Gölgeler koyulaşacak. Uçlarından kestirilecek. 2 parmaktan çok kesmemesi için beyfendi tehdit edilecek. Kuaförler beni pek sevmezler. Birazcık problemli bir müşteriyim sanırım. Ama çok hassasım bu konuda. Bir kere ne akla hizmet olduğunu hala anlayamadığım şekilde saçlarımı oldukça açık bir renge boyatmıştım. -Esmerim ben bu arada- Hiç güzel olmadı tabiki. Geri koyulaştırmak istediğimde ise saçlarımın çok yıpranmış olduğunu söyleyip kısacık kesmişti saçımı eşşek kafalı kuaför. Sezen Aksu'nun yıllar önceki haline benzemiştim. Bi tarafı uzun bi tarafı kısa küt saçlı. Hatırladınız mı? Günümüz için gayet komik bir saçtı. 3 senede anca uzadı saçlarım. Artık sadece senede en fazla 2 kere gölge yaptırıyorum. Artık saçlarım düzeldi ama senede 2 kere yapılan bu boya seansı beni çok geriyor! :)
p.s: kaset fikri simiole'den haber vererek çalınmıştır :)
p.s2: 3 kilo verdim olleyyy

4 Ekim 2006

bambina :)


bambina
Video sent by aysesworld
Bu bana e-maille gelmişti. Hala bakıp bakıp gülüyorum. Acaba ne yapmaya çalışıyor, kimi taklit ediyor? :) Bebekler ne kadar komik şeyler. İnsan anne olmaya hazır olduğunu acaba nasıl anlıyor? Ben daha tahammüllü bir insan olmaya başladım mesela son birkaç yıldır. Bu gerekli birşey ama yeterli değil sanırım. 2 saat birlikte oynayıp çok güldüğüm bebekler ağlamaya başladığı zaman onları hemen annelerinin eline tutuşturuveriyorum mesela. Kendi bebeğim olsa öyle yapmak gelmez içimden herhalde. Annem benim yaşımdayken ben 2 yaşındaymışım. İlginç tabi.. 30 yaşından önce doğurmak lazım sanırım.(Kime göre, neye göre?) 6 sene var daha, panik yok :)

3 Ekim 2006

Gazete okumak istemiyorum


Geçen sene Amasra'ya gitmiştik okuldan arkadaşlarımla. Çok eğlenceli bir haftasonu olmuştu. Aklıma geldi, bu fotoğrafı koymak istedim. Canlı Balık'ta çekildi. Günümüzle hiç alakası yok aslında değil mi?! Sadece içimden geldi.. Kötü birşey demek istemiyorum ama içimde tutamıyorum. Resim anlatıyor sanırım...

2 Ekim 2006

İşsiz insanda pazartesi sendromu neden olsun ki?

İtalyadaki makarna reyonları inanılmaz! Barilla'nın ne kadar çok çeşidi var!
Makarnaya karşı bitmek bilmeyen bir tutkum var. Ben onu sadece öylesine çabuk bir yemek gibi görmüyorum. Değişik soslarla tamamen benzersiz tatlar yaratmak mümkün ve her seferinde sonuç bir öncekinden farklı. Senelerdir hesapsızca yemek yemeye hiçbir tepki vermeyen ve aynı kiloda kalan-nasıl olduğunu anlamıyordum ama şikayetim yoktu!- vücudum son zamanlarda sanırım isyan etmeye başladı. Vermem gereken 3 kilo var. Madem ki yemek benim için bu kadar vazgeçilmez birşey ve 2-3 kilo vermek için bile olsa biraz kendimi tutmaya çalıştığımda çok mutsuz oluyorum, bu sefer daha değişik bir yönteme başvurmaya karar verdim. İlk defa spor yapıyorum! Günde 8 km yürümeye başladım. Ev kızı olarak geçirdiğim bu süreyi- hayır hayır buna masterımı tamamladıktan sonra işe girene kadar geçen süre diyeceğim, ev kızı çok cirkin.- faydalı birşeyler yaparak geçirmek istiyorum. Spora başlayıp, sigarayı azaltıp (2 günde 2 sigara içtim,-alkış alkış-), okumak istediğim kitaplara ve izlemek istediğim filmlere ve Friends serilerine ayıracak her zaman istediğim ama asla yeterince olmayan zaman şimdi var. Bakalım bu durum daha ne kadar süre devam edecek? Çok uzun olmasın lütfen..

1 Ekim 2006

Pazar / Domenica / Sunday

iyi pazarlar!

Birazdan tüm aile olarak kahvaltı edeceğiz. Ben çok seviyorum bu birlikte kahvaltı etme olayını. 10 tane gazete alalım, kocaman sofra olsun, devamlı biten çay suyu eklensin (ekleyen ben olmıyım!).. Yurt dışında yaşarken de en çok bunu özlüyordum. Devamlı poşet çay içiyordum çünkü çaydanlığım yoktu. Hala ince belli bardakla kupanın arasında özel bir tercihim yok. Ne kadar çok insan seviyor ince belli bardakta çay içmeyi. Acaba neden daha keyifli geliyor?
Herkese iyi pazarlar diliyorum... :)