29 Kasım 2010

Sydney 4 - Parkta, bahçede, denizde gelinlik istilası!

Ben buraya geleli 14 gün olmuş. Zaman çok çabuk geçiyor. Burada havalar gitgide güzelleşirken, ben kışın ortasına geri dönüyorum bir süre sonra. Burda hayat zevkli ama evi de özledim. Keşke Avustralya daha sık gidip gelebileceğim bir yer olsaydı.. Yarın Nevra'yla Melbourne'e gidiyoruz. Başka bi şehir daha. Hadi bakalım.
*
Havaların güzelleşmesiyle birlikte parklar,bahçeler insanla dolup taşmakla kalmıyor, bir de her yeri damat ve gelinler sarmış halde! Hangi parka gitsek fotoğraf çektirmek için gelmiş gelin, damat, nedime ve nedimenin erkeğine ne deniyorsa onlardan oluşan ekiple karşılaşıyoruz. Burda böyle bir moda var sanırım. Gerçi parklar o kadar güzel ki, onları anlamak çok zor değil. Nedimeler kalabalık oldukları için daha dikkat çekiciler. (Nedimeleri gelinden daha ilgi çekici bulan başka biri var mıdır onu bilemem.) Konuyla ilgili çok eğlenceli bulduğum bir şey var. Bence nedimelerin aynı giyinmesi çok komik. Hepsinin tipi, boyu, kilosu birbirinden farklı olduğu için kıyafet her birinde başka duruyor. Bence bu yüzden ortaya haksızlıklar çıkıyor. Daha kilolu ya da çok sıska olan biri belki kendi vücudunda neyin daha güzel durduğuna kendisi karar vermek ister ve dayatılan kıyafeti belki de hiç beğenmiyordur! Aslında uygulaması komik olabilir. Giydir arkadaşlarına fosforlu pembe puantiyeli tüllü bişeyler, düğünün garanti çok eğlenceli olsun. Kızlar böyle bir şey talep etse, mecbur giyerim herhalde küfrede küfrede. Burda bu konu çok ciddiye alınıyor. Şunun gibi dükkanlar var. Bu link verdiğim bizim eve çok yakın. Ben de nedime konusuna amma kafa yormuşum maşallah. Gördüğün gelinlerin üzerindeki gelinlik nasıldı diye sorsan hiçbir fikrim yok, nedimelerin kıyafetlerini ezbere sayarım! :)
*
Sürekli karşılaştığımız gelin ve damat ve geri kalan ekibi yakalamak için özel çaba göstermesem de rastadıkça bugün fark ettim ki birçok fotoğraf çekmişim. Keşke gayret gösterseydim. Böyle bir koleksiyon yapabilirdim!
*
Başlıyoruz! Watson's Bay
Centennial Park.

Burada düğün arabası olarak bu arabaları kullanılıyor anladığım kadarıyla. Bence çok tatlı.

Hyde Park.

Hyde Park'ın başka bir köşesi

Hyde Park'ın başka bir köşesi daha!
*
*
Melbourne gezisi sebebiyle canlı yayına bir süre ara veriyoruz. İyi yolculuklar bize! Görüşmek üzere!!

Sydney 3 - Royal Botanic Gardens

Şehrin ortasında kocaman bir orman-bahçe olması alıştığımız bir durum değil. Burada ise şehrin dört bir yanında büyüklüğüyle insanı şaşırtan, daha kapısından girer girmez kendinizi bambaşka bir yerde hissetmenize yol açan parklar her yerde. Ben şaşıyorum böyle yüz yıllık ağaçlar, hem de sürüsüne bereket, nasıl böyle kalabilmiş? Şehrin ilk kuruluş aşamasında bütün ağaçları yerle bir etmezsen zaten kendiliğinden bir park oluveriyormuş. Royal Botanic Gardens'ın içine gir, bütün gün takıl, öyle bir yer. Rengarenk bahçeleri gez, yarasalı ağaçlardan kork, çimlerde yat, ördeklere bak.. (Hayatı düşün, yaptığın iyi şeyleri düşün, hatalarını düşün, dünyanın ne kadar büyük ve ne kadar küçük olduğunu düşün. Neler, nasıl değişebilir diye düşün. Cevaplar bul, cevabını bulamadığın soruları soru olarak arkanda bırak ama için rahat olsun..) Mesela.Kocaman ağacın kocaman yaprakları.Tuhaf şekilde parlak renkli bitkiler. (bende yeme isteği uyandırıyor nedense.) Nevra büyük merakla fotoğrafını çekiyor hepsinin, sonra bir de isminin fotoğrafını çekiyor :) Nilüferli, ördekli, fıskiyeli gölcük.
Yukarıda bahsedilen şeyleri düşünmek için rezerve edilmiş çimlik alan.

Bu ağacın üzerindekiler ne ya, meyve mi? Aaaa, yarasa. Sonra yukarılara doğru ürekekçe atılan bir bakış. Bütün ağaçlar aynı!! Üzerimizde yarasalar var! Neyse ki gündüz!
*
Royal Botanic Gardens'ta binlerce çeşit bitki, ağaç hatta hayvan var. Şehrin hemen ortasında olduğu için yorucu bir turistik gezinin ortasında 1 saat bile dinlenmek için içine dalınabilir. Çıkılabilir mi orasını bilemem.
*
Tam denizin kıyısında olduğu için yılbaşı kutlamaları için de harika bir yer. Şimdiden rezervasyon yapılıyor. Zaman zaman aktiviteler, düğünler de düzenleniyor. Şuradaki web sitesinden kontrol etmekte fayda var.

25 Kasım 2010

Sydney'den 2 - Sydney Tower!

Biliyorsunuz, gezdiğiniz şehrin en uzun binasına gitmek, tepesine çıkmak ve şehri tepeden görmek usuldendir! Sydney'de bunu gerçekleştirmek isterseniz 30 yıldır olduğu yerden şehri seyreden Sydney Tower kapısını açmış halde sizi bekliyor olacak!
George Street'ten Market Street'e sapınca birkaç metre yürüyüp kulenin girişine ulaşabilirsiniz. Daha önce bahsettiğim gibi, eğer Sydney'de birçok yer görme niyetindeyseniz burası için ayrı bir giriş bileti almaktansa, The Unlimited Advanture Pass denen biletten edinip bu kule dahil olmak üzere üç ayrı turistik yere (Aquarium, Wildlife World, Manly Ocean World) daha sınırsız giriş hakkı alabilirsiniz.
*
Sydney'e gelirseniz kuleye çıkmanızı tavsiye ederim. Manzara şahane. Şöyle:




23 Kasım 2010

sydney'e giriş 101

Geldiğimden beri burası hakkında anlattıklarım Sydney’e fazlasıyla hızlı bir giriş oldu. Burada neler yapılacağını, görülecek yerleri anlatmaya başladım ama galiba öncelikle buradan ve buraya gelmekten biraz bahsetmeliydim. Geç olsun güç olmasın diyorum ve hemen başlıyorum!

1. Buraya gelmeyi başarmak:

- Avustralya vizesi almak çok zor değil. Özellikle de turist olarak geliyorsanız. Muhtemelen Türkiye’den turistik sebeplerle gelen fazla kişi olmadığından, bunaltıcı vize prosedürleri uygulamıyorlar. Alıştığımız şekilde büyükelçilikte sıra beklemek ya da randevu alıp evrak teslim etmek gibi bir işlem yerine evraklarınızı postayla Avustralya Büyükelçiliğine gönderiyorsunuz. Vize tipleri belli. Seyahat süresi boyunca değil de, vizenin tipine göre belirlenmiş bir süre boyunca vize çıkıyor. Mesela ben bir aylık vize talep etmeme rağmen turist vizesinin süresi üç ay olduğu için bu kadarlık bir vize aldım. Evrakları gönderdikten sonra üç iş günü içinde vizem elimdeydi. Ama en başında içindekiler sayfası bulunan seperatörlerle ayrılmış kusursuz bir dosya gönderdiğimi eklemeliyim : )

- Sydney’e gelmek biraz uzun sürüyor. Neredeyse dünyanın öbür ucu... Türkiye’den aktarmasız bir uçuş yok. Genel olarak Singapur ya da Abu Dhabi/Dubai üzerinden aktarma yapılıyor. Biz Etihad Havayolları ile Abu Dhabi aktarmalı geldik. (Abu Dhabi hava alanı çok dandik bu arada.) Aslında Singapur Havayolları ile gelmek daha güzel olabilir çünkü stopover şansı veriyor. Singapur Türklerden vize istemediği için uçuş bağlantınız sırasında hava alanından dışarı çıkıp, Singapur’u gezebilirsiniz. Bu sırada bagaj derdine düşmenize de gerek yok, bagajınız herhangi bir bağlantılı uçuşta olduğu gibi kendiliğinden gideceği yere aktarılıyor. Eğer şansınız varsa, önceden ayarlayacağınız bu tip bir biletle Avustralya uçuşunuzu renklendirebilirsiniz. Yolculuk çoook uzun. İstanbul-Abu Dhabi uçuşu 5 saate yakın, Abu Dhabi-Sydney’i ise ne siz sorun ne ben söyleyeyim: 15 saat havada kalıyorsunuz. Elbette bu uzun yolculuk için uçaklarda her türlü şey düşünülmüş. Harika bir koltuk arası TV sistemi var. Kategorize edilmiş filmler, müzik kanalları, oyunlar, hatta uçak içi chat sistemi bile var. Business koltuklarda çok gözümüz kaldı, inanılmaz lüks ve konforlu görünüyorlardı. Bir aksaklık olsa da bizi de oraya alsınlar diye bekledik ama malesef olmadı :) Toplamda 5 + 7 (aktarma) + 15 = 27 saatlik bir yolculuk sonunda Sydney’e vardık. Elbette jöle kıvamında. Bu benim ilk defa bu kadar uzağa uçuşumdu; o yüzden jet-lag konusunda başıma gelecekleri de çok merak ediyordum. Ben yolculukta uyuyamıyorum. Bu ultra uzun yolculuk bunu değiştirir sanıyordum ama öyle olmadı. Bütün yolculuk boyunca hiç uyuyamadım. Artık sonlarına doğru sinirim bozuldu ve Medpamit aldım ama o da beni salaklaştırmaktan başka bir işe yaramadı. Dayak yemiş gibi ama her şeye rağmen uyuyamaz bir halde geçirdim yolculuğun geri kalanını. Sabah saatlerinde Sydney’e gelir gelmez yatağı zor bulduk, haliyle o gece bölük pörçük uyuduk ama ondan sonraki gün neredeyse tamamen adapte olmuştum. Jet-lag olmadım ama şu yolculukta uyuma konusu üzerinde bir şeyler yapmalıyım. 27 saat uyumamak beni tahminimden daha kötü yapıyormuş. Dönerken uyurum umarım.


- Sydney bizden 9 saat önde. Yani buradayken Türkiye’dekilerle konuşmak için çok sınırlı bir zaman diliminiz var. Orada sabah 9’ken burada akşam 6 oluyor. Sabah 9 ile gece 12 arasında konuşulacağını varsayarsak, iki tarafın da müsait olduğu zaman dilimi sadece 6 saat.

- Avustralya güney yarım kürede yer aldığı için mevsimler bizdekinin tam tersi. Şu an burada Mayıs sonları.

- Skype, msn gibi bilgisayar üzerinden iletişim kurmak çok kolay olsa da, Vodafone’un çok uygun bir tarifesi var. Türkiye’den alınan bir Vodafone hattından “Tüm Dünya” tarifesi seçildiğinde Avustralya’dan alınma bir Vodafone hattıyla dakikası 19.99 kuruşa konuşuluyor. Bu sadece Türkiye’den yapılan aramalarda geçerli. Buradan Türkiye’yi aramak daha pahalı. Gelmeden ailenize, sevgilinize vs bir Vodafone hattı alırsanız buradan rahat rahat konuşabilirsiniz.

2. Sydney’de hayat:

- Toplu taşım, medeniyet seviyesi yüksek her yerde olduğu gibi burada da çok başarılı. Her yere kolayca gidebiliyorsunuz. Metro, otobüs ve metrobüs var. Yalnız fiyatlar yüksek. Tek seferlik metro 3.60 dolar civarında. Tüm araçlarda geçerli bir haftalık sınırsız bilet 41 dolar. En mantıklı seçim bu. Hava alanından şehir merkezine de metro var.


- Her yerde çekik gözlüler var. Birini buraya koyup nerede olduğunu söylemezseniz kendini bir süre bir Asya ülkesinde sanır.
- Şehir kocaman ve dopdolu, nüfus az. Yani sihirli kombinasyon. İstanbul’un kaosunu, pisliğini, kalabalığını ve trafiğini at, geriye sadece güzelliği ve hayatın hareketliliği kalsın, işte öyle bir yer : )

-Kanguru eti yenebilen ve restoranlarda servis edilen bir şeymiş. Çok lezzetli değil ama fena da değil. Görüntü ise gayet başarılıydı. Bakınız aşağıdaki foto.


- Hayat pahalı ama gelir de ona göre yüksek. Kiralar haftalık. Şehir merkezine yakın küçük bir stüdyo için haftalık 350 dolar civarı ödeniyor. Ama dediğim gibi gelir de buna göre yüksek.

- Etrafta garip garip öten ve kendinizi yağmur ormanlarında hissetmenize sebep olan kuşlar var. Bir haftayı geçti biz hala kuşlar ötünce gülüyor ve kuşların taklidini yapıyoruz. Galiba buna alışmak mümkün değil : )

- Dükkânlar erken kapanıyor ama süpermarketlerden gece 12’ye kadar açık olanlar var.

- Gece hayatı çok renkli. Anladığım kadarıyla kızlar gece dışarı çıkma konusunu oldukça ciddiye alıyorlar ve sanki düğüne ya da öyle bir şeye gidiyormuş gibi hazırlanıyorlar. Buranın en ünlü klüplerinden biri Ivy imiş. Gittiğimizde kıyafetlere inanamadık. Mekan da bir o kadar şahaneydi ama. Bakınız aşağıdaki foto.

21 Kasım 2010

Sydney'den 1

Burada günler çok dolu dolu geçiyor günlük. Hava güzel, şehir güzel, yapacak şey çok.. Sydney, okyanusun kenarına kondurulmuş koca bir şehir. Şehrin içinde sürekli bir aktivite var, yetişmek mümkün değil. Şehrin etrafı ise plajlarla çevrili. Havanın güzel olduğu günlerde sörfünü kapan sahile gidiyor. Böyle bir yaşama şekli var. Her taraf park-bahçe-plaj. İnsanlar da kendilerini spora vermişler. Sürekli koşan, parklarda karşılıklı boks yapan insanlarla karşılaşmak mümkün. Zaten herkesten sağlık fışkırıyor. Sigara fiyatını açıklıyorum: 16.35 dolar! (Amerikan dolarıyla Avustralya doları aşağı yukarı aynı) Ya insanlar alamadıkları için kendilerini koşmaya vermişler, ya da kimse almasın diye devlet böyle yapmış, bir şeyler olmuş burada ama pek anlayamadım ama maşallah, hayatımda daha yüksek fiyatlı bir sigara paketi duymamıştım :)
*
Ben her zamanki Japon turist halimin doruğuna ulaşmış durumdayım. Etrafta her şey öyle güzel ki fotoğraf çekip duruyorum. Fotoğraf makinemin şarjını da ya Ankara ya da İstanbul'da unutmuşum o yüzden Nevra'ların makinesine el koydum. Nasıl bir sırayla anlatmak lazım burayı bilmiyorum. Ama her şeyi anlatmaya çalışacağım.
*
Geçenlerde şehrin biraz dışındaki Watsons Bay'e gittik. Bizim evimizden (ben de böyle hemen her yere ev derim, benimserim, geleli daha 1 hafta bile olmadı oysa ki!) 20 dakika otobüs mesafesinde Watsons Bay. Sydney'in Tasman Sea'ye açılan noktası. Şahane evler, durgun denizde tekneler, artık normal gelmeye başlayan incecik kum.



Evlerin önünde bağlı teknelerden genelde deniz tıklım tıklım dolu oluyor. Herkesin teknesi var! Sabah kalkıp şu manzaraya karşı denize girdiğimi ve sonra duş alıp işe gittiğimi düşünüyorum da, teknem olmasa da olur galiba :)


Dikkatimi çeken bir diğer şey de sıcaklık. Hava sıcaklığı değil, ortamla ilgili bir sıcaklık. Bira şişesinde bile love yazıyor, cheers boys yazıyor. Öyle bir şeyler :)


Watsons Bay'de yemek yediğimiz yer ise kesinlikle söz edilmeye değerdi. Ben Sydney'de yaşasam ara ara buraya yemek yemeye gelirdim. Restoran burası. "Kuşları beslemeyin" diye not yazmışlar. Ben de şaşırdım böyle sevgi fışkıran bir yer, neden böyle bir şey yazmışlar diye, birisi dayanamayıp kuşları besleyince anladık. Martıların sesleri siren sesi gibiydi!Her taraf okyanusla çevrili olunca deniz ürünü gani gani oluyor, Ayşe tabii sürekli mutlu. Doyles'ta böyle karışık deniz ürünleri yedik, yanında o sevgi dolu biradan içtik. Burada deniz ürünü ve pilavı birlikte servis etmek yaygın. Ben sevdim.
*
Çoğu büyük şehirde olduğu gibi burada da bir Aquarium var. Yeri Darling Harbour'da. Buranın farkı Avustralya'daki köpek balığı nüfusunun fazlalığı dolayısıyla akvaryumun ağırlığının bu devasa yaratıklarda olması. Evet şehrin yer yeri plaj ama sürekli köpek balığı tehlikesi var. Sahil güvenlik bu konuda çok iyi çalışıyormuş ama rivayetlere göre deli sörfçüler bazen güzel bir dalga yakaladıklarında köpek balığı alarmına rağmen tahtalarını bırakıp kıyıya yüzmüyorlarmış. Asıl nokta köpek balıklarına karşı bir önmel alınmaması ve insanların onlarla beraber yaşamaya sevk edilmesi. Arada bir saldırı olsa da, ölen olmuyormuş. Zaten köpek balığı aslında insan eti sevmezmiş. Bir kısmını genel kültür olarak dinlesem de bugün hayatımın ilk okyanus yüzüşü sırasında açıklarda sürekli Jaws aramadım desem yalan olur. Neyse, Aquarium'da envai çeşit köpek balığıyla ve Avustralya'nın bu hayvanla geçmişiyle haşır neşir olduk, bilgilendik.

Şekil 1a. Anne ben köpek balığı gördüm. Hatta üstümden geçti.


Rengarenk fosforlu deniz analarını çok sevdim. Akvaryum güzeldi. Buraya geleceklere bir öneri olarak: Aquarium, Wildlife, Manly Ocean World ve Sydney Tower'e Haziran 2011'e kadar sınırsız geçiş hakkı tanıyan bir bilet var, edinin, işinize yarar.

Bir de akvaryumun kafesinde çok tatlı deniz canlıları cupcake'leri vardı.
*
Burada olmanın komik yönlerinden biri yazın ortası olmasına rağmen Christmas'ın yaklaşıyor olması. Haliyle herkesin ayağında parmak arası terlik ama etrafta noel baba var.
Martin Place'te dikili kocaman ağaç "Yılbaşı geliyor!" diye bas bas bağırsa da bana pek inandırıcı gelmiyor. Özellikle de o gün denize girmişsem! Muhtemelen tüm dünyanın izleyeceği, Sydney'den yılbaşı kutlamaları sırasında buradan çok uzaklarda olacağım için durumu o sırada idrak edebilirim.


Böyle şirin gingerbread evler de var vitrinlerde ışıklı vitrinlerin arasında ama Christmas ile ilgili olduğunu sanmam :)


Son olarak Darling Harbour civarında bir tuvaletin kapısını kapayınca bu manzarayla karşılaştım. Şırınga atacak hazne bile koymuşlar.
*
Günler böyle akıp gidiyor. Anlatacak şeyler biriktikçe birikiyor. O yüzden böyle çok yazılı, çok fotoğraflı postlar bizi bekliyor sevgili günlük.

17 Kasım 2010

Sydney şimdilik böyle bir yer :)

Darling Harbour
Opera House

Royal Botanic Gardens'ın girişindeki şahane yazı


Bacon&Avocado&Lettuce&Tomato tost

Esranın evinin terasından Sydney

Sokaklarda karşılaşabileceğiniz uzun gagalı kuş kardeş

Her yerdeki mor çiçekli ağaç.*
*
*Dünyanın öbür ucu çok güzel. Tabii 26 saatlik, bitmeyen bir yolculukla vardık buraya, vaktim olduğunda hepsini anlatıcam. Belki o zamana o kuşla ağacın ismini de öğrenmiş olurum :)

8 Kasım 2010

Vedat Milor'da


Vedat Milor Pazar günkü Milliyet'te, o günkü yazının konusu Bodrum Kısmet Lokantası'nda benim çektiğim bir fotoğrafı kullanmış, yanına da aysesworld.blogspot.com'dan alınmıştır diye belirtmiş. Yuppi!
*
Yazının internet versiyonunda adım geçmiyor ama ben hep elde tutulan gazeteyi daha çok sevmişimdir :)
*
Trofolo haber verdi; atlayacaktım yoksa. Tekrar teşekkürler.

4 Kasım 2010

kurtuldum!

Battaniyem sonunda tamamlandı. Bir tek etrafından geçilecek birkaç beyaz sıra eksik. Bir de tabi sarkan ipler toparlanacak. 3 yıl sürdü bunu yapmak. Sanırım sadece benim tarafımdan imal edilmiş en değerli şey bu. Yatak örtüsü mü yoksa battaniye mi olmasına henüz karar veremedim. Karar verdiğim bir şey var o da bu boyutta bir işe bir daha asla kalkışmayacak olduğum.

*
Bazı deliler bu yaptıkları battaniyeleri Etsy'de satıyorlar. Şu yapılanlar, kadar çok zaman ve emek demek ki, yapmak bile yeterince manyaklık, satmaktan bahsedemiyorum.
*
Etsy'deki bazı battaniyeleri ve fiyatlarını bildiriyorum:






















2,985 dolar









850 dolar










250 dolar




*

*

*

*

Benimki kaça gider? Denemek için Etsy'ye koysam mı? :)


3 Kasım 2010

hello sushi

Ta taaam!
İşte akşamki sushi kursunda yaptıklarım!
*
Kurs eğlenceliydi. Benim ilk sushi yapışım olmamasına rağmen hala alacak çooook yolum olduğunu fark ettim. Tadları çok güzeldi ama malesef şekil konusunda o kadar başarılı olamıyorum, mutlaka biraz yandan yemiş oluyor benimkiler :) Sushiyi ne kadar sıkıştıracağınız konusu çok hassas. Çok sıkınca pirinç püresi oluyor, sıkmazsanız yapışmıyor. Ben orta yolu henüz bulamadım. Pratik pratik pratik.
*
Kurs çıkışı hazırladıklarımı paket yaptılar ve ev halkına gece yemeği oldu. Mert Quick China paketi içinde gelen sushilerin, eğer söylemesem gerçekten oradan geldiğine inanacağını söyleyerek kalbimi kazandı. Hepsini yedik, şikayet eden olmadı. Hatta Bambam bile yeme teşebbüsünde bulundu! Şu yamuk yumukluğu da halledersek no problemo. "Lazım olur" diye (neye lazım olacaksa) alınmış ve ne zamandır dolapta bekleyen nori, wasabi tozu, zencefil turşusu ve pirinç sirkesi, kış uykusundan uyanın, ben geliyorumm! Hem de şimdi sertifikam var!

2 Kasım 2010