13 Ocak 2012

3 günde Roma: 2nin 2si

Roma gerçek bir açık hava müzesi. Küçük bir sokakta Leonardo Da Vinci'nin bir eseriyle karşılaşmak mümkün. Ya da Michelangelo'nun. Ya da Ninja Kaplumbağalardan herhangi bir başkasının :) Demek istediğim şu ki, aslında Roma'dayken müzelerde zaman geçirmeye fazla ihtiyaç yok. Tüm sokaklar müze. Ama elbette gelmişken gitmeden dönülmeyecek yerler var. Vatikan ve Vatikan müzeleri gibi. O yüzden en son yazıda kaldığımız yerden devam ediyoruz. Grevdeki toplu taşımayı sevgiyle anarak Vatikan'a doğru yürüyoruz.

Vatikan'a giden yolda, Castel Sant'Angelo'yu karşı yakaya bağlayan köprüden önce böyle kesilmiş ağaçlar vardı.. Ama yazık değil mi, böyle ağaç mı kesilir? Ağaçtan geriye kalanlar küçük bir havuz görüntüsündeydi. Var mıdır bir bildikleri bunu yapanların?



Castel Sant'Angelo baya baya Independence Day türü bilim kurgularda kullanılabilecek "gerçek olamayacak kadar devasa" kategorisinde.(Bir başka örnek için bkz. Vittorio Emmanuelle II) İnsan bakakalıyor. Kendi minikliğine şaşırıyor. İtalya'da bu tarihi yapılar hayatın içine öyle güzel gömülü ki, sanki kalenin kapısından törenle imparator çıksa şaşırmayacaksın.



Vatikan kendi kendine bir ülke. Roma'nın ortasında ülke. Oldukça komik. Işıkları geçiyorsunuz, Vatikan'dasınız. Daha önce defalarca Vatikan müzesi önündeki kuyrukta 3 saat civarı beklemişliğim var. O yüzden bu sefer 50 kişilik kuyruk görsem girmeyecektim. Daha önceki Vatikan seferlerimin aksine bu sefer Vatikan Müzesi önünde değil, San Pietro'nun girişinde koskoca bir kuyruk vardı. Biz de zaten içinde pek bir numara olmayan San Pietro'ya değil müzeye girdik. Müzenin girişinde aşağıdaki şu havuz vardı. Herhalde dünyanın başka hiçbir ülkesinde turistler buldukları su birikintilerine bozuk para atmaya bu kadar meraklı değil. Tamam, ben de atıyorum! Bu süs havuzu içinde parıldayan bozuk paralarla ne kadar güzeldi.


Müze ise şöyle bir yer. Her tarafa aval aval baktıktan sonra bir süre sonra güzelliğe alışıyor ve ayaklarınızın ağrımasına odaklanıyorsunuz. Şaşır şaşır bünye kaldırmıyor tabii. Siz benim kazmalığımı bir taraf bırakın ve Vatikan Müzelerine en az 3 saat ayırın. Güzelliğiyle büyüleyen şeyleri uzun uzun inceleyin. Tavana bakarken boynunuz tutulsun :) Sistine şapeli ise ayrı bir konu. Vatikan müzelerinin fotoğraf çekilmeyen yegane bölümünde herkes elinde telefon gizli gizli fotoğraf çekmeye çalışıyor. Haliyle Hristiyanlık tarihinin bu en önemli mekanı sürekli güvenlik görevlilerinin "Silenzio!" ve "No fotooo!" sesleriyle çınlıyor.


Vatikan çıkışında ayaklarım bana imdaat diye bağırıyorlardı. Neyse ki kozmik güçler hemen imdadıma yetişti. Bu altta gördüğünüz choco fresh benim hayatımda önemli bir yere sahip. Bir flake, iki choco fresh. Bunlar bizde neden bulunmaz bilmem. İtalya'da yaşarken yazıyordum. Benim için en önemli aktivitelerden biri süpermarket gezmesiydi. Alacağım şey bir süt, bir ekmek, biraz peynir, iki domates. Bu bahaneyle 2 saat süpermarket gezerdim. Peynir reyonunda, makarna reyonunda tek tek her şeyi inceler bazı şeyleri dayanamayıp sepete atar bazılarını önce internetten araştırmaya karar verirdim. Süpermarket ziyaretlerimin değişmezi ise choco freshti. Markete girer girmez 5'li paketlerden bir taneyi sepete atıp, bir diğerini 2 saat süren serüvenim boyunca yavaş yavaş yemek benim için en büyük akşam eğlencesiydi. Vefa borcu olarak karşıma çıkan ilk markette choco fresh'i elimle koymuş gibi buldum. İçi krema dolgulu olduğu için tüketme süresi çok kısa olan choco fesh çikolata stoğumu mecburen ve üzüntüyle İstanbul'a geldiğimin ilk birkaç gününde bitirdim. Belki buraya da gelir?

Tamam Roma'da hayat daima bohem ama zaman zaman itirazlar da yükselmiyor değil. O bile estetik ama!
Yorgunluğun üstüne yemek keyfi gibisi yok. Yoksa bilirsiniz yemek içmekle hiç aram yoktur. Campo dei Fiori benim Roma'da diğer bir favori noktam. Bu meydanda Mercato isimli şirin restoranda oturup aşağıdaki ıvır zıvır tabağını yedik. Peynirlere ölürüm. Kızarmış sebze ve deniz ürünleri ise yeme de yanında yat. Şarküteri ürünlerini de bir tek burada seviyorum. Bir yılda yediğim toplam salam miktarını burada tüketmiş olabilirim. Ama prosciutto'ya salam dersek bu büyük hakaret olur.
Vatikan Müzesi mi aşağıdaki vitrin mi? Şaka yapıyorsunuz herhalde. İnsanın geri dönesi geliyor İtalya'ya. Peynirle hayat geçebilir. Bu dükkanlardaki peynirlerin tümünü denemeye ömrümüz yetecek mi acaba? Biz 200'er gram peynir paket yaptırdık birkaç çeşit. Ama bu yöntemle bu misyon tamamlanmayacak galiba.
Akşama doğru sorumluluk sahibi birer turist olarak Roma'nın önemli bir kısmının hakkını vermiş ve ayaklarımızı haşat etmiş olarak kusursuz aperitivo'nun peşine düştük. Time Out'u dinledik. Salotto 42. Bir gece önce Fluid'in inanılmaz zengin aperitivosunu yakalayamasa da değişik dekorasyonu ve barın tamamını kaplayan enteresan dergilerle keyfimizi yerine getirdi.
Merak ettiğimiz bir diğer yer vardı. Haliyle zaman sınırlı olunca merak edilen yerler dolayısıyla bir akşamda iki şahane yemek mümkün oluyor. Etabli. Bulması pek kolay değil ama kesinlikle aramaya değer. Mekanına bayıldım. Hem müzik, hem yemekler harikaydı. Çok aç değildik ama aşağıdaki patlıcanlı parmigiano kulesi dolu mideye rağmen kalbimi kazandı, tadı da damağımda kaldı.
Etabli'nin barı da böyle bir yer:

3 yorum:

BahaR dedi ki...

muhteşeeeeem!

Trofolo dedi ki...

Salotto42, bizim Onur'un kesfi. Gecen sene ordayken tum ekip istila etmistik dukkani. Guzel, sempatik yer.

Adsız dedi ki...

sarkuteriler italyada domuz agırlklıdır gercekten yiyormusunuz? cunku oldukca saglıksız