Tatil. Ünite 5: Karaburun - Lipsos
Karaburun bu tatilin sürprizi oldu. Aslında Karaburun da diyemeyiz, şehir merkezinden 9 km ötede, kendinizi dünyanın ucunda hissedeceğiniz bir yer. Yer diyorum; çünkü buraya ne kasaba, ne köy, ne de başka bir şey demek mümkün değil. Karaburun'dan sonra Küçükbahçe Köyü'nü geçiyor, Yeniliman sahiline sapıyor, oradan da "Lipsos-Ata'nın Yeri" tabelalarını takip ediyorsunuz. Karaburun fikri tatil için araştırma yaparken bir ara ortaya çıkmıştı ama çok kötü olduğunu duyduğumuz ulaşım şartları ve birkaç kişinin orada kayda değer bir şey olmadığını söylemesi bizi vazgeçirmişti.
Tatilin son akşamında, öylesine karıştırılan bir rehberde keşfettiğimiz Lipsos, yönümüzü tekrar Karaburun'a çevirdi. İyi ki de görmüşüz o tanıtım yazısını, iyi ki gitmişiz buraya. Tatil sonrası eve gelince Food and Travel'ın ağustos sayısı kapağında Lipsos'un sahilini görünce hem içim kıpır kıpır oldu, hem de temmuz sonundan beri evde ortalarda gezinen dergideki Karaburun yazısını okumadığım için kendime kızdım. Lipsos'u bizim gizli keşfimiz, kafa dinlemek için sığınacağımız bir yer sanıyordum; Food and Travel'da yayınlandıktan sonra öyle olmayacağına dair korkularım var. Bencil miyim?
Şimdi böyle anlattığıma bakmayın. Çeşme-İzmir otobanından Karaburun'a saptıktan kısa bir süre sonra tatili uzatmanın çok yanlış bir karar olduğuna yemin edebilirdim. 65 km'lik yol bitmiyor. Seyahat masmavi koyların müthiş manzarası eşiliğinde de olsa, virajlar insanı " İnicem arabadan, tamam yeter, bu ne be!" diye çığlık attırabilecek kadar korkutucu (özellikle de benseniz!). 65 km'yi bir buçuk saatte anca kat ediyoruz. Ben dayak yemişten beter bir halde Karaburun'a ayak basıyorum. Arabadan inip diyorum ki "Beni bir daha hiçbir güç buraya getiremez!" (Sonradan öğrendiğimiz üzere Karaburun-Foça arası vapur seferi var. Yani o yolu araba ile gitmek zorunda değilsiniz. Özellikle de benim gibi sonradan kuzey Ege'ye devam edecekseniz, vapur şahane bir seçenek. 50 dakikada Foça'ya varıyorsunuz. Ne yazık ki arabalı vapur yok. Bir de yolda giderken Mordoğan'da Yuvam Sitesi diye bir siteden geçtik. O ne harika yerdi! Yazlığı orada olanlar çok şanslı!
Lipsos'a geldikten sonra dert-tasa-endişe-kaygı, hiçbir şey kalmıyor. Sanki kendi başına bırakılmış bir yazlık konak burası. Herkes kendi halinde. 7 tane oda var. Odalarda işlemeli yatak örtüleri ve rahat yataklar var. Odadan beklentinizi bununla sınırlı tutmalısınız. Burada lüks yok. Klima olmaması bizi endişelendirmişti ama gece gördük ki gerek de yok. Pencereyi açıp dalga seslerini dinleyerek uyuyorsunuz. Evin girişindeki holde ise insanı saatlerce oyalayabilecek bir kütüphane var. 50'lerden kalma kitaplar, yeni kitaplar, arıcılık ile ilgili kitaplar.. Eski kitap kokusu. İnsanın başı dönüyor. Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu'nun 70'lerden kalma bir baskısını buldum, onunla oyalandım bir süre.
Deniz göz alabildiğince mavi. Pırıl pırıl. Cam gibi. Sahilde sadece birkaç ahşap şezlong var. Bir de derma çatma bir çardakla bir hamak. Bütün gün yat, kitap oku, şeffaf denize gir çık.
Yemek ise başlı başına bir konu. Gelirken okumuştuk aslında. Günlük tutulan balıklar, özenle hazırlanan mezelerle servis ediliyormuş. O gün ne balık çıkarsa.. Ama bu kadarını hayal etmiyorduk, itiraf edeyim. Yemek için hazırlandık, gittik oturduk denizin içinde sayılabilecek masamıza. "Ne yiyeceğiz?" dedik, Cemal dedi ki "Meze yiyeceksiniz, balık yiyeceksiniz. Burada böyle. Siz acıkınca söyleyin, ben masayı doldurmaya başlayayım." Sonra başladı ardı ardına mezeler gelmeye. O aşağıdaki patlıcan var ya, ben hayat boyu sadece onu yesem olur. Bu arada yemek saati diye bir şey yok. Kimileri hava kararana kadar yüzüyor, kimileri yemek öncesi şarabını içiyor. Kişiye özel ayarlanıyor yemek saatleri. Siz ne zaman isterseniz. Biz başladık ve bitiremedik gerçekten. Sanırım akşam 8'den 2'ye kadar sürdü bu böyle. Kimileri gecenin o saatinde denize girdi çıktı.
Etraf kararınca daha bir büyülendik. Etrafta tek tük ışık. Kafamı köyden diğer tarafa çevirince göz alabildiğince bir karanlık. İnsan gerçekten sorguluyor hayatı. Burada dünyanın bittiği yermiş gibi hissettiren yerde, etraftaki kimse, hiçbir şey koşturmuyor, hiçbir şey acele değil. Acele ne çok yoruyor insanı. Burada aldığın her nefesi algılıyorsun sanki. Arabadan indiğimde "Beni bir daha hiçbir güç buraya getiremez!" demiştim. Şimdi anlıyorum üst kattaki odayı 3 haftalığına tutanların akıllarından zorları olmadığını, asıl aklın onlarda olduğunu. Ömrün uzar burada o kadar kalsan ama geri nasıl dönersin onu bilmiyorum.
Sabah kahvaltısı ise alttaki gibiydi. Masaya gelmeden iki dakika önce yandaki bahçeden toplandı o kiraz domatesler, biberler. Bu sefer en içten şekilde dedik "Burada daha uzun kalınırmış.." diye.
Tatile harika bir final oldu Karaburun. Belki de aslında Lipsos. Yolunuz düşerse uğrayın demiyorum çünkü buraya yolunuz düşmez, burası dünyanın ucu. Belki bizim gibi şans eseri rotanız buraya çevrilir ve bizim aldığımız keyfi alırsınız.
Tatilin son akşamında, öylesine karıştırılan bir rehberde keşfettiğimiz Lipsos, yönümüzü tekrar Karaburun'a çevirdi. İyi ki de görmüşüz o tanıtım yazısını, iyi ki gitmişiz buraya. Tatil sonrası eve gelince Food and Travel'ın ağustos sayısı kapağında Lipsos'un sahilini görünce hem içim kıpır kıpır oldu, hem de temmuz sonundan beri evde ortalarda gezinen dergideki Karaburun yazısını okumadığım için kendime kızdım. Lipsos'u bizim gizli keşfimiz, kafa dinlemek için sığınacağımız bir yer sanıyordum; Food and Travel'da yayınlandıktan sonra öyle olmayacağına dair korkularım var. Bencil miyim?
Şimdi böyle anlattığıma bakmayın. Çeşme-İzmir otobanından Karaburun'a saptıktan kısa bir süre sonra tatili uzatmanın çok yanlış bir karar olduğuna yemin edebilirdim. 65 km'lik yol bitmiyor. Seyahat masmavi koyların müthiş manzarası eşiliğinde de olsa, virajlar insanı " İnicem arabadan, tamam yeter, bu ne be!" diye çığlık attırabilecek kadar korkutucu (özellikle de benseniz!). 65 km'yi bir buçuk saatte anca kat ediyoruz. Ben dayak yemişten beter bir halde Karaburun'a ayak basıyorum. Arabadan inip diyorum ki "Beni bir daha hiçbir güç buraya getiremez!" (Sonradan öğrendiğimiz üzere Karaburun-Foça arası vapur seferi var. Yani o yolu araba ile gitmek zorunda değilsiniz. Özellikle de benim gibi sonradan kuzey Ege'ye devam edecekseniz, vapur şahane bir seçenek. 50 dakikada Foça'ya varıyorsunuz. Ne yazık ki arabalı vapur yok. Bir de yolda giderken Mordoğan'da Yuvam Sitesi diye bir siteden geçtik. O ne harika yerdi! Yazlığı orada olanlar çok şanslı!
Lipsos'a geldikten sonra dert-tasa-endişe-kaygı, hiçbir şey kalmıyor. Sanki kendi başına bırakılmış bir yazlık konak burası. Herkes kendi halinde. 7 tane oda var. Odalarda işlemeli yatak örtüleri ve rahat yataklar var. Odadan beklentinizi bununla sınırlı tutmalısınız. Burada lüks yok. Klima olmaması bizi endişelendirmişti ama gece gördük ki gerek de yok. Pencereyi açıp dalga seslerini dinleyerek uyuyorsunuz. Evin girişindeki holde ise insanı saatlerce oyalayabilecek bir kütüphane var. 50'lerden kalma kitaplar, yeni kitaplar, arıcılık ile ilgili kitaplar.. Eski kitap kokusu. İnsanın başı dönüyor. Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu'nun 70'lerden kalma bir baskısını buldum, onunla oyalandım bir süre.
Deniz göz alabildiğince mavi. Pırıl pırıl. Cam gibi. Sahilde sadece birkaç ahşap şezlong var. Bir de derma çatma bir çardakla bir hamak. Bütün gün yat, kitap oku, şeffaf denize gir çık.
Yemek ise başlı başına bir konu. Gelirken okumuştuk aslında. Günlük tutulan balıklar, özenle hazırlanan mezelerle servis ediliyormuş. O gün ne balık çıkarsa.. Ama bu kadarını hayal etmiyorduk, itiraf edeyim. Yemek için hazırlandık, gittik oturduk denizin içinde sayılabilecek masamıza. "Ne yiyeceğiz?" dedik, Cemal dedi ki "Meze yiyeceksiniz, balık yiyeceksiniz. Burada böyle. Siz acıkınca söyleyin, ben masayı doldurmaya başlayayım." Sonra başladı ardı ardına mezeler gelmeye. O aşağıdaki patlıcan var ya, ben hayat boyu sadece onu yesem olur. Bu arada yemek saati diye bir şey yok. Kimileri hava kararana kadar yüzüyor, kimileri yemek öncesi şarabını içiyor. Kişiye özel ayarlanıyor yemek saatleri. Siz ne zaman isterseniz. Biz başladık ve bitiremedik gerçekten. Sanırım akşam 8'den 2'ye kadar sürdü bu böyle. Kimileri gecenin o saatinde denize girdi çıktı.
Etraf kararınca daha bir büyülendik. Etrafta tek tük ışık. Kafamı köyden diğer tarafa çevirince göz alabildiğince bir karanlık. İnsan gerçekten sorguluyor hayatı. Burada dünyanın bittiği yermiş gibi hissettiren yerde, etraftaki kimse, hiçbir şey koşturmuyor, hiçbir şey acele değil. Acele ne çok yoruyor insanı. Burada aldığın her nefesi algılıyorsun sanki. Arabadan indiğimde "Beni bir daha hiçbir güç buraya getiremez!" demiştim. Şimdi anlıyorum üst kattaki odayı 3 haftalığına tutanların akıllarından zorları olmadığını, asıl aklın onlarda olduğunu. Ömrün uzar burada o kadar kalsan ama geri nasıl dönersin onu bilmiyorum.
Sabah kahvaltısı ise alttaki gibiydi. Masaya gelmeden iki dakika önce yandaki bahçeden toplandı o kiraz domatesler, biberler. Bu sefer en içten şekilde dedik "Burada daha uzun kalınırmış.." diye.
Tatile harika bir final oldu Karaburun. Belki de aslında Lipsos. Yolunuz düşerse uğrayın demiyorum çünkü buraya yolunuz düşmez, burası dünyanın ucu. Belki bizim gibi şans eseri rotanız buraya çevrilir ve bizim aldığımız keyfi alırsınız.
4 yorum:
Oh senden yazı görmek ne güzel. :)
ayşe allah seni bildiği gibi yapsın:P deşifre ettin buraları çeşme gibi millet canına okumasın diye biz gizli gizli yaşıyoruz izmirliler karaburun mordoğanı
seçil
deniz'le ve koray'la kulaklarini cinlattik simdi. okumami soylediler, eve gelir gelmez okudum.
Iyi mi ettim, kotu mu ettim bilemedim :))
Merhaba,
Biz dün döndük Atanın yerinden :( inanılmaz derecede güzeldi herşey... Dalgaların sesi ile uyandık, akşam yemeğinde sakinlik ile huzuru bulduk. Mezeler ve balıklar şahane... Şehirden uzakta süper dinlendik.. Ata Beylerin ve personelin size müşteri gibi değil arkadaş gibi davrandıgı huzur dolu bir yer..
Yorum Gönder