Bir sene daha bitmek üzere blog. 2012 sonunda durumum nedir?
- Evmania. Meditasyon aracı olarak kendimi eve verdim. Işıklar, çiçekler, kutular vs. Saatlerce uğraşabilirim. Hep domestik bir insandım, bu sene iyice evci oldum. Eski kitaplarımı karıştırıyorum, takı çekmecelerimi karıştırıyorum. Deliliğe giriş mi acaba? Geçen gün Tahtakale'den 500'lü cupcake kalıbı aldım. (4 TL!) Yıl içinde yaptığım cupcace sayısını açıkıyorum: sıfır. Yemek yapma konusunda bu sene eski performansımı sağlayamadım, 2013'te de daha çok zamanım olacağına dair bir işaret yok elimizde, o yüzden aynı çizgide devam edeceğim sanırım.
- İş: İstanbul'un getirdiği lojistik sorunlar dışında iş iyi gidiyor. Mesaili çalışan ordusunun sıradan bir elemanı olarak bazı günler çok mutluyum, bazı günler daralıyorum. Bir orta kahve içiyorum geçiyor. Sevdiğin bir iş yapınca zorluklarına da daha kolay katlanıyorsun, orası kesin.
- Kilo: 2-3 kilo fazlam var. Sanırım 2-3 kilo verince de 2-3 kilo fazlam olacak. Ben daima 2-3 kilo fazlası olan bir insanım :) 51 olmak istiyorum. Nevra gelsin beni hizaya soksun.
- Uzaklar: Nevra hala Avustralya'da yaşıyor. Yuh Nevra ya, yuh. Ayşegül de hala Brüksel'de.
- Yazı: MAG, Digiturk Dergi ve blog. Bloga daha çok yazmalıyım. Yazdıkça mutlu oluyorum. Zaman yaratmalıyım.
- Seyahat: Yurt dışında Rodos ve Berlin'i gördüm. Ülkelere daha önce gitmiştim ama bu şehirleri görmemiştim. Tatilin kötüsü olmuyor. İkisi de çok güzeldi.
Yazımızın detaylı durum incelemesi kısmına geçelim:
- Hala İstanbul'da yaşıyorum. 1.5 sene bitti. İstanbul'u bir şehir olarak seviyorum ama doğrusunu söylemek gerek, zaman zaman ben de bittim. Ben böyle durumlarda sonradan geriye baktığımda kendi kendimi çok mu fazla yıprattım diye düşünürüm. Sanırım bu sefer öyle değil. Bir yöntem bulup da sıyrılamadığım zorluklar beni bıktırıyor. Karın yere ilk düştüğü gün geçen sene de kabus olmuştu, bu sene de öyle oldu. Yerlerde bir şey yok ama yollarda bir milyon araba. İşimle evim arası 6 km. İstanbul için ne büyük lüks, değil mi? Değil. Çünkü 3 saatte geldim eve. Şaka, değil mi? Değil. Zaten o 6 km yolu gelme sürem herhangi bir olağanüstü halin yaşanmadığı günlerde de 45 dakika. Sabahları mesaim 8'de başladığı için sabahları 15 dakikada geliyorum. Tamam.
Şehrin en kalabalık semtlerinden birinde çalışıyorum (Yıldız, Ankara için Kızılay gibi bir yer diyelim) ve iş yerimde veya çevresinde otopark yok. Buna bir türlü inanamıyorum. Ben ayrı bir yazıda sebeplerini anlatabilecğim nedenlerle işe arabayla gelmek durumundayım. Şaka gibi her sabah o kalabalığın içinde park yeri arıyorum. Bu gerçekten manyakça bir şey. Her sabah arabayı yakın ya da uzak bir yere park etmeyi başarınca derin bir nefes alıyorum. Mücadelem sabahtan başlıyor. Bunlar beni zorluyor blog. Arabam yepyeni. İki gün önce yanına vurmuşlar arabamın. Kime kızayım bilmiyorum.
İstanbul'da evet yapacak çok şey var. Gidilecek restoranlara, sergilere, gezilecek semtlere yetişmek mümkün değil. Ama zaten bunların tadını çıkarabilmek için ya çok esnek saatlerle çalışabiliyor olmak ya da çalışmıyor olmak gerekiyor. Gözlemime göre İstanbul'un tadını hakkıyla bir tek zengin ev hanımları çıkarıyor. Çünkü bu etkinlikler dört bir taraftan devam ediyor olsa bile sen aslında özgür değilsin. Her şeyi hesaplamak zorundasın. "Bu saatte oraya gidilir mi?", "Rezervasyonsuz gidilmez", "Çok sıra olur". Sanki parmaklıkların ardından renkli bir dünyaya bakıyor gibi. Herkesin elinde İBB Trafik Yoğunluk haritası ve kırmızısı bol yollar. Olan biten güzel bir şeyler var ve sen haftada bir gün bir tanesinin ucundan kıyısından faydalanırsan kendini şanslı hissediyorsun. Diğer günler hamster gibi nereye olduğunu bilmeden koşturabilirsin.
Bu sene boyunca gerçekten güzel şeyler yaptık. Güzel yemeklere, konserlere, yürüyüşlere gittik, semt keşiflerine çıktık. Artılarla eksileri yanyana getirdiğimde galip çıkan hangi taraf bilmiyorum. Yani, işkencesini çekiyoruz ama değiyor mu pek emin değilim.
Kapanışı favori konumla yapayım: deniz. Denizi hepimiz seviyoruz, bu konuda bir anlaşalım. "Denizi hiç sevmem", ya da "Deniz olan bir şehirde yaşamak istemem" diyeni duymadım. Benim iş yerim denize 5, evim de 10 dakika. Haftada kaç gün denizi görüyorum, muhtemelen bir. Etrafıma bakıyorum, çoğunluk böyle. O yüzden şu "Denizsiz yaşayamam" konusu artık azalarak bitsin. Şehirde deniz var diye sen denizle yaşamıyorsun, şehirde deniz var ama sen zaten denizsiz yaşıyorsun. Son zamanlarda en çok güldüğüm şey bu:
Ankara'ya gitmeyeli çok oldu. Arayı bu kadar açınca bana pek yaramıyor. Yeni yıla Ankara'da gireceğim. 4 koca gün Ankara'dayım. Sanırım hiç bu kadar uzun kalmamıştım Ankara'da buraya taşındığımdan beri. Herkesi, her şeyi çok özledim. Veeeeee Cuma akşam itibariyle:
Hepinize iyi yıllar. Umarım 2013 hepimiz için sağlık, huzur ve mutluluk dolu olur.
- İş: İstanbul'un getirdiği lojistik sorunlar dışında iş iyi gidiyor. Mesaili çalışan ordusunun sıradan bir elemanı olarak bazı günler çok mutluyum, bazı günler daralıyorum. Bir orta kahve içiyorum geçiyor. Sevdiğin bir iş yapınca zorluklarına da daha kolay katlanıyorsun, orası kesin.
- Kilo: 2-3 kilo fazlam var. Sanırım 2-3 kilo verince de 2-3 kilo fazlam olacak. Ben daima 2-3 kilo fazlası olan bir insanım :) 51 olmak istiyorum. Nevra gelsin beni hizaya soksun.
- Uzaklar: Nevra hala Avustralya'da yaşıyor. Yuh Nevra ya, yuh. Ayşegül de hala Brüksel'de.
- Yazı: MAG, Digiturk Dergi ve blog. Bloga daha çok yazmalıyım. Yazdıkça mutlu oluyorum. Zaman yaratmalıyım.
- Seyahat: Yurt dışında Rodos ve Berlin'i gördüm. Ülkelere daha önce gitmiştim ama bu şehirleri görmemiştim. Tatilin kötüsü olmuyor. İkisi de çok güzeldi.
Yazımızın detaylı durum incelemesi kısmına geçelim:
- Hala İstanbul'da yaşıyorum. 1.5 sene bitti. İstanbul'u bir şehir olarak seviyorum ama doğrusunu söylemek gerek, zaman zaman ben de bittim. Ben böyle durumlarda sonradan geriye baktığımda kendi kendimi çok mu fazla yıprattım diye düşünürüm. Sanırım bu sefer öyle değil. Bir yöntem bulup da sıyrılamadığım zorluklar beni bıktırıyor. Karın yere ilk düştüğü gün geçen sene de kabus olmuştu, bu sene de öyle oldu. Yerlerde bir şey yok ama yollarda bir milyon araba. İşimle evim arası 6 km. İstanbul için ne büyük lüks, değil mi? Değil. Çünkü 3 saatte geldim eve. Şaka, değil mi? Değil. Zaten o 6 km yolu gelme sürem herhangi bir olağanüstü halin yaşanmadığı günlerde de 45 dakika. Sabahları mesaim 8'de başladığı için sabahları 15 dakikada geliyorum. Tamam.
Şehrin en kalabalık semtlerinden birinde çalışıyorum (Yıldız, Ankara için Kızılay gibi bir yer diyelim) ve iş yerimde veya çevresinde otopark yok. Buna bir türlü inanamıyorum. Ben ayrı bir yazıda sebeplerini anlatabilecğim nedenlerle işe arabayla gelmek durumundayım. Şaka gibi her sabah o kalabalığın içinde park yeri arıyorum. Bu gerçekten manyakça bir şey. Her sabah arabayı yakın ya da uzak bir yere park etmeyi başarınca derin bir nefes alıyorum. Mücadelem sabahtan başlıyor. Bunlar beni zorluyor blog. Arabam yepyeni. İki gün önce yanına vurmuşlar arabamın. Kime kızayım bilmiyorum.
İstanbul'da evet yapacak çok şey var. Gidilecek restoranlara, sergilere, gezilecek semtlere yetişmek mümkün değil. Ama zaten bunların tadını çıkarabilmek için ya çok esnek saatlerle çalışabiliyor olmak ya da çalışmıyor olmak gerekiyor. Gözlemime göre İstanbul'un tadını hakkıyla bir tek zengin ev hanımları çıkarıyor. Çünkü bu etkinlikler dört bir taraftan devam ediyor olsa bile sen aslında özgür değilsin. Her şeyi hesaplamak zorundasın. "Bu saatte oraya gidilir mi?", "Rezervasyonsuz gidilmez", "Çok sıra olur". Sanki parmaklıkların ardından renkli bir dünyaya bakıyor gibi. Herkesin elinde İBB Trafik Yoğunluk haritası ve kırmızısı bol yollar. Olan biten güzel bir şeyler var ve sen haftada bir gün bir tanesinin ucundan kıyısından faydalanırsan kendini şanslı hissediyorsun. Diğer günler hamster gibi nereye olduğunu bilmeden koşturabilirsin.
Bu sene boyunca gerçekten güzel şeyler yaptık. Güzel yemeklere, konserlere, yürüyüşlere gittik, semt keşiflerine çıktık. Artılarla eksileri yanyana getirdiğimde galip çıkan hangi taraf bilmiyorum. Yani, işkencesini çekiyoruz ama değiyor mu pek emin değilim.
Kapanışı favori konumla yapayım: deniz. Denizi hepimiz seviyoruz, bu konuda bir anlaşalım. "Denizi hiç sevmem", ya da "Deniz olan bir şehirde yaşamak istemem" diyeni duymadım. Benim iş yerim denize 5, evim de 10 dakika. Haftada kaç gün denizi görüyorum, muhtemelen bir. Etrafıma bakıyorum, çoğunluk böyle. O yüzden şu "Denizsiz yaşayamam" konusu artık azalarak bitsin. Şehirde deniz var diye sen denizle yaşamıyorsun, şehirde deniz var ama sen zaten denizsiz yaşıyorsun. Son zamanlarda en çok güldüğüm şey bu:
Ankara'ya gitmeyeli çok oldu. Arayı bu kadar açınca bana pek yaramıyor. Yeni yıla Ankara'da gireceğim. 4 koca gün Ankara'dayım. Sanırım hiç bu kadar uzun kalmamıştım Ankara'da buraya taşındığımdan beri. Herkesi, her şeyi çok özledim. Veeeeee Cuma akşam itibariyle:
Hepinize iyi yıllar. Umarım 2013 hepimiz için sağlık, huzur ve mutluluk dolu olur.
11 yorum:
seni seviyorum ayşe :)
süper olmuş.bayıldım bu yazıya.an itibariyle ankara'da pırıl pırıl güneş var:)
Yazini okurken anlasiliyor ki sen baya mutsuzsun.
sanki konuşan benmişim gibi..hergün 8 saatimi satarak yaşamaya alıştım da bir de günde 4 saatimi bu şehre trafik olarak satmaya alışamadım..içim yanıyo yolda geçen zamana sonra da çektiğim zamansızlığa..
Deniz Aral,
Ne güzel bir yorum bu, günümü aydınlattın, çok mutlu oldum, teşekkür ederim!
kelebek desenli,
Oley! yarın da öyle olsun lütfen lütfen. neyse neyse, ben sorunsuz şekilde geleyim de güneş olmasa da olur. galiba çok heyecanlıyım! :)
anonim,
trafikten ve hayatın zorluklarından şikayet etmek insanı mutsuz biri mi yapar? bence saçma. bence asıl bunlardan şikayet etmemek, yeni yollar aramamak koyun, hamster vs. yapıyor insanı.
Bende bundan 5 sene oncel evlilik nedeniyle istanbul dan ankaraya gelen birisiyim ne yazikki:((evet trafik olayı bi yerden bir yere gidememe olayı ve dedıgın gibi denizi bile haftada bir gorme cok haklısın ama ne olursa olsun İstanbul diyorum ve takip ettigim kadarıylada bir İStanbulludan daha cok yleri kesfediyorsun bu yonden cok sanslısın ve bence İStanbulu güzel yasıyorsun zaten bence bundan boylede İStanbulu bırakman zor gibi .:)))ogrencilik hayatmda ANkarada gecti o yuzden tekrar ANkaraya dondugümde cok zorlanmadım ama Ankara gitgide daha sevimsiz bir sehire donusuyor tabiii bunda cok sevgili MElih beyin !!!!! Katkısı büyük,,hepimize saglıklı huzurlu mutlu bir sene diliyprum:)))
Ahahaha yarildim deniz kismina. Istanbullunun denizden anladigi, trafikten ulasabilirse, ayda bir yanina oturup kahvalti yapmak.
Su ruhum daralir denizsiz yerde muhabeti 13 yildir Istanbullu arkadaslarimla tartismalarimizin temel konusu :)
Mutlu yillar :)
6 km lik yolu yürüyebilirsin diyecektim ki, daha sonra işe neden arabayla gitmek zorunda olduğunu yazacağım demişsin yazında. Nedenini merak ettim doğrusu. Trafikte o kadar bekleyeceğime yürürüm daha iyi.
İyi seneler...
6 km 3 saatte mi, geçmiş olsun çok zor bir günmüş. İyi seneler şimdiden, beklentilerinin karşılanacağı bir yıl geçirmeni dilerim:)
Deniz konusunu Ankaralılar çok yanlış anlıyor hatta sanki anlamak istemiyor bence :) Denizi görüyor olmak bile rahatlatır İstanbulluyu; sabah işe sahil yolundan gidiyor olmak bile yeter benim güne güzel başlamama.
Denizsiz şehirde yaşayamam değil ama yaşamak istemem açıkçası.
Bir de herkes için doğduğu şehrin yeri ayrı ve çoğu için dünyanın en güzel yeri olabiliyor duygusal bağlardan dolayı; çok kişiye özel bir konu yani.
Yıllardır İstanbul'a diğer şehirlerden gelmiş ve sürekli yakınmakta olan insanlarla aynı ortamda bulunan birinin isyanları bunlar. Umarım herkes en kısa iyi zamanda en iyi şartlarla o çok sevdiği şehirlerine döner; İstanbul da tüm güzelliğiyle bize kalır :)
yaz aysemon yaz....cok guzel ve icten olmus bu yazi...
Yorum Gönder