28 Nisan 2014

Cote d'Azur - 2. bölüm

Nice

Burayı rivieradaki diğer yerlerden çok daha farklı değerlendirmek gerek çünkü Nice koskocaman bir şehir. Adam akıllı gezmek için birkaç gün ayırmak gerekiyor. Pırıl pırıl denizin dibince palmiyeleriyle, kartpostal sokaklarıyla gerçekten çok güzel bir şehirle karşılaştım. Bu zamanda bile tıklım tıklımdı, yazın nasıl oluyordur tahmin edemiyorum!


Sahile atılmış masalara ve denizle aynı renk şemsiyelere bayıldım. Görüntüyü katletmeden çok güzel yerleştirmişler her şeyi.


Sahildeki ana caddede turlarken şehrin önemli binalarıyla karşılaşıyorsunuz. İkonik Negresso Oteli de bunlardan biri.


Daha sonra sahilden ayrılıp eski şehrin iç taraflarına girerseniz harika bir çiçek pazarı kurulduğunu göreceksiniz. Pazarı erken saatlerde gezmeye çalışın, öğleden sonra tezgahlar yavaş yavaş kapanıyor. Bu güllere bayıldım. Sanki elde özenle sarılmış gibiler :)


Zarif panjurlu binalar, ülkenin adını almış ince uzun balkonlar. Elbette şehrin turistikliğini hissettirecek ölçüde kalabalık ve tek tip cafe ve restoranla dolu eski şehir tarafı ama yine de sokak aralarında küçük cafelere de rastlamak mümkün. Bu civarda gittiğim her yerde İtalyan restoranı bolluğu vardı. Fransa'dayken elbette en iyi pizzanın peşine düşecek değilim! Buraya gelmişken denemeniz gereken şey adını Nice'den alan Nicoise salata. Temel olarak ton balığı, ançüez, zeytin, yumurta ve bazen fasulyeden oluşan salata özellikle öğle yemeği için süper tercih.


Aslında Nice'e gelmişken bu civardaki güzel kasabalara uğramalısınız. St.Paul de Vence'a gidemedim, çok aklımda kaldı. Daha önce bahsettiğim gibi buraları gezmek için en ideal yöntem araba kiralamak. Biz Nice'e trenle geldik ve St.Paul de Vence'a sadece saatleri takip etmek gereken otobüslerle ve 45 dakikada ulaşılabiliyor. Zaten pek de vakit olmadığı için burayı atlamak durumunda kaldım. Arabayla gidin her yeri görün! Mümkünse iş gezisi sırasında olmasın!



Nice'de gezerken labirent gibi sokaklarda sürekli harika şeyler göreceksiniz ama özellikle Le Comptoir de Mathilde'i ıskalamayın. Kendi yaptıkları çikolatlardan ya da şerbetlerden alın ya da hiçbir şey almayacaksanız bile harika dükkana bir göz atın.


Monaco 

Şehre (ülkeye!) trenle gelirseniz direk bu manzarayla karşılaşacaksınız. Her tarafından zenginlik fışkıran Monaco'yu gezmeye başlamak için gayet güzel bir nokta! Şimdi bilmeyenler için önce açıklama. Monaco Vatikan'dan sonra dünyanın en küçük 2. ülkesi. Monte Carlo ise Monaco'nın en büyük semti. Nüfus 40.000. Vergi yok gibi bir şey. Kişi başı en yüksek gelire sahipler. Allah sahibine bağışlasın dışında söyleyecek bir şey bulamıyorum. Aman küçük burası, sıkılır insan!


Her taraftan önünüze çok lüks butikler, oteller, arabalar yani aslında lüks kavramı içine sığdırabileceğiniz ne varsa o çıkacak. Kendinizi sefil hissetmeniz çok mümkün. Avuç içi kadar bir yerde her 2 dakikada bir Ferrari görünce biraz kafası karışıyor insanın tabii. Uğradığımız diğer yerler gibi burada da çok havalı bir marina var ve sanırım ülke nüfusu kadar tekne gördüm. En yüksek gelirin yanı sıra, kişi başına düşen tekne sayısı olarak da birinci sırada olabilirler.


Monte Carlo'nun simgesi meşhur kumarhaneyi kaçırmanız mümkün değil. Giriş ücretsiz. İçerisi dışardan göründüğü kadar görkemli değil. Hatta böyle estetik bir binanın içinde rengarenk ışıklar saçan çirkin aletler olması oldukça absürt geldi bana. Sadece belli bir miktar paranın üzerinde harcayacak olanların girebildiği kısımlar var. Belki de bu ışıklı aletleri biz halka sunuyorlardır ve asıl şık masalar zenginler rahat rahat para harcayabilsin diye o girip de göremediğimiz kısımlarda! Kumarhanenin hemen çaprazında ünlü Cafe de Paris var. Elbette fiyatlar biraz yüksek ama bir şeyler içmek için oturulabilir. Fransa'yı gezerken mutlaka yemeniz gereken steak tartar'ı burada yemeyebilirsiniz!


Şehri gezmek çok kolay. Yürüyerek birkaç saatte her şeye hakim olabilirsiniz. Biz yukarıdan aşağı dolaşarak gezdilk ama aslında tren istasyonundan hemen aşağı inebileceğiniz asansörler var. Döneceğiniz zaman asansörle tren istasyonuna geri gitmek daha mantıklı.


Bir balkona aşık olunabilir. İçimdeki balkona tırmanıp çiçek ve bitkileri inceleme istediğini buraya bir şekilde aktarabilmeyi istedim!


Kapanışı bu tabakla yaptım.İtalyandan bir yere kadar kaçabiliyorsun!


Son yazı Cannes hakkında olacak. Ve bilin bakalım orada kim Kıvanç Tatlıtuğ ile fotoğraf çektirdi! (32 yaşında bildiğin ergenlik yaşadım) :) Sonra da günlük hayata dönüyoruz artık.

2 yorum:

pelinpembesi dedi ki...

bizde bugün döndük oralardan. bende yazıyorum şimdi birşeyler. fotoğrafların harika bu arada :)

Adsız dedi ki...

merhaba bloğunuzu yeni keşfettim,çok beğendim, fotoğraflarınızı özellikle beğendim, hangi makine ve lens kullanıyorsunuz?
Fatma Güneş