Buz gibi havaya spoiler içeren film yazısı
Şöyle büyük bir şansım var. Nevra'nın (şekil1a'da otoparkı görünen) evi , işyerime tam 3 dakika mesafede. Ben de artık kar yağınca Nevra'da kalıyorum. Sabah 8:40'ta kalkıp 9'da işte olabiliyorum. Normalden 1 saat daha uzun uyuyabiliyorum.
*
Geçenlerde yine kar yağdı. İşte son 1 saatimizi sokaktaki çarpışan arabaları seyrederek geçirdik. (İşyerimin bulunduğu semt ile Ankara'nın farklı iklim kuşaklarında yer aldığına bahse girebilirim. 3 derecelik fark yaşanabiliyor şehir merkeziyle) Ben de acayip tırsarak direk Nevra'ya gittim.
*
Sırrını çözemediğimiz şekilde bir uyku alıyor beni Nevralarda. Ne zaman gitsem aynı şey. Nevra çok şahane bir makarna yaptı. (Pek kabiliyetli ama hiç çaktırmaz) Şarap içtik. Sonra da bekleye bekleye ömrümüzün tükendiği Lost'a sonunda birkaç gün kalmışken, hafıza tazelemek için son 3 bölümü seyredelim dedik. Harika ev sahibi Nevra, kar kış demeden DVD'ciye uğramış. Hep beni çok sevdiğinden. Yoksa olayın Sawyer ve Jack'le hiç alakası yok.
*
Final bölümünde koltukta uyuyakaldığımı söylesem herhalde anlarsınız Nevralarda nasıl bir uykunun bastırdığını. Sonunu getiremeden uyudum. Galiba olay şundan kaynaklanıyor: Bizim ev devamlı gürültülüdür. Devamlı telefon ve kapı çalar, Mert devamlı bangır bangır elektrogitar çalar, Maksi sürekli havlar, babam da hiç varolmamış türküleri garip sözler uydurarak ve sadece gürültü yapmak için gayret ediyormuşçasına seslendirir. Sabahları evde herkes birbirine benim şunum nerdeeeee, bunumu nereye koydunuuuuz. Mert hadi kaaaaalk şeklinde bağırır. Bir de perdelerimin bembeyaz olduğunu ve günün ilk ışıklarıyla beraber odamın içine nur indiğini söylersem sanırım resimlemenize yardımcı olurum. Deliler evi diyebiliriz kısaca. Sıfır huzur.
*
Nevraların düşük nüfuslu evinin, çıt çıkmayan siyah perdeli odalarından birinde akşama kadar rahat rahat uyuyabilirsiniz. Ben Spa niyetine gidip huzur depoluyorum diyebilirim. Hatta işte abartıp 11'de filan uyuyakalıyorum.
*
Yanımda çantayla gezer oldum. Şu an da ayağımın dibinde kocaman çantam var. Göçebe geçiriyorum bu kışı ben :) Nevra heralde akşam yine sizdeyim. Dün geceden beri durmadı kar. Bu kötü havaların en güzel yanı film izlemeyi maksimum zevkli hale getirmesi. Beni bir sinemaya oturtun, film değişip dursun, Nisan başı gibi alın beni ordan. Size iki adet filmden söz edeceğim.
*
*
İlki I am Legend. Ayşe bunu neden yaptın, insan neden böyle bir filme gider filan demeyin rica ederim. Bazı zamanlarda böyle şeyler de lazım (insan ilişkilerinin sağlığı için). Buradan itibaren spoiler var, gideceksiniz okumayın isterseniz. Filmin ilk yarısının hakkını yememek gerek. Çoğu efektler yüzünden de olsa oldukça heyecanlandım, ilgiyle izledim. Ne olduysa ikinci yarıda oldu. Hollywood'a tüm kalbimizle gıcık olmamızın sebepleri birer birer kendilerini gösterdiler. Yine bir Amerikalı, yine New York'ta (bir kere de Jakarta'dan kurtarsın biri dünyayı artık) asil soyumuzun devamlılığını sağlıyor. Başından belli değil mi? Belli. Gidiyorsan filme, konuşmayacaksın. Pek tabii ki Hollywood krallığı, dünyayı kurtarma ayrıcalığını tek başına bir siyahi kişiye bahşedecek değildi. Hem de inançsız bir siyahi kişiyeee! Haşa! Will Smith'in canavarların son atağı sırasında gaipten ilahi sesler duymasına müteakip, dünyayı kurtaran förmül beyaz kızımıza devredilmekte ve çok şükür ki Will Smith (dahi askeri doktor) son nefesinde doğru yolu bulmaktadır. O kadar paraları var, manyakça teknolojileri var, yine de şu dogmaları ağaçkakan gibi kafamıza çivileyip duruyorlar ya, deliriyorum. İşte kardeşim bilim kurgu mu, tamam, yaratıklar uçsun, evler patlasın, genler bozulsun, mutantlar koşuştursun. Ama "Evet işte duyuyorum o sesi!"deyip de kurtarmasın dünyayı artık. Elinde tüm insanlığın devamlılığını sağlayacak bir şişe var ve sen sesi dinleyip dünyayı kurtarıyorsun. Yemiyoruz Will amca ve biliyoruz ki sen çarkın minicik bir dişlisisin. Filmdeki köpek çok şirin. Bunun dışında pek güzel bir şey yok. Filmi beğenmedim.
*
*
*
*
Filmlerin ikincisi No Country for Old Men. Oskar adayları açıklanmadan önce annemle babam seyredip tavsiye etmişlerdi. 8 dalda Oskar adaylığı açıklanınca ilk seyredilecekler listesine üst sıradan girdi. An itibariyle imdb'nin Top250sinde 30. sırada olduğunu söylemek gerek. Coen kardeşlerle ilgili olarak karışık duygulara sahibim. Bazı filmlerini çok sevip bazırlarından hiç hazzetmem. Seyrettiğimiz filmlerinin içinden seviyor sevmiyor listesi yaparsak: Seviyor: Paris, Je t'aime, The Man Who Wasn't There, The Big Lebowski ve en çok da muhteşem Fargo; Sevmiyor: The Ladykillers, O Brother, Where Art Thou? (tamamını seyretmeye sabredemediğim sayılı filmlerden) ve Intolerable Cruelty'yi sayabiliriz. No Country for Old Men için çok etkileyici olduğunu söyleyerek başlamak isterim, ki bu bazen o filmi çok sevmemize yetmez. Para dolu çanta, çantanın peşindeki iyi adamlar, kötü adamlar, kalpsizlik faktörünün ayırıcı özelliği, Texas ve güneyli aksanı, yol kenarı motelleri anahtar sözcüklerimiz. Javier Bardem'in performansına karşı tapınmaya yaklaşan hisler besliyorum. Bana kalırsa cool'luğa yeni bir tanım getiriyor. Fiziksel özellikleri nedeniyle zaten oldukça korkutucu görünen İspanyol abimiz, fotoğraf çekimlerinde oldukça hoş gözüküp beni şok etti. Mar adentro ve Goya's Ghosts'u seyrettiyseniz karşınızda tamamen farklı bir Javier Bardem görmeye hazırlıklı olmalısınız. Soğukkanlı psikopat rolünün hakkını her bakışıyla, her hareketiyle, "Call it!, Call it!" telaffuzundaki tonlamasıyla, saç kesimiyle (asıl favorim bu oldu) ancak bu kadar olabilirdi dedirterek vermiş. 2 saatlik filmin büyük sorumluluğunu üzerinde taşıdığını söylesem (usata Tommy Lee Jones'a rağmen) sanırım hata etmiş olmam. Kafamda havada kalan bazı yerler oldu. Bunun dışında filmin iyi bir film olduğunu söylemeye tereddüt etmiyorum. En sevdiğim filmler arasında olmayacak ama yiğidi öldürüp hakkını yememek gerek. Sonu da uyduruk kaydırık Hollywood geleneklerini yerle bir ettiği için, filmi sevmek için sebeplerimizin sayısı filme ısınamama sebeplerimizin sayısını rahatça ekarte ediyor. There will be Blood ve Juno'yu seyrettikten sonra en iyi film Oskarı favorim olup olmadığını söyleyeceğim. Atonement ve Michael Clayton'ın bu oskarı alacağını sanmam. Javier Bardem'in en iyi yardımcı erkek ödülünü almasını da tüm kalbimle dilerim.
*
*
Bütün gün evde film izlemek ve kitap okumak istiyorum. Haftasonu İstanbul'a gidiyorum, sadece 1 gece kalacağım ama olsun.
7 yorum:
bekleriz efendim..kar yağarsa bizde kalabilirsiniz.evimiz havaalanına 5 dakika mesafede:P
Bizim ev de yakın havaalanına euhe :D
Ayşeee bu post nedense mayıştırdı beni bi uyku getirdi..
şimdi işten çıkınca hemen eve gitmek ve yataaa kendimi atmak istiyorum..
:)
Her iki filmi de seyrettim ve çok beğendim.1 ay önce Ben Efsaneyim'i,dün akşam No country for an old man. Oldukça irkiltici filmler.Dediğin gibi Javier Bardem'in oyunculuğu tartışılmaz, umarım oscar'ı alır. Onu içimdeki Deniz filminde syretmiştim. Önce tanıyamadım.Tek kelimeyle müthiş. Bir müddettir Hollywood bu tür virüslü, mutanlı filmlere taktı kafayı. Dünya nereye gidiyor??? tarzı. san katılıyorum bu dünya başka bir ülkede başka bir ırk tarafından kurtarılamazmı?
Biz karı koca Lost'u heyecanla bekliyoruz şimdilik kendimizi Heroes ve Greys anatomy'le avutuyoruz. Sağolsun kocam tüm film ve dizileri indiriyor.
İki film ve dizi( yabancı) manyağı karı kocadan çok selamlar.
şu lost'un bir bölümünü bile Türkiye'de hatta dünyada izlemeyen tek insan ben miyim acaba?
ve izlemeyerek çok şey mi kaybediyorum acaba?
uyumak istiyyorum efeeet mümkünse bütün bir hafta sıcacık yorganın altında mışıl mışıl
şimal
Tek siz degilsiniz efendim lost izlemeyen! Anlatanlardan da kacıyorum neredeyse.
Keske gidebilsem ben de istanbul'aaaa
Merhaba , ben sizi arada okuyorum. dün bu postunuzu okudum, sonra gece rüyama girdi, hiç sevmediğiniz kuzeniniz size yatıya gelmek istiyordu, siz de bir türlü gelme ben arkadaşımda kalıcam diyemiyordunuz. Ben de size destek oluyordum, söylesene niye yokum demiyorsun, istediğini yapsana diyordum. Hayır olsun, paylaşayım dedim :) Selamlar. Esin
Yorum Gönder