Portekiz Road Trip - 3
Lizbon'da mutlaka ziyaret edilmesi gereken 3 semt daha var: Alfama, Alcantara ve Belem.
Bunlardan ilki şehrin en eski bölgesi Alfama. Lizbon'un Balat'ı. Labirente benzer dar sokaklar, balkonlarda asılı çamaşırlar, evlerden sokağa taşan çocuk ağlamaları. Aslında şehrin gerçek, biraz da hüzünlü yüzünü görmek için buraya uğramak gerekiyor.
Alfama'nın havası geceleri de bambaşka. Semtte birçok fado mekanı var. Hostellerin bolluğu da dikkat çekiyor. Şehrin bu tarafında da kısa bir yürüyüşe çıkmadan Lizbon eksik kalır.
Akşam yemeği için şehrin merkezine geri gidiyor, Baixa tarafına geçiyoruz. Lizbon'da turistlerin pek uğramadığı, yerlilerin favorisi restoran arayışında geldiğimiz son noktayı gururla sunabilirim: Cervejaria Baleal (Rua da Madalena, 265). Burası sizi kapıdan içeri davet eden bir yer değil. Floresan ışıklar altında salaş masalar, fayans duvarlar, kağıt masa örtüleri. Gelenler ister o masalara, ister bara oturuyor.
Lizbon'un joker tabakları sardalya ve genelde patatesle pişen ahtapot ızgara. O ahtapotların denizden çıktığındaki boyutu korku filmlerindeki gibi olmalı çünkü tek bir bacağı bile doymanıza yeter. Sardalya ise bildiğimiz sardalyadan çok farklı çünkü bu boyutta sardalya olmaz anca barbun olur :)
Chorizo (bir çeşit sucuk) ve menüden aslında ne söylediğimize çok da emin olmadan söylediğimiz şarap soslu midyelerle harika bir akşam yemeği yedik. Sürahiyle alabileceğiniz ev yapımı şarapları çok lezzetli ve sanırım söylememe gerek yok, çok çok ucuz.
Yemekten sonra bir içki almak için Cais de Sodre tarafına inip insan kalabalığının sizi şaşırtmasına izin verebilirsiniz. Rue Alecrim'in en alt tarafındaki köprünün altında sokağa atılmış masalar ve ayakta takılanlarla birlikte kalabalık tüm gece boyunca devam ediyor. Geceyi sonlandırmak için en iyi yerlerden biri.
Hayatımda gördüğüm açık ara en güzel kitapçı Ler Devagar buradaydı.
Akşam yemeği için daha önce birçok rehberde karşıma çıkan 1300 Taberna da LX Factory'nin içinde ama merkezde olmayı tercih ettiğimiz için burayı pas geçmek zorunda kaldık. Menüde aklım kaldı, mekanı da incelemeye doyamadım. Gidilebilir.
LX Factory'nin her köşesi başka detay. Buraya mutlaka birkaç saat ayırın.
Lizbon'un alakasız semti Alacantara'da, bohem ötesi LX Factory'nin otoparkında bu yazıyla karşılaşmayı kim bekler ki? Aslında benim kafamın basmadığı bir sanat eser olabilir mi diye düşünmeden edemedim. Bu insanla tanışmak isterim. Beleşçisin İnzaghi. Ben tabii anlamadım ne olduğunu, Doruk anlattı. O zaman daha da çok şaşırdım.
Portekiz tatilinin en şık yemeği için otele dönüp hazırlanma vakti. 100 Maneiras şehrin en iyi restoranlarından biri. Bir de ayrıca fiyatların daha makul olduğu bir bistrosu var. Biz Bistro 100 Maneiras'a gitmeye karar verdik, rezervasyonumuzu önceden yaptırıp gittik. Söylendiği kadar varmış. Başlangıçlardan tatlılara kadar her şey çok ama çok lezzetliydi. Normalde tatlıyla aram yoktur, buna rağmen harika bir şeyler yiyeceğimi bildiğim için tatlıyı atlamadım.
Marine sardayla ve tapenade'nın yanında birkaç atıştırma tabağı ile başladık. Panelenmiş ahtapotu sipariş verdikten sonra fark ettik ki burada en popüler yemek bu. Masaların yarısına yanında sulu kıvamlı pirinçle servis edilen bu ahtapottan gitti. İtiraf edeyim benim somon burgerimden daha lezzetliydi ama gelmeden önce okuduğum önerilere uyarak somon burger'i denediğime de pişman olmadım. Bir daha nerede bu kadar siyah bir ekmek göreceğim ki? :) (Şık restoranda burgerin ne işi var demeyin, ben de anlamadım. Ayrıca, yemeklerin yanında cips gelmesine ise artık alışmıştık.) Tatlı olarak çikolatalı mus çok lezzetliydi ama elbette buranın olayı guava ve badem kırıtıntılarıyla servis edilen peynir köpüğü. Keşke biraz daha ışık olsaydı da daha güzel fotoğraflar çekebilseydim!
Ve en son bahsedeceğim yer Belem. Tramvaya atlayıp şehrin dışında kalan Belem kasabasına, dünya miras listesinde bulunan Torre de Belem ve Jeronimos manastırını görmeye gidiyoruz.
Satrançtaki kaleden esinlenerek deniz kıyısına oturtulmuş minyatür kule Vasco de Gama anısına 1500'lerde yapılmış. Tablo gibi. Gerçekten satranç oynuyormuş gibi alıp başka yere koyasnız geliyor. (mu? Yoksa bir ben miyim?)
Jeronimos Manastırı ise çok görkemli. Karşıdan bakarken büyüklüğü ile şaşırtan ve kadrajlara sığmayan bir yapı. Büyük depreme dayanmış olması ise sanki mucize. Gerçek boyutu şöyle bir şey.
Belem'in bir de ünü tüm Portekiz'e yayılmış bir pastanesi var: Pasteis de Belem. Daha önce bahsettiğim yerel tatlı pastel de nata'nın doğum yeri burası, haliyle en güzelini de burası yapıyor. Önündeki sıra nedeniyle bulmakta zorlanmazsınız :)
Bu kadar yürüyüş üzerine ağaçların altında bir bank bulup, aldığımız pastel de nata'ları çekirdek gibi birer ikişer yemek ne güzel. Şimdi fotoğrafı görünce tekrar o bankta olmak istedim. Nata yapabilir miyim istesem acaba?
Lizbon bitti, son birkaç Portekiz yazısı ve sonra önümüzdeki maçlara bakıyoruz.
6 yorum:
Her zamanki gibi muhteşem bir gezi yazısı daha :) Bayılıyorum gezmeyi seven insanlara :))) Bizlerle paylaştığın için teşekkürler ;)
2015'de planlanmış bir Lizbon seyahatim var, sonunda! Sanki uzun zamandır bunu bekliyormuşum gibi hissediyorum. Muhtemelen Lizbon'a Gece Treni'ni okuduğumdan beri aklımdan Lizbon'u çıkartamamamdan olsa gerek :) Nefis geldi yazılar üstüne. Teşekkürler. Hepsini not alıp, yan gelip yatacağım...
Diğer Portekiz yazılarını merakla bekliyorum:)
"Beleşçisin İnzaghi" yi ben yazmıştım zamanında, denk geldim. Güzel bir yazı olmuş, selamlar:)
Yorum Gönder