28 Şubat 2011

Benek'i kaybettik..


Beklenmeyen bir son değildi ama uzun bir süredir gayet stabil olduğu için bu kadar ani olmasını beklemiyorduk. Hatta tüm doktorların söylediğinin aksine, ben galiba iyileşeceğini düşünüyormuşum.. Benek, kötü geçen bir günü atlatamadı ve dün sabaha karşı onu kaybettik. Belki de sonu belli olan, böylesine can sıkıcı bir hastalıkta çok fazla acı çekmeden ve daha kötü günleri yaşamadan hayata veda etmek onun şansına olmuştur diye teselli etmeye çalışıyorum kendimi ama başaramıyorum.. Seni çok seviyorum Benek. Her zaman çok özleyeceğim..

23 Şubat 2011

yaş ilerler, öküzlük baki kalır

İstanbul'a gelip giderken yolda enteresan şeyler oldu. Otobüse bindiğimde sabahın erken bir saatiydi. Otobüs yolculuğunu çok seviyorum. Televizyon var, filmler var, wireless var, telefonu açabiliyorum, sürekli çay kahve var vs vs. Özellikle Varan muavinleri inanılmaz başarılı. Hepsi çok kibar ve güleryüzlüler. Gerçekten yolculuğunuz iyi geçsin diye ellerinden geleni yapıyorlar. Hep güzel geçiyordu yolculuklarım. İlk defa bu yolculukta iki yolcu yüzünden huzurum bozuldu ve kavga çıkarasım geldi.
*
Otobüs kalkar kalkmaz hemen gazete servisi yapılıyor, ardından ilk çay-kahve servis ediliyor. Teyzemin biri, çay servis eden muavine "Ben Hürriyet istiyorum!" dedi. Önünde başka bir gazete hali hazırda bekliyor bu arada. Muavin gayet kibarca "Servisi tamamlayıp hemen getiriyorum hanımefendi" dedi. Hanımefendi olmayan kadın ne desen beğenirsiniz: "Hayır! Ben hemen şimdi okumak istiyorum gazetemi!" Böyle durumlarda benim kulağımdan resmen alevler çıkıyor. Teyzenin yaşı gayet ileri, bu yüzden bir türlü bir şey diyemiyorum, içim şişiyor şişiyor şişiyor. Keşke yaşıtı olsaydım da bir şeyler diyebilseydim diye hayal kuruyorum. Öyle çok istedim ki "Sizin gazetenizin, arkanızda oturan yolcunun kahvesinden daha önemli olduğunu nerden çıkardınız? Getirecek işte muavin arkadaş beş dakika sonra. Saygılı olun biraz. Neden gerginlik yaratıyorsunuz!" ya da "10 dakika önce dağıtıldı gazete. O zaman aklınız neredeydi? Şimdi ne hakla muavine laf edebiliyorsunuz?" ya da "Madem Hürriyet okumazsanız ölmek üzeresiniz neden otobüse binmeden önce üç kuruşa bir gazete almadınız?" diyebilmeyi. Ama diyemedim. Muavine bakarak "Takma kafana" işareti yapmakla yetinmek zorunda kaldım. Bir araca bindiğinde bilet almış olmaktan dolayı tüm çalışanları ve hatta tüm yolcuları satın aldığını düşünen bu görgüsüz zihniyetle büyük derdim var. Teyzenin yaşı büyük, rahat rahat bindiriyor herkese. Şimdi yaşı büyük diye saygı hak ediyor mu bu kişi aslında? Hayır etmiyor. Laf etsen bir türlü, etmesen bir türlü. Ne mi oldu peki? Muavin servisi bıraktı ve Hürriyet'i yerine götürdü. Ben oturduğum yerde köpürdüğümle kaldım.
*
İkinci olayda ise kırklarının başında bir kadın beni şoka uğrattı. Kendisi koltuğunu dibine kadar yatırmış kitap okuyor. Şimdi bu koltuğu tamamen yatırma konusu enteresan. Evet, aslında "Koltuk bunu yapmaya izin veriyorsa ben de yatırırım, ne var ki bunda?" diyenler olabilir. Ben öyle düşünmüyorum. Uçakta, otobüste vs. ne zaman koltuğumu yatırsam arkaya dönüp sorarım rahatsız ediyor muyum diye. Ama kabul ediyorum, koltuk yatırmak için illa ki izin almaya gerek yok. Neyse, konuya dönersek, abla yatırmış koltuğunu.. Bu koltuğun tam arkasında oturan, 60'larının sonlarındaki teyze koltuğuna yerleşmeye çalışırken biraz zorlandı ve şöyle dedi: "Hanımefendi acaba bu koltuk öne doğru biraz kayıyor mudur? Yatırmanıza bir itirazım yok ama koltuk biraz öne gidiyorsa çok sevinirim." Ve kırklarının başındaki çok modern görünüşlü abla, bu nazik teyzeye ne yaptı? İnanılmaz yüksek bir sesle "Hay Allahım yarabbim sen bana sabır ver!" diye haykırdı. Ben artık bunun üzerine terbiyemi takınmayı boşverip, şu dandik durumda yarabbisine sığınacak kadar neden bunaldığını anlayamadığım ablayı göz hapsine aldım. Kibar teyzem hala "Bir sorsak arkadaşlara belki bir yolu vardır" gibi bir şeyler gevelerken, canavar abla "Hanımefendi olmaz öyle şey! Bunları böyle tasarlamışlar!" diye yine en desibellisinden açıklamalar yapmaya başladı. Bu aşamada ağzımı açıp açmamak arasında ciddi gel gitler yaşadım ama sustum. Neden? Yine benden büyük diye. Şimdi soruyorum size: Gerçekten susup oturmak mı gereklidir bu durumlarda? Terbiye anlayışım yetersiz kalıyor cevabı bulmaya.
*
İkiniz de çok terbiyesizdiniz 16 Şubat Çarşamba günü sabah 09:30 otobüsüyle İstanbul'a giden iki teyze. Umarım kendiniz ya da bir şekilde bunu size iletebilecek birileri okur bunu. Umarım yaşıtınız birileri de yakın zamanda ağzınızın payını verir. Oh be!
*
Ama hep de kötü şeyler olacak değil. İstanbul'dan dönerken uçakta tam benim hizamda kesinlikle tanıdığım biri oturuyordu. Ben görüp görebileceğiniz hafızası en berbat kişilerden biriyim. Özellikle yüzleri çok çabuk unutuyorum. İşte, bu keçi sakallı, mavi gözlü çocuğu kesinlikle tanıyorum bir yerden ama merhaba diyecek yakınlıkta biri mi olduğunu, yoksa o kişinin ünlü biri mi olduğunu çıkaramıyorum. İşte benim genel problemim! Her zaman yaptığım şekilde, kendisini görmemiş gibi yaparak yerime oturuyorum. Bu durumlarda genelde eve varınca gördüğüm kişiyi anlatıp bana yardımcı olmalarını sağlarım. Yoksa kafayı yerim. Bulmak zorundayım. Mesela bir seferinde bana bir konserde selam veren bir adamı evde soru cevap ilerleyerek bulduk. Birkaç defa gittiğimiz bir doktor çıktı. Ben nereden hatırlıyım doktoru? Bu sefer durum iyice komikmiş. Evde gördüğüm kişiyi anlatmaya başlamamla kendisini televizyonda görmem bir oldu. Meğer merhaba demeli miyim diye beni tereddüte düşüren kişi Yetenek Sizsiniz'e çıkan ve şu an tüm televizyonlarda gösterilen sihirbaz çocukmuş :)

22 Şubat 2011

Saçın modası olur mu?

Ülkemizin koyu tenli nadide kızlarına zaten hiç ama hiç yakışmamış karamel rengi saçın modası geçti, kamuoyuna duyurulur. Lütfen artık bu konuda ısrarcı olup, göz zevkimizi daha fazla bozmayın. Tamam, heves ettiniz, anladık; ama artık yeter. Yepyeni bir şey söyleyeceğim: Moda olan her şey, herkese yakışmaz. Eğer bembeyaz bir tene sahip değilseniz bu renk ile maceralara girmeyin. Hadi madem vaktinde bir hata yaptınız, artık devam etmeyin. Bakın, kara-sarı ten rengine uymayan çiğ sarı saç renginin yılmaz bekçisi Demet Akalın (şekil 1a) bile sonunda akıllandı.
*

Sanıyorum bu turuncumsu saç modası yanlış anlaşılmalar zinciri sonucu ortaya çıktı. Çağla Şikel, Cennet Mahallesi denen dizide bir çingeneyi canlandırıyordu (şekil 2a). Orada saçları bu renkti. Ayrıca kulağına, boynuna, bileklerine sayısız takı takıyor, bir yandan da "abe, abe, abe" diye konuşuyordu. Saçları canlandırdığı karakter ile gayet uyumluydu yani. (Şu anda da kendisinin sarı saç ısrarına anlam veremem.) Malesef, Çağla Şikel'in bu saç rengi veba gibi yayıldı ve esmer Türk kızı, teniyle neredeyse aynı renk bu saçı üzerinde hiç düşünmeden benimseyiverdi. Çünkü yeni olan hiçbir şey kaçırılmamalıydı! Elbette Beyonce, Rihanna vs. böyle radikal şeyler yapabilirler. Buna göre tonlarca makyajları yapılıyor ve normalde sarışın Demet Akalın gibi soluk benizli görünecekken, gayet iyi duruyorlar. Ama tatlım, sen öyle durmuyorsun.
*

Gördüğü her şeyi güruhlar halinde uygulamayı pek seven bir toplum olduğumuz su götürmez bir gerçek. Elbette değişiklik güzeldir ama televizyonda gördüğümüz her şey bize gitmeyebilir. Hatırlarsınız, Victoria Beckham'ın bir kuaför ziyaretiyle bütün ülkemiz o saçma sapan önü uzun arkası kısa modelle (şekil 3a) gezdi aylarca bu ülkede. Kimse o tuhaf kesimli saçın uzayınca neye benzeyeceğini düşünmedi ve sonra etraf bir sürü "uzayıp bozulmuş Victoria Beckham saçlı" kızla doldu. Nato kafa nato mermer sözünü pek severim.
*
*
*

Beyaz tenli değilseniz sarı, turuncu, karamel gibi renklerden uzak durunuz, komik olmayınız. Saçın doğru kullanımı aşağıdaki gibidir.

Ten renginiz bu renk değilse böyle şeyler yapmayın. Sevgiler, saygılar.

15 Şubat 2011

Bugün 15 Şubat

Daha önceden belirlediğim Oscar tahmin günü geldi çattı!
Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi yine ikişer tahmin yapacağım: İçimden geçen (A) ve aslında gerçekleşeceğini düşündüğüm (O) ödül sahipleri olarak işaretledim.. Haydi bakalım!

En iyi film adayları: (Adaylardan The Kids are All Right'ı henüz seyredemedim.)
127 Hours
Black Swan
The Fighter
Inception (A)
The Kids Are All Right
The King's Speech
The Social Network (O)
Toy Story 3
True Grit
Winter's Bone

En iyi erkek oyuncu adayları:
Javier Bardem - Biutiful (A)
Jeff Bridges - True Grit
Jesse Eisenberg - The Social Network
Colin Firth - The King's Speech (O)
James Franco - 127 Hours

En iyi kadın oyuncu adayları:
Annette Bening - The Kids Are All Right
Nicole Kidman - Rabbit Hole
Jennifer Lawrence - Winter's Bone
Natalie Portman - Black Swan (A) (O)
Michelle Williams - Blue Valentine

En iyi yardımcı erkek oyuncu adayları:
Christian Bale - The Fighter (O)
John Hawkes - Winter's Bone
Jeremy Renner - The Town
Mark Ruffalo - The Kids Are All Right
Geoffrey Rush - The King's Speech (A)

En iyi yardımcı kadın oyuncu adayları
Amy Adams - The Fighter
Helena Bonham Carter - The King's Speech (O)
Melissa Leo - The Fighter
Hailee Steinfeld - True Grit (A)
Jacki Weaver - Animal Kingdom

En iyi yönetmen adayları: (Aslında Inception olsa ona verecektim ödülü.)
Darren Aronofsky - Black Swan (A)
Ethan Coen, Joel Coen - True Grit
David Fincher - The Social Network (O)
Tom Hooper - The King's Speech
David O. Russell - The Fighter

En iyi orijinal senaryo adayları:
Another Year : Mike Leigh
The Fighter : Scott Silver, Paul Tamasy, Eric Johnson, Keith Dorrington
Inception : Christopher Nolan (A) (O)
The Kids Are All Right : Lisa Cholodenko, Stuart Blumberg
The King's Speech : David Seidler

En iyi uyarlama senaryo adayları:
127 Hours : Danny Boyle, Simon Beaufoy
The Social Network : Aaron Sorkin (A) (O)
Toy Story 3 : Michael Arndt, John Lasseter, Andrew Stanton, Lee Unkrich
True Grit : Joel Coen, Ethan Coen
Winter's Bone : Debra Granik, Anne Rosellini

En iyi animasyon film adayları:
How to Train Your Dragon
The Illusionist
Toy Story 3 (A) (O)

En iyi yabancı film adayları:
Biutiful : Alejandro González Iñárritu (Meksika) (A) (O)
Dogtooth : Giorgos Lanthimos (Yunanistan)
In a Better World : Susanne Bier (Danimarka)
Incendies : Denis Villeneuve (Kanada)
Outside the Law : Rachid Bouchareb (Cezayir)

14 Şubat 2011

lunedi

Geçen hafta Nüfus Müdürlüğü'nde bi iş halletmek için Kızılay'a gittim. Ne kadar zaman geçtiğini hatırlayamadım en son Kızılay'a gidişimin üzerinden. Bir de Ankara'dan söz ediyoruz en nihayetinde. Ben Kızılay'a en uzak mesafede oturanlardan biriyim, o bile 20 dakika sürüyor. Hiç işim düşmemiş herhalde. Çok değişmiş Kızılay. Çok güzelleşmiş göründü gözüme. Belki de ben yüz yıldır görmediğim için bana mı öyle geldi bilmiyorum. Nüfus'taki işimi de şipşak beş dakikada halledince biraz dolaştım. Hala her taraf dersanelerle dolu, bakıp isimlerini hatırladıkça içim sıkıldı biraz. Yöntem Dersanesi bilmem ne.. Ne garip bir dönemdi o dersane zamanları. Bütün gün okul, sonra dersane, akşamın bi saati evde ol, sonra bütün hafta sonu yine dersane. Ben zaten lise son sınıfa dair neredeyse hiçbir şey hatırlamıyorum, neredeyse yaşamamış kadar az. Hiç görüşemediğimiz için Nevra'yla pazar sabahları dersaneden önce, gerçekten garip derecede erken bir saatte buluşup kahvaltılar etmemiz gibi böyle görüntüler var aklımda. Oh kurtuldum dedim bir yandan. Bir yandan da üzerinden 10 yıl geçtiğini fark ettim. Hayatımın üçte birinden daha uzun süre geçmiş yani dersaneye gitmemin üzerinden. Vay be!
Yanıma fotoğraf makinemi almadığıma pişman oldum. Bir sürü ilginç şey gördüm. Recep İvedik bebekleri yapmışlar, sizin haberiniz var mı? My Way kıraathanesi gördüm. İnanılmaz türkü bar afişleri gördüm. Hepsine kendi başıma bakıp, içimden gülmek zorunda kaldım. Çok güzel stenciller gördüm, beğendim.
Vaktinde hobi olarak kulak deldirmeye gittiğimiz Karanfil Pasajı'ndan üç yıl yetecek kadar -sürekli kaybolup, bir türlü nereye gittiği bulunamayan tipte- kıskaçlı minik siyah toka, siyah lastik toka ve bir sürü tel toka aldım, karşılığında komik bir para verdim. Tokacıda bangır bangır Doğuş çalıyordu ve dükkanda çalışan kızlar müşterileri hiiiç umursamadan şarkıya eşlik ediyorlardı. Şarkı beni çok eğlendirdi, yalnız olduğum için bir kez daha üzüldüm çünkü şarkı gerçekten kahkahalarla gülmeyi hak ediyordu. İçinde bir de monolog barındıran trajikomik bir şarkıydı. Keşke içinden bir cümle hatırlayabilsem de söylesem size nasıl olduğunu, gerçekten Pazartesi eğlenceniz olurdu. Gerçi ben dükkanda kendimi bırakıp kahkahayı patlatsam Doğuş fanatiği oldukları su götürmez ablalar beni çiğ çiğ yerlerdi muhtemelen. Bu alışveriş sonrası uzunca bir süre tokaya ihtiyacım olmaz ama uzun süredir ciddi "tokacı" sıkıntısı yaşadığımdan ve artık hiçbir yerde Agatha vs. haricinde tokacı olmadığından artık adresim belli. Doğuş dinlemek de hiç umrumda değil!
TED'in artık orada olmadığını bilmek de bir tuhaf geldi, Dost'un hala orada olduğunu görmek hoşuma gitti, Yüksel Caddesi'nde her gittiğimde gördüğüm kazı çalışmalarını bu sefer görmedim, mutlu oldum. Kızılay'ı neden sevmediğimi hatırlamaya çalıştım, bir cevap bulamadım. Heralde dersanelerin çağrıştırdıklarıyla ilgili bir şeyler.
Sakarya'daki gözlemeci hala açık mı diye gidip bakmaya üşendim ama gerçekten insan beyni çok enteresan, Kızılay'a gittiğim günden beri o gözlemecide 10 sene önce yediğim yoğurtlu kıymalı gözlemenin tadını alıyorum. Kızılay'a bir kez daha gitmek farz oldu.
Silikon iphone kabı arıyorum şu jel gibi olanlardan. Nereden bulurum bilen var mı? -Kızılay? :) -
Hazır sormaya başlamışken bir de Cadbury Flake satan bir yer biliyor musunuz? Avustralya'dan getirdiklerim bitti, Doruk'un yeni getirdikleri de bitecek diye yiyemiyorum (yenisini bulamazsam bunlar bozulana kadar yemem ben!). Kesin vardır bir yerde ama nerede?

p.s: Benek iyi. Herhangi bir kötüleşme göstermiyor. Karnındaki şişlik duruyor ama öncekinden kötü değil. O kötü olmadıkça panik yapmayacağım. Bu şekilde yaşayıp giden birçok kedi olduğunu öğrendim. Belki de bize de öyle olur. Gerekli ilaçlar yolda, onları bekliyoruz. Benek Hanım mırlaya mırlaya uyuyor, keyfimiz yerinde.

9 Şubat 2011

FIP

Malesef Benek'in test sonuçları geldi ve FIP teşhisi doğrulandı. Ne yazık ki tüm kaynaklar sonunun iyi olmayan bir hastalık olduğunu söylüyor. Veterinerimiz bu hastalıkla ilgili şüphelerini ilk açıkladığından beri internette konu hakkında araştırma yapıyorum, yurt dışından birçok kişiyle yazışıyorum, bunları veterinerimizle paylaşıyorum. Bir buçuk aydır devam eden teşhis maratonu ve testler sonunda son karar FIP oldu. Fazla detaya girmek istemiyorum. FIP oldukça nadir görülen ve aslında ne teşhisi, ne de tedavisi tam anlamıyla çözülememiş bir hastalık. Türkiye'deki veterinerler kortizon tedavisi ile hastalığı yenmeye değil de, kedinin daha rahat yaşamasına yönelik bir yöntem izliyor gibi görünüyor. Yurt dışında ise "homeopat" veterinerler kortizonu tamamen reddedip, yoğun protein desteği ve bitkisel takviyelerle kedinin bağışıklık sistemini güçlendirip virüsü vücudun yenmesini sağlama taraftarılar. Bu şekilde kurtulan vakalar oldukça az da olsa var.
Benek'in durumu kötü değil. Sadece karnında oldukça fazla sıvı birikmiş halde ve bu da hareketini kısıtlıyor. İnternette okuduğum vakalara nazaran çok hafif seyrediyor Benek'te hastalık. (tak tak tak!) Şimdilik kortizon tedavisini reddettik. Amerika'da birkaç vakayı başarıyla sonuçlandırmış bir homeopat veterinerle irtibattayım. Burada sunulan seçenek çözüme yönelik olmadığı için ilk önce onların önerdiği yöntemi denemeye karar verdik.
Elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Umudumuz var. Umarım şansımız da bize yardımcı olur.
FIP hakkında bilgisi olan varsa bana yazarsa çok sevinirim.

6 Şubat 2011

hafta sonu filmleri sever

Bu hafta sonu, kötü filmler hafta sonuydu. Aslında bu iki kötü filme gitme sebebimiz de aynıydı: Biutiful'a gidememek. İki seferde de süresi uzun olan Biutiful'un gösterim saatlerine denk gelemeyince kendimizi başka filmlerde bulduk. Eh, sonuç olarak kendimiz edip kendimiz bulduk. Her zaman beğendiğimiz filmleri anlatacağız diye bir şey yok. Buyrun.

Sanctum'u film başlayana kadar uzayda geçen bir bilim kurgu filmi sanıyordum. Meğer mağaralar, dalgıçlar, tüpler, paletler filan varmış filmde. Üç boyutlu. Ellerinde bu kadar para olduğu halde bu kadar berbat filmler yapabilmek için insanlarda özel bir yetenek olmalı. Belki de Zaten üç boyutlu film yapıyoruz, ne gerek var başka şeye? diye de düşünüyor olabilirler. "Seni yeneceğim mağara!" gibi kahkahaya sebebiyet veren gaz cümleler, sırasıyla hangi oyuncuların öleceğini bile bir bakışta tahmin edebildiğiniz bir kurgu.. Mağaracılığa çok meraklı olmayan biri bu filmi sevebilir mi bilmiyorum. Ekşi sözlük'te "James Cameron Avatar'dan artan 3D'siyle bu filmi çekmiş" diye bir yorum vardı. Beni çok güldürdü. Filmi daha iyi açıklayacak bir cümlem yok!

Diğer film Aşk Tesadüfleri Sever'di. Bu filme dair bir önyargım vardı: Dandik bir aşk filminden başka ne olacak? Ama Ankara'da geçiyor, ama Mehmet Günsür var, ama Eylül Akşamı var.. Film hakkındaki yorumları okuyup, pek de fena olmadıklarını görünce bilerek isteyerek, hür irademle gittim filme. Aslında bu filme çok kötü diyemem. Sadece Belçim Bilgin tam bir felaketti. Ya rolü ona hiç uymamış, ya da gerçekten çok başarısızdı. Tüm gülümsemeleri, kahkaları, elini sürekli saçında gezdirmesi şaşırtıcı derecede yapmacıktı. Oysa ki Hatırla Sevgili'deyken hiç böyle hissetmemiştim onunla ilgili.. Bunun dışında iyi taraflara bakarsak: Mehmet Günsür, Mehmet Turgut muydu? Öyleydi ya da değildi, canlandırdığı Özgür karakteri çok tatlıydı, Mehmet Günsür'e de cuk otumuştu. Altan Erkekli her zamanki gibi müthişti. Ayda Aksel'i ise her izlediğimde keşke daha çok izleyebilsem onu diyorum.. Teğet geçilmiş bir oyuncu bence kendisi. Ayrıca, Ankara'yı olduğundan daha güzel göstermişler, sanırım Sorak ailesi Ankara'yı gerçekten seviyor ama Gençlik Parkı'nın cafe'sinin pek de popüler bir yer olmadığını bilmiyor olabilirler :) Filmde yer yer komik olacak kadar fazla tesadüf var ama zaten film sırtını tesadüflere yaslamış, bunu da gizlemiyor. Müzik, filmi kesinlikle daha seyredilebilir yapmış, iyi müzik kullanımı konusunda takdir takdir. Bir de çocuk oyuncular çok tatlıydı, Belçim Bilgin'den de kat be kat başarılılardı! Son olarak güzel bir web sitesi hazırladıklarını da söyleyip bitireyim. Filmin pek bir iddiası yok. İzleniyor ama ne yazık ki vasatın ötesine de geçemiyor. Üç gün sonra filmin neye benzediğini hatırlayacağımı pek sanmıyorum..

Ama kötü filmler her zaman kötü değildir! Ne demek bu? Geçenlerde televizyonda, daha önce izlemediğim Kate and Leopold'a denk geldim. Bir yandan battaniye altında uyuklayarak seyretmek için ideal (Hugh Jackman'ın hiçbir payı yok!), Hollywood romantik komedi klişelerinin bini bir para, olması imkansız şeylerin olup durduğu ve karakterlerin bunlar olmuyormuş gibi davrandığı, kısacası çizgi film gibi bir film. Meg Ryan tüm filmlerinde aşağı yukarı aynı mimiklerle, aynı saçla, aynı yüz ifadesiyle oynayıp, yine de isim yapabilmiş bir kadın, ne şaşırtıcı bir şey! Neyse, neden kötü film her zaman kötü değil? Çünkü bu filmin sonunda şahane bir şarkıyla tanıştım. Sting'in hiç duymadığım bir parçası varmış. Adı Until. Meğer Sting bu parçayla Altın Küre bile kazanmış. Sanctum ve Aşk Tesadüleri Sever ise malesef böyle gizli hazineler barındırmıyordu, hatta Aşk Tesadüfleri Sever hazinemizden çaldı bile diyebiliriz. Yıllardır durduğu yerde duran şarkımız Eylül Akşamı birden popüler olur şimdi..

Sinema salonlarında şansım yaver gitmeyebilir ama evde 127 Hours, King's Speech, Winter's Bone, True Grit gibi şahane filmler sayesinde halimizden memnunuz! Şimdi If de başlıyor, gelsin listeler!

4 Şubat 2011

MAG Şubat!

Burda!!

Mag'ın yılbaşı balosunun yayınlanan fotoğraflarından birinde ben de varım ama kendimi biraz şişko buldum. Hem de neredeyse yıllardır en düşük kilomdayım. Hep televizyon için diyorlardı, dergi de şişman gösteriyor şekerim!

3 Şubat 2011

notte

Günübirlik İstanbul. Ayın biri kilisesi, anahtarlar. Pera Müzesi'nde Frida & Diego ve Çarlık Rusyası'ndan Sahneler. Vivienne Westwood Melissa incelemesi. Kanyon. Bulunamayan karpuzlu ekmek tahtasının nihayet bulunuşu. (Esse'de Kitchenaid'ler 400 lira indirimli bu arada, meraklılarına bulunmayacak fırsat. Hangi rengini alsam, hangi rengini alsam?? Ebay'de ise burdakinin yarısı. Amerika'dan Kitchenaid sipariş edilir mi? Gerçekten soruyorum.) Gourmet Burger Kitchen, Türk kahvesi. Varan bistro. Ankara.
Bolu Dağı'ndan geçerken korkmadık değil. Kar yolları kapatmış. Ama geldik. Ben de gece Benek'imle uyuyabildim.. Benek rahatsız olduğu için Ufo'yu ihmal ediyorum biliyorum ama Benek iyileşsin, tekrar hoplayıp zıplamaya başlasın, şu lanet FIP şüphesinden bir kurtulalım, mümkün bir tedavi olsun, o zaman ne güzel olacak..