29 Ağustos 2008

Sonunda Çeşme!

Uzun süre oldu yazmayalı. Hatta daha önce hiç bu kadar ara vermiş miydim bilmiyorum. Tatilde yazmaya pek zaman olmuyor, Ankara'ya döneli de 4 gün oldu ama anca adapte oldum diyebilirim. Tatilin kötüsü olmuyor. Güzel bir Çandarlı+ Çeşme tatilinden sonra evime, işime, Ankara'ya döndüm.Yazacak yüz bin milyon şeyi nasıl sıraya soksam nereden başlasam bilemiyorum!

Tatile çıkmadan önce Çeşme ve Alaçatı hakkında şöyle derli toplu bir kaynak bulamadım. Ama söylemeden de geçmemeliyim ki Dilayra'nın son Alaçatı tatili ile ilgili yazdıkları da süper faydalı oldu :)

Diyorum ki madem ki istediğim gibi bir kaynak yok, beklentileri aşağı yukarı benimle örtüşenler için bir kaynak burada bulunsun. Haydi bakalım, tatil sonrası yazmak çok koyuyor ama unutmamalıyım bunları..

Alaçatı geçen seneye göre fazla değişmemiş. Birkaç yeni restoran ve bir hayli yeni otel açılmış. Yine de tüm ilgiye alakaya rağmen henüz istila edilmiş bir hali yok. Gerçi babam gibi çocukluğunu Çeşme'de geçirmiş olanlar "Ne anlıyosunuz kızım Alaçatı'dan? Eskiden oralar hep bataklıktı, adımımızı atmazdık." diyor olabilirler ama yine de biz Alaçatı'ya olan aşkımızdan bir şey kaybetmiyoruz!

Alaçatı özellikle butik oteller yönünden bir cennet. Fiyatlar bu yoğun ilgi nedeniyle biraz uçmuş ama yine de her tip bütçeye göre konaklama seçenekleri var. Otellerin tümü çok özenli, pırıl pırıl. Ani bir kararla gidecekseniz yer bulma şansınız biraz düşük, tabii muhtemelen yoğun sezon dışında bu böyle değil. Biz 10 gün kadar önce bile zor yer bulduk, siz elinizi daha çabuk tutarsanız en çok istediğiniz yerde kalabilirsiniz. O ev, Alaçat Kırevi ve Cadde75 size gönül rahatlığıyla tavsiye edebileceğim oteller.

Çeşme'de altınızda bir araba olması çok iyi olur çünkü bir yerden bir yere gitmek pek kolay değil. Eğer Çeşme'ye kadar arabayla gelmek istemiyorsanız ya da arabanız yoksa bizim bu sefer yaptığımız gibi İzmir'den araba kiralayarak 45 dakika içinde Çeşme'de olabilirsiniz.

Şimdiiii Çeşme/ Alaçatı yazımız 2 episoddan oluşsun. İlki nerede denize girmeliyiz, ikincisi de (aaaaa sürpriz) nerede, ne yemeliyiz olsun. Bonus olarak "gece yemekten sonra ne yapalım?", "almadan, tatmadan dönmememiz gerek bir şey var mı?" sorularına da bir göz atalım.

Çeşme'de deniz

Çeşme coğrafi olarak yarım ada kategorisinde yer alıyor olabilir ama haritayı açıp bakarsanız bunun pek de doğru olmadığını görürsünüz. Çeşme'nin 3 tarafı değil 8 tarafı denizlerle çevrili diyebiliriz. Bu da birçok güzel koy ve sahil demek. İncecik kumlar ve turkuaz renkli deniz sahillerin ortak noktası.

Madem ki Alaçatı'da kalıyoruz, denize girmeye yakın biryerlere gidelim diyenler için ilk 2 sahil Alaçatı'dan.

1. Alaçatı Babylon.

Alaçatı merkeze 5 dakika. Yolda giderken sörfçülerin oluşturduğu manzaraya hayretle bakakalabilir, benim gibi "Gerçekten bu kadar çok insan sörf yapıyor olabilir mi yoksa bu bir pazarlama stratejisi mi?" diye düşünebilirsiniz. Deniz gayet güzel. Su serin, devamlı rahatsız etmeyen bir rüzgar var. Babylon koskocaman bir yer. Şezlonglar, minderler var. Siz istediğinizi seçiyorsunuz. Restoran kısmı çok çok başarılı. Mükemmel bir pizza yedim. Çilekli limonata da yapıyorlar ama 2 yudumda bitiyor! 6'dan sonra plaj ücretsiz (kıyağa bak!)

2. Seaside

Ben çok eğlenerek "Mr. and Mrs. Brown went to the Seaside" diye kendi kendime konuşurken yanıma yandaş bulamamış olsam da, Alaçatı'dan çıktıktan 10 dakika sonra varmıştık bile buraya. Seaside Çeşme'nin en eski plajlarından biri. Sanırım en güzel deniz buranınkiydi. Bir koyun tamamı kapatılmış. Pırıl pırıl bir deniz. Fazla ses yok. Keyfinize bakabilirsiniz.

3. Sole Mare

Ayşe Özyılmazel burası hakkında devamlı harika şeyler yazarken ya aklını başka yerde unutmuş ya da etraftaki çok süslü kız erkek topluluğuna bakmaktan başka bir şey görememiş. Çeşme'nin en güzel koylarından biri olan Aya Yorgi'de yer alan Sole Mare bana kalırsa bu koyda tercih edilecek en son mekan. Geceleri de club olarak çalışıyor. O halini birkaç kez görmüş, ve evet tiky olduğunu fark etmiştim ama kesinlikle gündüz gidilmemeli. Öncelikle yemekler rezalet. Bu kadar popüler ve tıklım tıklım bir yer nasıl bu konuda bir eleştiri almıyor anlayamadım. Hem de çok geç geliyor yemekler. Müzik inanılmaz yüksek. Etraf tıklım tıklım denize girmekten başka her türlü amaç için orada bulunan çıtçıt saçlı kızlar ve onların göbekli, kıro sevgilileriyle dolu. Biz görece sakin bir köşede tavla oynadık ve hakkının yenmemesi gereken güzel denize girip çıktık ama ben Sole Mare'yi tavsiye etmiyorum. Eğer ki ama ama çok anlatılıyor ben illa görmek istiyorum derseniz gece gidin, zaten fazla duramazsınız. Ayşe Özyılmazel değilseniz tabii.

4. Granada

Hah işte! Burası 10 puan 10 puan. Sole Mare'nin dibinde, Aya Yorgi koyunda. Kocaman, yemyeşil bir alan. Her yer yeşil misket limon ağaçlarıyla dolu. Toplamak serbest. Ben elbisemin eteğine doldurdum, hepsini de Ankara'ya getirdim. Çeşme limonuyla Mojito yapacağım! Kalabalık olsa da alan o kadar geniş ki etraftan rahatsızlık duymuyorsunuz. Eğer tam sahil şeridinde değilseniz Serdar Ortaç şarkılarıyla (ki müthiş repertuvar yaptım, sadece şarkının başında ne dediğini hala anlayabilmiş değilim) kafanız şişmez. Hoparlör pozisyonu çok önemli. Yoksa özellikle saat 4'ten sonra başlayan popüler Türkçe istilasında hasar almadan kurtulamayabilirsiniz. Biz ne yaptık? Ses çok yüksek gelmeye başlayınca arka tarafa limon ağaçlarının arasındaki onlarda hamakta uyuduk. Deniz çok güzel, midye dolmacı var, duşlardan buz gibi su akıyor. Burayı o kadar beğendik ki 2 kere gittik. Tavsiye ederim.

5. Ilıca Plajı.

Git git gerinleşmiyor. Bu sene gitmedim ama çocukluğumda buradan pek çok kez denize girdiğim için iyi biliyorum. Söylenenlere göre Sheraton'ın parsellediği kumsal dışındaki yerlerde pislenmeye başlamış. Upuzun kumsalda yer kapmak için erken gitmek gerekebilir. Grupla birlikte sığ sularda oynanabilecek çeşit çeşit oyuna çok uygun!

6. Çiftlikköy Kum Beach.

Bu sene gitmedik... Çeşme'nin içine biraz uzak. Geçen sene yazmıştım. Yazımı gören Roman Abromoviç satın aldı burayı! Hala halka açıkmış duyduğuma göre. Burası benim Türkiye'de gördüğüm en güzel sahildi. Artık onun birine ait olduğunu bilmek çok kötü.

*******
Plajlar episodumuzun burada sonu gelirken eklemek istiyorum ki Çeşme'de aslında Boyalık plajı ve Aya Yorgi sahilinde yer alan denize girilebilecek çok yer var. Zaman lazım, hepsini denemek lazım. Şimdilik favorim Granada ve gitmesek de görmesek de vaktiyle keyfini çıkarmış olma kontenjanından Kum Beach.

*******
Ankara iyice allak bullak. Her gün trafikte 3 saat geçiriyorum. Önümüz sonbahar. Okullar açılmadan şu yol yapım işleri sona ermezse bittik demektir. Sonbaharla ilgili beni heyecanlandıran tek şey yeni bir organizer sezonunun açılacak olması, kırtasiye terapisi. Bir de Food&Travel dergisi Türkiye'de yayınlanmaya başladı. İlk sayı harika. Ne güzel olurdu öyle bir dergide çalışmak.. Dergi çıkaracak olsam başka bir isim düşünmezdim herhalde.

Ayşe - uslu kentli-

17 Ağustos 2008

ay tutuldu


İnsanın tek başına avarelik etmesi kolay da, 8 kişi olunca nasıl oluyor onu anlamıyorum. Bütün gün kayda değer hiçbir şey yapmıyoruz. Zaten galiba tatil de bu demek ama geriye dönüp bakınca bir günün bilançosu olarak sayabileceklerim şunlar: kahvaltı, gazete, king-americano-tavla, deniz, king-americano-tavla, deniz, yemek, cintonik.
1
Konuşuyorduk da, aslında beraberce mavi yolculuğa gitmesi sakıncalı olmayan bir topluluğuz. Çocukluğundan beri 3 ay boyunca sabahın köründen gece yarısına kadar birlikte zaman geçirmek durumunda kalmış -hadi yavrum git kardeşlerle oyna- ve o insanları sevip sevmediğini sorgulamaya fırsat bulamadan -çocuklar bunu yapmaz ki- 5 senenin sonunda tümm farklılıklarına rağmen can ciğer kuzu sarması haline gelmiş insanlarız. Gerçekten aslında herkesin gündelik şehir hayatında yaptığı şeyler, zevkleri, alışkanlıkları çok farklı. Ama 20 küsür senedir her yaz burada birbirimizi çok özlemiş halde buluşuyoruz ve çok eğleniyoruz. Çandarlı'nın kısıtlı imkanlarının birbirine kenetlediği insanlar diye dramatik bir cümle bile edebilirim! Mutabakata varılamayan konular genelde king mi oynansın americano mu, bu seneye tekne turunu gitsek mi gitmesek mi, akşam maç yapsak mı yapmasak mı -buna ben dahil değilim- oluyor. Bu maç konusu da ayrı mesele. Yaş ortalaması 26 olan sevgili çok sportif erkek arkadaşlarım her akşamüstü yaş ortalaması 20 olan bir alt nesil erkek grubuyla -kardeşim de ona dahil- maç yapıyorlar. Bildiğiniz beton saha. Her gece de pert oluyorlar. Sonra mızır mızır: "Oğlum benim bacaklarım çok ağrıyor lan","Ben bittim bugün yatmaya gidiyorum" ve bunun gibi.. Ya ben de oynamaya başlayacağım, ya da bunlar bu işe bir dur desinler :)
2
Bu yaz her zamankinden fazla yüzüyorum. Geceleri hala sahilde şöyle bir dolaşıp yine Sarah's'ta oturup içiyoruz. Yazın favorisi cintonik. 2 damla limonlu. Çok güzel bir içkiymiş kendileri, ben daha önce denememiştim. Bir de her gece 5 tabak civarında patates kızartması yiyoruz. Almanyadan getirilen bir çeşit baharat döküyorlar o patateslerin üzerine. Galiba bağımlılık yapıyor.
3
Burada son 2 günüm. Sezon finalini Alaçatı ile yapıyoruz. Oraya gideceğim için heyecanlı, tatil biteceği için biraz buruğum. Dönünce beni bekleyen belirsizlikler denizine girmeye de pek hevesli değilim. Bu da bir sebep tabii ki burukluğa.
4
Ama hala tatildeyim, bunları düşünmemeye çalışıyorum. Babamın canı fırın sütlaç istiyor. Şimdi yapacağım. Görüyorsunuz ki zaten düşünemeyecek kadar çok meşgulüm.

13 Ağustos 2008

Nefraaaaa!

Hazır Nevra hanım Cote d'Azur sahillerinde gününü gün ederken, burayı okuyup da bana çemkiremeyecekken -ki şu bloga tek bir yorum bırakmışlığı yoktur. Okur, e-maille kızar- ben içimdekileri dökeyim. Canım arkadaşım küçüklüğünden beri kaplumbağa sevgisiyle doludur. Su kaplumbağalarına inanılmaz -komik- bir şefkatle yaklaşır. Haliyle bana malzeme çıkarır, ben güldükçe de bu talihsiz kaplumbağaların başına garip garip olaylar gelir. Sakınan göze çöp batar işte.
*
Kaplumbağa Nevra'ya ilk hediye edildiği zamanlarda hepimizin bildiği, Hawaii ambiyanslı, yeşil plastikten palmiyeli kaptaydı. Ama Nevra buna müsade etmezzz! Petshoplarda sevgili kaplumbağaya cam kap aradık, adamlar bizi deli sandı, sonunda hayvancık borcamda ikamet etmeye başladı. Nevra mutlu mesut hergün kaplumbağasının kabuğunu temizliyor, benim hayret ettiğim şekilde suyuna "kabuk sertleştiricisi" damlatıyodu. Ama kader ağlarını örmüştü! Kaplumbağanın yanağında apse çıktı!
*
Nevra kaplumbağayı -milyon şefkat ama hayvancağızın adı yok- kaptığı gibi veterinere götürdü. Artık apse gidene kadar her gün yanağına terramycin krem sürülmesi gerekiyor, sıklığını hatırlamıyorum ama bir de suyuna antibiyotik damlatılması gerekiyor. Suyu mavi yapan bişey daha var ama onun ne olduğunu unuttum. Yani hayvan tüm su kaplumbağası populasyonu içinde borcamda ikamet eden yegane varlık olabilir ama dertler peşini bırakmıyor. Hayat Nevra'nın kaplumbağasından ne istiyor? :)
*
Neyse efendim, Nevra hanım yazının başında belirttiğim üzere tatilini geçirmek üzere Cote d'Azur 'a, Avrupa sosyetesinin yanına gitti. Peki kaplumbağaya ne olacak? E elbette Gizem'e emanet edilecek. Ki ben Çandarlı'ya geldiğim için bakımını üstlenemedim. Büyük yalan, Nevra onu bana vermezdi :) Gizem de şu sıralarda kaplumbağa beslediği için (onunkilerde ayrı hikaye, iki kaplumbağa devamlı üstüste yaşıyorlar) iyi bir "abla" olacak yavrumuza :)
*
Tatile çıkmadan bir gece önce kızlarla Quick China'ya gittik. Beklenmeyen bir de misafirimiz vardı. Devir teslim töreni için Nevra kamplumbağayı da Quick China'ya getirdi (Tamam hakkını veriyim, başka zaman kalmamıştı, getirmek zorundaydı.) Evet borcamdan çıkıp yoğurt kabına geçmişti ama gezmek onun da hakkıydı :)
*
Nevra Gizem'e liste halinde yapılması gerekenleri verdi. "Mercimek tanesi kadar antibiyotik" şeklide.. Gizemcik çaresizce Nevra'ya "Ya nasıl sürücem yanağına terramycin?" diye sorarken bimiyordu ki Nevra yemek dönüşü evde uygulamalı olarak gösterecekti tüm yapılması gerekenleri! Gizemciğin kamplumbağa hazretlerini devralırken içinden "Allahım nolur ölmesin, yalvarırım ölmesin, ölmesin, ölmesin" diye yalvardığına ve her gece yatmadan bu duayı tekrarladığına eminim :)
*
Nevra'nın dönmesine 4 gün var. Ha gayret Gizem, az kaldı :)
*
Nevra bunu görünce başıma geleceklerden kendimi kurtarmak için her gün 10 tane post yazıp bu postu ilk sayfadan yok etmeyi düşünüyorum :)

11 Ağustos 2008

miss madecassol bandaj

Tatil hızlı başladı.
*
Başak'ın istemesi (?) çok güzel geçti. Sabahtan akşama kadar evde koşturuldu. İzmir 50 derece, fırında kurabiye eder mutfak 70 derece. Arada salondaki klimanın altında rotasyonla yatan insanlar topluluğu :) İki tarafın da ilk kız isteme deneyimi olduğundan olacak (benim 500 tane var ya, ondan böyle rahat rahat yorum yapıyorum!) çok şirin bir acemilik vardı havada. Yüzük tepsisi tuttum. Kurdele kestiler. Başak da sanırım en çok o sırada heyecanlandı. Ben zaten direk ağlamaya başladım, mutfağa kaçtım :) Çabuk toparladım. Ne güzel mutlu mesut evlenecek kız işte, ağlayacak ne varsa! Güzel bir gece oldu. Bir gecenin sonunda tüm jargona hakim olan bir insana dönüştüm ve bu durumlarda asla ne denmesi gerektiğini bilmeyen biri olarak artık göğsümü gere gere diyorum ki Allah tamamına erdirsin, Allah mutlu etsin! :)
*
Ertesi gün Çandarlı'ya geldim. Eve gelmemin üzerinden 5 dakika geçmeden dolapta zeytinyağlı dolma olduğunu öğrendim ve ona yöneldim. Dolaptan borcamı çıkarırken koskocaman kapkalın cam şeyi ayağımın üzerine düşürüp kırdım. Kendimi sakar biri olarak tanımlayamam, çok sık yapmam öyle şeyler. Yapınca da tam yapıyorum, az hasarla kurtulamıyorum, illa başımı gözümü yarıyorum. Neyse işte, ayağımın üstünde kırıldı kocaman şey, dolmalar da etrafa saçıldı. Ben önce anlamadım. Salak salak ayağıma bakıyordum ki birden kan fışkırmaya başladı! Ama hakikaten tuhaf bir andı. Yani görüyorum ayağım yarılmış ama 10 saniye aldı kanın fışkırması. Hemen evin dışına ayağımı yıkamaya gittim, ayağımı musluğun altına tuttum, o anda yarığın ne kadar derin olduğunu gördüm. Aynı saniyelerde mor benekler görmeye başladım. Anne biraz başım döndü. Mor benekler artıyorrrr. Tansiyon ölçüldü, 8e 4. Tuzlu ayran, ağzıma şeker tıkayan annem, 2 dakika sonra dökülmeyen dolmalardan bikaç tane. Beni kan mı tutuyor, yoksa birden kan kaybetmekten mi böyle oldu bilmiyorum. Kan tutuyorsa şu yaşta öğrendiğim için çok şaşıracağım! Yaram kratere benziyor. Döne döne derinlere iniyor. Dün ayağımın üzerine bastıkça kanıyordu ama artık durdu. Düzgün yürüyeceğim bugün artık umuyorum. Çok harika bir şekilde düşürmüşüm borcamı; tam baş parmağımın bittiği yerde yarık. Yani parmak arası terliğin hattında. Hiçbi'şey giyemiyorum. Allahtan evde (neden ve nasıl buraya geldiyse) pek çirkin bir Nike yürüyüş terliği bulduk. İtalya'ya kampa giderken dağ bayır yürüyebilmek için almıştım; hakikaten çok çirkin. Böyle koskocaman bi taban alanı var. Sadece onu giyebiliyorum. Dün gece de güzelim şık elbisemin altına onu giydim mecburen. Buradaki arkadaşlarımla birbirimizin en çirkin ergenlik hallerine bile tanıklık ettiğimizden dolayı problem yok. Doruk da idare etsin artık biraz :)
*
Dün giremedim denize, bugün de girebileceğimi sanmam, umarım yarın. Ama zaten deniz buz gibiymiş. Gelir gelmez Americano'da son ikiye kaldım, masanın hesabını Kurtuluş'la paylaştık. Hem yaralıyım, hem yeniyorlar utanmadan :) Bugün King'de çok fena intikam alacağım!

8 Ağustos 2008

ayşe


*
*
*
*
*
*
*
Bir minicik kız çocuğu bak duruyor orada hala!
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Kendisini bir müddet eğlendirip gelicem. Yarından itibaren iyi tatiller bana :)
*
Eylül ile beraber yepyeni bir hayat başlıyor. Ama iyi mi kötü mü henüz bilmiyoruz!
*
Görüşürüz!

6 Ağustos 2008

ağustos böceği

1. Hayattaki yeni amacım bunu yapmak. Bir fırsat bulup yapmam lazım, lazım, lazım.
*
2. Galiba en sevdiğim türkü "Zeytinyağlı". En sevdiğim türkünün (türkü sayılıyor mu bu?) yemeklerle ilgili olması tamamen tesadüf; ve hayır bilmeyenler için de türkünün içeriği yemeklerle ilgili değil. "Senin gibi cahile ben efendim diyemem aman." Ama ben en çok bunu sevmeme rağmen, masaya çalgıcıların geldiği yerlerde bu türkünün formata, ortama uygun olup olmadığını hiç kestiremem. Aslında en çok duymayı istediğim (eğlenceli olmasından olsa gerek) şarkı bu olmasına rağmen, asla bunu dile getiremem. Sahi Zeytinyağlı öyle yerlerle çalınabilir bir şarkı mıdır? E hadi herkes bişey söylesin ama denince de hemen joker şarkılardan birini seçerim: "Hani kuşlar ağaçlar" filan gibi. Sevgili Türk Sanat Musikisi Cemiyeti üyeleri Neyle neyi aynı kefeye koyuyorsun be densiz demesinler, akıl danışıyoruz şurada. Bir de repertuara alınması gereken bir şarkı daha var: Nil'den "Ben Aptal Mıyım?" Bence Türk müzik tarihinin en eğlenceli şarkılarından biri olabilir bu şarkı. Öyle yerlere de çok harika gider. Öyle değil mi ama?
*
3. İsteme gecesine katılımda bulunacağım için süper düper heyecanlı olmakla beraber, yüzükleri gördüğümden beri olay gözümde iyice somutlaşmış ve kafama inmiş bulunmakta. Kız baya baya evleniyor. Ben de idrak etmekte had safhada zorluk çekiyorum. Cumartesi ikna olacağım sanırım :)
*
4. Ankara'da son 3 gün.Yine bavul. Bu sefer bir de küçük çanta. İzmir'de kalacağım gece için. Yarın gece kızlarla Quick China, sonra gitmeden önce askere gidecek Selçuk'u görmek. Tabii ki bir de perşembe neredeyse bir ay sonra sonunda Ankara'ya dönecek Doruk.. Cumartesi 08:40'ta Ankara'dan demir alıyoruz, istikamet İzmir. Sonra gelsin arkadaşlarla Çandarlı, Sarah's, kitap, sohbet, hatta sonrasında bi de Alaçatı. 2008 yaz tatil sezonunu da böylece tamamlamış olacağız..
*
*
*

Bugün bir de kötü bir haber aldım, umutlu kalmak çok zor ama durmak yok yola devam; seve seve; napalım.

3 Ağustos 2008

Unutmamak için

*
*
Değişik bir şeyler görmek, gerim gerim gerilmek istiyorum diyorsan Haneke'den Funny Games U.S. Bir yönetmen için yıllar sonra kendi filmini tekrar çekmek oldukça cesur bir davranış. Eğer gerilim konusunda çıtam yüksek diyorsan seveceksin. Haneke'yi seviyoruz, filmi başından sonuna kadar "noluyo be?" bakışlarıyla seyrediyoruz. Tanımadıklarımızı eve almıyoruz, yumurta isterlerse de vermiyoruz.


*
*
*

*
Nazilerin neler yaptığını bir de Polonyalıların gözünden görelim diyorsan Katyn. 2008 Polonya en iyi yabancı film Oskar adayı. Konuyla ilgili ne kadar şey okusak, seyretsek de yetmiyor. Katyn, yönetmenin babasının savaş sırasında Almanlar tarafından katledilmesi sebebiyle daha bir gerçek gözlerle bakmış tüm olaya. Polonya Nazilerin en fazla harap ettikleri yer. Bana ilginç geldi söylemek isterim; yönetmen Wajda 1926 doğumlu.
*
*
*
*
*
*
*
Hem eğlenceli hem de ilginç olsun diyorsan Ma Vie en Rose. Küçük Ludovic'in kafası karışık. O bir erkek çocuğu ama öyle hissetmiyor, ne yapsın? Pembe kıyafetlere, uzun saçlara ve bebeklere ilgisi var. Durum ne ailesinin, ne okul arkadaşlarının ailelerinin, ne de komşularının hoşuna gitmiyor. Benim başıma gelse ne yaparım? diye düşündürtüyor. Masal gibi anlatılmış hikaye zaman zaman gülümsememize zaman zaman da birisi kafamıza baltayla vurmuş gibi hissetmemize yol açıyor. '98 Altın Küre sahibi. Küçük Ludovic'i çok sevdim.

*
*
*
*
*
Keşke Almodovar'ın seyretmediğim bir filmi olsa da seyretsem diyorsan Entre Tinieblas (Dark Habits). Favori yönetmenlerimizden birine her zaman kredimiz var. Erkek arkadaşının eroinden ölümüne şahit olan şarkıcı kızımız yıllardır garip yollara girmiş kızlara ev sahipliği yapan manastıra sığınır. Tabi tahmin edeceğiniz üzere, manastır dışarıdan daha manyak biryerdir. Kokain sever sevimli rahibler, bahçede kaplanlar, bol bol kadın, bol bol nevrotik olay. Sadece Almodovar anlatınca komik olacak olaylar, diyaloglar. Almodovar'ı neden bu kadar çok sevdiğimizi hatırlamak için parmağa kırmızı bir iplik gibi.
*

*
*

Gerçek ve samimi bişeyler istiyorsan Half Nelson. Ne zamandır beni bekleyen filmi çok sevdim. Lars and the Real Girl'ü tümmm kalbimle sevmeme sebep olan Ryan Rosling'i tekrar görmek harika. Yine ve yine bu kadar başarılı bulmak sevindirici. Bu sene ne çok okul filmi seyrettiğimi düşündüm. Sanırım Die Welle'den sonra en iyisi Half Nelson. Drey rolündeki minik kızımız da gelecek vaat ediyor. Film gerçek, sıcak, buruk ama umutlu. Sağlam ve sadece. Uyuşturucu bağımlısı bohem ruhlu öğretmen hakkında düşnürken buluyorum ara ara kendimi.
*
*
*
*
*
Gerçek hayatın içinden alınma anları, ailelerin birbirine içini döktüğü samimi filmleri seviyorum, durağan ve bol diyaloglu filmlerden sıkılmıyorum diyorsan Margot at the Wedding. Jennifer Jason Leigh muhteşem. Nedense Nicole Kidman pek olmamış hissiyatı yaratıyor, sanıyorum fazla güzellik başa bela, kadın sıradan rollere uymuyor, çirkinleştirme çabaları işe yaramıyor. Ben Margot at the Wedding'i sevdim, bir ara sıkılır gibi oldum, yine sevdim. Gerçeklik mi şaşırtıyor insanı bilmiyorum. Bu da neden sevdiğimi anlamadığım filmler arasına gitsin. Jennifer Jason Leigh diyorum tekrar, onun çin bile seyretmeye değer.

*
*
*

*
*
Neden uzak durmam lazım peki diyorsan işte bu: Silent Light. Tahammül sınırı 35 dakika. O 35 dakikaya da hala üzülüyorum. Abukluğun da bir sınırı var.

1 Ağustos 2008

sarı odalar

Bir aksilik olmazsa haftaya cumartesi İzmir'de hayatımda ilk defa bir kız isteme anına şahitlik edeceğim. Gelin adayı en yakın arkadaşlarımdan biri olduğu için inanılmaz heyecanlıyım! Bakalım gerçekten kahve içilip filmlerdeki gibi allahın izni, peygamberin kavli filan deniyor muymuş? Ya beni gülme tutarsa, ya "hayırrrr o daha çok küçük" filan dersem? Yok yok demem. Mutlu olmayı o kadar hak ediyor ki, her şeyin çok güzel olmasını diliyorum onun için..
*
Annemden kalma açık mavi güpür dantel (adını annemden öğrendim) elbisemi giymeye karar verdim. En hanımefendi görüntüyü onunla veriyorum galiba! Bugün gidip beyaz bir kemer ve bir topuklu ayakkabı almalıyım elbiseme uygun.
*
Babam gönül işleriyle ilgili hiç konuşmaz. Küçüklüğümden beri bana tek tavsiyesi "Olay seni mutlu ediyorsa anlamlıdır." olmuştur. Benimse bu konuda bir tavsiyem yok. Yuvarlanıp gitmek en güvendiğim taktik. Zaten dün Baran'la Quick China ve suşi suşi şarap (aka. şemşi paşa paşazı) gecesinin sonunda fortune cookie de bana "Bu ara kimseye tavsiye vermesen iyi olur" dedi. Bu durumda söyleyebileceğim en anlamlı laf "Hadi dur o sarı odalarda durabilirsen" olabilir mesela. Mesela.