23 Eylül 2010

geri geldim!

Neden yazamadığımı bilmiyorum. Belki de çok fazla şey biriktiği ve nereden başlayacağımı bilemediğimden, bu aralar çok koşturduğumdan, hem heyecanlı, hem de acayip kafası karışık bir durumda olduğumdan. Sanırım hepsi. Üç ayın sonunda şimdi Ankara'dayım, anca zaman bulabiliyorum. Evet ben hayırsız bir blogger oldum.
*

1. MBA'den arkadaşım Antonio İstanbul'a ziyarete geldi. Harika bir 5 gün geçirdik. Kendim de daha önce görmediğim her yeri ona gezdirdim, turist rehberi gibi oldum. Elimde kocaman bir İstanbul rehberi, Sultanahmet çevresinde 3 gün geçirdim. Ne Kapalıçarşı kaldı, ne Ayasofya, ne Sultanahmet Camii, ne Yerebatan, ne Topkapı. Çoook yorucu ve aynı zamanda keyifliydi. Hep görmek istediğim yerleri bu fırsatla görmüş oldum, bir de toplu taşımayı efektif şekilde kullanmayı öğrendim. Antonio'yla sabahın köründen gece yarılarına kadar sokaklarda çok eğlendik. Ekim ortası ise bir başka arkadaşım Beatrice geliyor. Bu sefer çok antrenmanlıyım!


2. U2 konserine gittim. U2'nun tek bir şarkısını bile bilmeyen biri için dahi ağzı açık halde seyredilecek bir konserdi. Giderken ve dönerken yolda geçirdiğimiz uzun saatlere rağmen "İyi ki gitmişiz; bir daha hayatımız boyunca böyle bir şey görmeyebiliriz." dedik, konserin bazı kısımlarında gerçek anlamıyla donup kaldık. Konser hakkında çok fazla şey söylendi, yazıldı. Üzerine söyleyecek enteresan bir şeyim yok. Harikaydı sadece.


3. Bambam'dan bir gün bile ayrılmak işkenceye dönüştü artık. Ondan uzakken bildiğin aşk acısı çekiyorum. O kadar manyaklaştı ki, ağaçların tepesinden zor topluyoruz. Onun için her şey oyun, her şey hoplama, zıplama, koşturma sebebi. O kadar çok ısırıyor ve tırmalıyor ki, ailede kimsede kol bacak kalmadı, hepimiz haşat olmuş haldeyiz. Bunun kısa bir dönem olduğunu söylüyorlar. Zaten şirinliği sebebiyle kendisine kızmak pek mümkün değil. Otur 3 saat seyret, sıkılmıyorsun. Meditasyonmuş gerçekten kedi beslemek.

4. Veee programda bize ayrılan süre dolduğundan, assolist haber bir sonraki postta!

3 Eylül 2010

Tatil. Ünite 6: Cunda

Cunda'yı daha önce anlata anlata bitirememiştim. (Bir ki üç dört beş) Bu sefer ekleyecek sadece birkaç detayım var. O yazılarda zaten her şeyi söylemişim. Cunda'da ne yaparız diyenler oralara tıklayabilirler. Şimdi geçiyoruz bu seneki Cunda tatilinin fotoğraf ve detaylarına.







Cunda'nın içinde denize girme sıkıntısı vardı. Ya oldukça güzel olmasına rağmen ıssız ve düzgün bir tesisin bulunmadığı Patriça plajından, ya da biraz yol yaparak Ayvalık'ın Sarımsaklı plajından denize girmek gerekiyordu. Şimdi Cunda'nın arka tarafındaki Ortunç Otel yenilenmiş. Mavi bayraklı, şahane bir plajı var. Otel pahalı, sadece denizden faydalanmak için otele gidebiliyorsunuz, gerçi o bile pahalı ama Cunda zaten 1-2 günlüğüne gidilecek bir yer olduğu için tercih edilebilir. 1 hafta kalayım her gün Ortunç'dan denize gireyim derseniz o biraz tuzlu olabilir. Yine Bodrum plajları gibi değil ama saçma. Bu sene girdiğim en soğuk deniz buydu. Hatta Çandarlı'nın eski zamanlardaki çivi gibi, insanın kanını donduran denizinden bile soğuktu ama pırıl pırıl tabii ki. Eğer donmazsanız şnorkelle keşif için en uygun yerlerden biri.





Cunda bıraktığımız gibiydi. Ayvalık tostu, Bay Nihat, Taş Kahve, zeytinyağı, domates reçeli, Vino, hiç oturmamış olsak da Ayna olduğu gibi duruyordu. Bay Nihat yüzünden başka hiçbir restoranı deneyemediğimiz Cunda'da Cunda Balık Evi bu sene Ağustos'ta Food and Travel'da ayın restoranı seçildi, kısa bir süre için Cunda'da olduğumuzdan biz gidip denemedik, sizin aklınızda bulunsun.



Her güzel şeyin bir sonu varmış. Benim de bu seneki "İki Yıl Okul Tatili" tadındaki tatilim yarın sona eriyor. Çandarlı serinledi, deniz hala sıcak olsa da artık akşamları soğuk. Aylardır dolapta bekleyen çorap ve spora ayakkabılara geri dönüş yaptım. Şimdi neredeyse bir sene önce satın aldığımda "Ama konser pazartesi, nasıl izin alacağım da gideceğim" diye kara kara düşündüğüm ama yine de kendimi almaktan alıkoyamadığım biletimle beraber U2'yu izlemeye İstanbul'a gidiyorum. Referandum'a kadar da Ankara.