Hafta sonu rehabilitasyonu
Bu mevsimi çok severim. Güneş hep burada ve çağlanın en güzel vakti. Böyle güneşli günlerde daha kolay uyanıyorum, sanırım hayata daha pozitif bakıyorum. Havaların güzelleşmesiyle miskinliğimden biraz kurtuldum. Ara ara hafta sonları ailemin artık iyiden iyiye yerleştiği Çandarlı'ya kaçmaya başladım. O kadar iyi geliyor ki. Galiba tatil beldelerinin en güzel vakti bu. Henüz tatilciler gelmemiş ve hava hiç bunlatmadan insanın içini ısıtıyor.
Deniz kıyısındaki bu sessiz sakin yerlere gidince normalde İstanbul'da bulup da yiyemediklerime ve bir yandan da mecburen yediklerime üzülüyorum. Doğru dürüst sebze meyve yemek için organik pazara gitmek lazım, ben beceremiyorum. Buradan gelen kargolarla idare ediyorum. Enginarlar yemeye kıyılamayacak haldeydi. Koy vazoya seyret, öyle güzel. İçindeki renk geçişlerine bakmaya doyamıyorum. Bir de sanırım günlük hayatta hiçbir şeye bu kadar uzun bakamıyorum, belki baksam neler göreceğim :)
Sukulentle ilk tanıştığım yer Çandarlı. Buranın ikliminde kendi haline bıraktığınız her türlü bitki sağlıkla fışkırıyor saksısından. Sukulent ve kaktüsler de alıp başlarını gitmişler.
Yaşlılık belirtisi mi bunlar hep? Söyleyin, kızmayacağım. Kafası dolu insanlar; anlıyorsunuz beni, değil mi? Gelin saatlerce boş boş denize bakalım. Bu hafta 32 oldum. 32 sana hazır mıyım bilmiyorum. Durdurun dünyayı, inecek var :)
Bu da evin yeni kuyruklusu Sarı. Ufo'ya göre biraz daha insancıl. Çok nadir olsa da sevdiriyor. Mırıl mırıl kucağımda uyuyan kedimiz olamadı bir türlü. Hepsi mi sokak meraklısı ve yabani olur. Bir kere gördüm, aşık oldum buna şimdi, ne yapacağım :)
Küçük yerde yaşamanın avantajları var. O gün güzel balık gelmişse sen hiç derdine düşmeden kendileri ayırıyorar senin için. Yemeğe gidince hiç sipariş vermiyorsun, sırayla geliyor en güzel ne varsa. Bana göre bundan ala Dolce Vita yok.
Bir takım komik faaliyetlerde bulunuyoruz. 5 şişle çorap örme = Meditasyon. Günler erken başlayıp erken bitiyor. Aslında tek bir güne ne kadar çok şey sığıyor.
Ben gidince, kahvaltıda özellikle istediğim bir şey var mı diye soruyorlar. En çok özlediğim şey adam gibi domates peynir; inandıramıyorum. Sofranın sürprizi pişi. Herhalde 2 yıldır yememiştim.
Burada zaman yavaş ve güzel geçiyor. Acele edilmeyen, telaş olmayan bir ortama girince önce bocalıyorum, ne fena. Sanki bir şeyleri unutuyormuşum, eksik yapıyormuşum gibi geliyor. Zavallı beynim. Uzun zamandır herhangi bir günümün ne kadar büyük kısmını koşturarak ve aslında bir şey yapmayarak harcadığımı düşününce, gözümü kapatıp buraya ışınlanıyorum. Yazın bol bol görüşürüz umarım Çandarlı.
4 yorum:
Eski Ankara'li, son 3 yillik Istanbul'lu ve gunluk telas ve hizin icinde cogunlukla kendimi kaybetmis biri olarak kendimi ayni hissin icinde sik sik buluyorum. Ankara bile buyuk sehir olmasina ragmen hayat daha bir yavas, bir gune daha cok sey sigiyor gibi hissediyorum. Hele bir de ufak yazlik yerler... Istanbul'u yavaslatmanin bir yolu olsa keske!
Nasıl ihtiyacım var buralardan kaçmaya... Onu hissettirdi bana bu yazı. Oh mis tadını çıkarın :)
Merhaba Ayşe, doğum günün kutlu olsun :) Ne güzel sofralar bunlar böyle ve ne güzel fotoğraflar! Fotografları neyle cektigini öğrenebilir miyim?
Sevgiler, yeni yaşında mutluluklar...
aman tanrım, aman tanrım, aman tanrım. biz zavallı şehir insanlarına ne büyük zulüm böyle, çok kıskandım, sevgiler :))
Yorum Gönder