30 Eylül 2014

Portekiz Road Trip - 4

Lizbon'un yakın çevresinde, hatta neredeyse yarım saatlik mesafede uğranabilecek birçok yer var. Kalış süresine göre ayarlanıp bir gün buralara ayrılabilir. Uğradığımız 3 yeri özellikle tavsiye ederbilirim:

Setubal: (Henüz konuya değinmedim sanırım, Portekizce'ye kafam bir türlü basmadı. Mesela burası "Ştubal" olarak okunuyor.)

Lizbonluların hafta sonları ve kısa tatillerdeki kaçış noktası burası. Upuzun güzel birkaç plaj var Setubal'de. Plajlarda şezlong ve şemsiye kiralayabilirsiniz. Biz Ağustos ortası oradaydık ve deniz/okyanus inanılmaz soğuktu. Zaten plajdan denize baktığınızda diz yüksekliğine kadar suya girmiş, öylece dikilmiş halde dakikalarca sohbet eden insanlar görüyorsunuz ve ancak küçük ayak parmağınız suya değince bunun nedenini anlıyorsunuz. Yol ise harika deniz ve orman manzaralarıyla dolu. Yazın hafta sonları çok kalabalık, giderseniz hafta içini tercih edin.


Sintra:

Burası masalların geçtiği yer. Öyle bir ortam ki kafanızın üzerinde periler uçuşsa şaşırmazsınız. Görkemli saraylar ve romantik bahçeleriyle film seti gibi. Turist istilası altında olmazsa hayallere dalıp gitmek çok mümkün. Sintra'ya mutlaka yarım gün ayırmaya çalışın. Görülecek yerler: The Palace of Sintra (2 kulesiyle hemen ayırt edebilirsiniz), Pena National Palace, Quinta da Regaleira.



Quinta da Regaleira'nın gerçek olamayacak bahçeleri: (Bu 4 hektarlık devasa bahçe ve ev vaktinde çok zengin Carvalho Monteiro tarafından satın alınmış ve yazlık olarak kullanılmış.)



Cascais:

Cascais (Kaşkaiş!) çok tatlı bir sahil kasabası. Plajlarında yayılmak ya da ufak tefek dükkanlarla dolu sokaklarında aylak aylak gezmek için birkaç saat yeterli. Ben en çok sahildeki şu evlere bayıldım. Cascais'deyken pek şirin doğal ürünler dükkanı Mercearia da vila'ya uğrayın!




Ayrıca, Sintra ve Cascais'in çok yakınında Avrupa'nın en batı noktası olan Cabo de Roca var, oralara kadar gitmişken uğranabilir. Biz civarda Sesimbra, Estoril gibi birkaç küçük kasabaya daha uğradık ama bence bahsedilmesi gerekenler bunlardı. Portekiz'le ilgili en sevdiğim şeylerden biri yol yapmanın çok zevkli olması ve yolda bir şekilde durduğumuz her noktanın güzel olmasıydı. Bu yüzden tesadüfi duraklara izin vermek lazım, ben plan program insanı olsam da Portekiz'de rastgele uğradığımız her yer beni mutlu etti. Özellikle sahil şeridinde bunu yapmanızı tavsiye ederim, adı sanı duyulmamış, rehberde adı bile olmayan kasabalar size sürpriz yapabilir.

(Yaz bu sene ne çabuk bitti değil mi? Daha yeni deniz kenarındaydık, şimdi hava buz gibi.)

25 Eylül 2014

Portekiz Road Trip - 3

Lizbon'da mutlaka ziyaret edilmesi gereken 3 semt daha var: Alfama, Alcantara ve Belem.

Bunlardan ilki şehrin en eski bölgesi Alfama. Lizbon'un Balat'ı. Labirente benzer dar sokaklar, balkonlarda asılı çamaşırlar, evlerden sokağa taşan çocuk ağlamaları. Aslında şehrin gerçek, biraz da hüzünlü yüzünü görmek için buraya uğramak gerekiyor. 


Alfama'nın havası geceleri de bambaşka. Semtte birçok fado mekanı var. Hostellerin bolluğu da dikkat çekiyor. Şehrin bu tarafında da kısa bir yürüyüşe çıkmadan Lizbon eksik kalır.


Akşam yemeği için şehrin merkezine geri gidiyor, Baixa tarafına geçiyoruz. Lizbon'da turistlerin pek uğramadığı, yerlilerin favorisi restoran arayışında geldiğimiz son noktayı gururla sunabilirim: Cervejaria Baleal (Rua da Madalena, 265). Burası sizi kapıdan içeri davet eden bir yer değil. Floresan ışıklar altında salaş masalar, fayans duvarlar, kağıt masa örtüleri. Gelenler ister o masalara, ister bara oturuyor.
Lizbon'un joker tabakları sardalya ve genelde patatesle pişen ahtapot ızgara. O ahtapotların denizden çıktığındaki  boyutu korku filmlerindeki gibi olmalı çünkü tek bir bacağı bile doymanıza yeter. Sardalya ise bildiğimiz sardalyadan çok farklı çünkü bu boyutta sardalya olmaz anca barbun olur :)


Chorizo (bir çeşit sucuk) ve menüden aslında ne söylediğimize çok da emin olmadan söylediğimiz şarap soslu midyelerle harika bir akşam yemeği yedik. Sürahiyle alabileceğiniz ev yapımı şarapları çok lezzetli ve sanırım söylememe gerek yok, çok çok ucuz.


Yemekten sonra bir içki almak için Cais de Sodre tarafına inip insan kalabalığının sizi şaşırtmasına izin verebilirsiniz. Rue Alecrim'in en alt tarafındaki köprünün altında sokağa atılmış masalar ve ayakta takılanlarla birlikte kalabalık tüm gece boyunca devam ediyor. Geceyi sonlandırmak için en iyi yerlerden biri.


Bahsedeceğim semtlerin ikincisi Alcantara. Merkeze biraz uzak ama kesinlikle gitmeye değer. Alcantara'nın kendisinde fazla bir şey yok, asıl gidilecek yer LX Factory. Burası semte uğramak için başlı başına yeterli. İstanbul'daki Antrepo gibi ama küçük bir kültür köyüne benziyor. Galeriler, kitapçılar, restoran ve cafeler, ilginç dükkanlarla dolu bu kocaman alan Lizbonun havalı kesiminin favorisi.

Hayatımda gördüğüm açık ara en güzel kitapçı Ler Devagar buradaydı.


Akşam yemeği için daha önce birçok rehberde karşıma çıkan 1300 Taberna da LX Factory'nin içinde ama merkezde olmayı tercih ettiğimiz için burayı pas geçmek zorunda kaldık. Menüde aklım kaldı, mekanı da incelemeye doyamadım. Gidilebilir.


LX Factory'nin her köşesi başka detay. Buraya mutlaka birkaç saat ayırın.


Lizbon'un alakasız semti Alacantara'da, bohem ötesi LX Factory'nin otoparkında bu yazıyla karşılaşmayı kim bekler ki? Aslında benim kafamın basmadığı bir sanat eser olabilir mi diye düşünmeden edemedim. Bu insanla tanışmak isterim. Beleşçisin İnzaghi. Ben tabii anlamadım ne olduğunu, Doruk anlattı. O zaman daha da çok şaşırdım.


Portekiz tatilinin en şık yemeği için otele dönüp hazırlanma vakti. 100 Maneiras şehrin en iyi restoranlarından biri. Bir de ayrıca fiyatların daha makul olduğu bir bistrosu var. Biz Bistro 100 Maneiras'a gitmeye karar verdik, rezervasyonumuzu önceden yaptırıp gittik. Söylendiği kadar varmış. Başlangıçlardan tatlılara kadar her şey çok ama çok lezzetliydi. Normalde tatlıyla aram yoktur, buna rağmen harika bir şeyler yiyeceğimi bildiğim için tatlıyı atlamadım.

Marine sardayla ve tapenade'nın yanında birkaç atıştırma tabağı ile başladık. Panelenmiş ahtapotu sipariş verdikten sonra fark ettik ki burada en popüler yemek bu. Masaların yarısına yanında sulu kıvamlı pirinçle servis edilen bu ahtapottan gitti. İtiraf edeyim benim somon burgerimden daha lezzetliydi ama gelmeden önce okuduğum önerilere uyarak somon burger'i denediğime de pişman olmadım. Bir daha nerede bu kadar siyah bir ekmek göreceğim ki? :) (Şık restoranda burgerin ne işi var demeyin, ben de anlamadım. Ayrıca, yemeklerin yanında cips gelmesine ise artık alışmıştık.) Tatlı olarak çikolatalı mus çok lezzetliydi ama elbette buranın olayı guava ve badem kırıtıntılarıyla servis edilen peynir köpüğü. Keşke biraz daha ışık olsaydı da daha güzel fotoğraflar çekebilseydim!










Ve en son bahsedeceğim yer Belem. Tramvaya atlayıp şehrin dışında kalan Belem kasabasına, dünya miras listesinde bulunan Torre de Belem ve Jeronimos manastırını görmeye gidiyoruz.

Satrançtaki kaleden esinlenerek deniz kıyısına oturtulmuş minyatür kule Vasco de Gama anısına 1500'lerde yapılmış. Tablo gibi. Gerçekten satranç oynuyormuş gibi alıp başka yere koyasnız geliyor. (mu? Yoksa bir ben miyim?)


Jeronimos Manastırı ise çok görkemli. Karşıdan bakarken büyüklüğü ile şaşırtan ve kadrajlara sığmayan bir yapı. Büyük depreme dayanmış olması ise sanki mucize. Gerçek boyutu şöyle bir şey.



Belem'in bir de ünü tüm Portekiz'e yayılmış bir pastanesi var: Pasteis de Belem. Daha önce bahsettiğim yerel tatlı pastel de nata'nın doğum yeri burası, haliyle en güzelini de burası yapıyor. Önündeki sıra nedeniyle bulmakta zorlanmazsınız :)



Bu kadar yürüyüş üzerine ağaçların altında bir bank bulup, aldığımız pastel de nata'ları çekirdek gibi birer ikişer yemek ne güzel. Şimdi fotoğrafı görünce tekrar o bankta olmak istedim. Nata yapabilir miyim istesem acaba?


Lizbon bitti, son birkaç Portekiz yazısı ve sonra önümüzdeki maçlara bakıyoruz.

17 Eylül 2014

Portekiz Road Trip - 2

Veee Lizbon! Zarif bir güzelliği var şehrin. Eski hali çok görkemliymiş belli ki. Şimdi sanki biraz yaşlanmış, biraz bakıma ihtiyacı varmış gibi. Dükkanlar sanki zamanı 70'lerde durdurmuş. Tezgahlar, vitrinler öylece kalakalmış. Rengarenk, kırık dökük seramik karolarla döşenmiş binalara bakmaya doyamıyor insan. 1700'lerde Avrupa tarihinin en büyük depremi burada kaydedilmiş. Bir de çok büyük bir yangın felaketi yaşanmış. Şimdi bile bu kadar şahane anıtlar, kaleler, binalar var şehrin her köşesinde. Kim bilir önceden nasıldı?

Şehri Praça do Comercio'dan gezmeye başlayabilirsiniz. Bu görkemli meydanın bir tarafı deniz, diğer tarafı ise şehrin en canlı caddelerini etrafına toplayan Rua Agusta. Devasa anıt Arco da Rua Agusta'nın altından geçin ve sokakların birine girip diğerinden çıkın. Bir sokakta tanıdık markaları, diğerinde buraya has yerel dükkanları bulabilirsiniz.


Loja Portugueza da Baixa (Rua dos Fanqueiros, 32) en tatlı dükkanlardan biri. Portekiz'de en yaygın hediyelik eşyalar sabun ve konserve sardalya! Bu tablo gibi dükkanda rengarenk paketlenmiş sardalyalar bulabilirsiniz. Ben eve getirdim, dekorasyon amaçlı kullanıyorum :) Daha geleneksel versiyonu için 1930'dan beri yerlilerin konserve aldığı Conserveria de Lisboa'ya (Rua dos Bacalhoeiros, 34) uğrayın. Bir diğer alışveriş önerim ise harika tişörtler bulabileceğiniz Typographia (Rua Agusta,93).


Lizon'da aynı İstanbul'daki gibi bir boğaz köprüsü var Rio Tejo'nun yani şehrin ortasından geçen nehrin üzerine kurulmuş. Nehrin kıyısına gidip manzarayı izlememek olmaz.


Lizbon'un simgesi tramvaylar her yerde. 28 numaralı tramvay turist tramvayı olarak geçiyor ve tüm şehri dolaşıyor. Tek seferlik metro biletleri 2,5 EUR civarında yani pek ucuz değil bu nedenle günlük ya da 3 günlük biletlerden alabilirsiniz. Lizbon yürüyerek kolayca gezilebiliyor ama sadece yokuşlar biraz zorlayıcı.


Bu civarın önemli turistik aktivitelerinden biri  Rua do Ouro'daki tarihi Sao Justa asansörü ile şehre biraz daha yukarıdan bakmak. Kendi kendine oldukça güzel bir makine, binmeseniz de görmek güzel. Zaten önündeki sıra biraz caydırıcı olacaktır :) Rua Agusta'dan dümdüz yukarı devam ederseniz birbirine komşu iki meydanla karşılaşacaksınız. Praça Dom Pedro V (Rossio deniyor) ve Praça de Figueira. Rossio'da yerler dalga dalga taşlarla süslenmiş, meydanın etrafı mimari harikası binalar, tarihi dükkanlar dolu. Görkemli tren istasyonu da bu civarda görüleceklerden.


Bu meydanın yakınındaysanız görmeden geçmemeniz gereken iki klasik var: Birincisi A Ginjinha (Largo São Domingos, 8). Lizbon'a has bu ekşi vişne likörcüsü, minik dükkanında günün her saati tıklım tıklım. Küçük shot bardaklarında birkaç likör yuvarlayıp şehir turuna daha neşeli devam etmenizi öneririm. İsterseniz ve yeriniz varsa bu likörden satın alabiliyorsunuz. Amcaların ciddiyeti takdire şayan.


Hemen yan tarafta Igreja de Sao Domingos'u göreceksiniz. 1200'lerden kalma bu kilise hem depremleri hem de yangını atlatmış, tüm olan bitenin etkilerini görebiliyorsunuz ama yine de oldukça iyi durumda ve haliyle şehrin en önemli yapılarından biri.


Hala yorulmayanlar şimdi Castelo de Sao Jorge ve bahçesine gidebilirler. Yine burada da sizi şahane kalabalık bekliyor olacak, erken gidip onları alt edin! Daha sonra da Se'ye (katedrallere Se deniyor) uğramayı ihmal etmeyin. (Çok güzel anlattım ama bu paragraftaki hiçbir şeyi yapmadık. Kalenin önünde 200 metre kuyruk vardı ve bu tatil için "minimum müze ve tarihi yer, maksimum sokak ve yemek" kararına bağlı kaldık. Siz vaktiniz varsa yapın elbette.)

Yürümekten öldük, hadi artık akşam yemeği!

Öncelikle şunu söylemeliyim, Lizbon'da herkesin yerlere göklere sığdıramadığı yerel restoran Cervejaria Ramiro malesef biz Lizbon'dayken kapalıydı. Buraya çok yakın ayarda bir yer keşfettik ama yine de Ramiro aklımda kaldı. Bir daha Lizon'a gidersem mutlaka uğrayacağım. Anthony Bourdain de gitmişti oysaki :(

Başka bir vahayla başlıyorum: Cais de Sodre civarında, Avenida 24 de Julho üzerindeki Mercado da Ribeira Lizbon'a gelmeden en merak ettiğim yerlerden biriydi. Bir tarafı gündüz sebze meyve pazarı, diğer tarafı ise birçok kiosk'tan oluşan bir yeme içme cenneti. Peynir-şarap, Portekiz mutfağı, deniz ürünleri, balıklar, pizzalar ne ararsanız var. Geceleri oldukça tıklım tıklım ve şenlikli oluyor. Hafta içi bile yemeğe 11'de gelen Portekizlilerin hepsine sarılmak istiyorum!

Manzara şöyle, bildiğin panayır: (Burası Time Out Lisbon tarafından işletiliyormuş bu arada)


Şu fotoğrafı doğru düzgün çekememiş olmayı açlığa bağlıyorum, başka bahanem yok ama çok güzeldi burada olsun istedim. Marlene Vieira'nın şu deneme menüsünü denemelisiniz. Hem tablo gibi, hem de çok lezzetli.


Bacalhau kelimesini her yerde görmeye hazır olun. Morina balığı çok popüler ve kurusu, tazesi, kızarmışı, ızgarası yani her türlüsü sürekli tüketiliyor. Okyanus balığı, bizde pek bilinen bir balık değil. Rehberlerde de hep görünce denemek şart tabii. Humuslu, nohutlu harika bir versiyonunu yedim. Bacahau'ya geçer not veriyorum!


Tabi ki karnımız doysa da gözümüz gördüklerimiz karşısında maalesef kolay kolay doymayacaktı. Sea Me şehrin en iyi restoranlarından biri. Portekiz mutfağının deniz ürünü aşkını Japon mutfağıyla birleştiriyor. Burada kioskunu görünce uzak durmam mümkün olmadı. Morina'nın üzerine bi de aşağıdaki tuna tartarı götürünce artık şehir turunun gece kısmına hazırdık.



Rehberden Lizbon'un nüfusunu okuyunca Doruk'la İstanbul'un neredeyse ellide biri, bize kasaba gibi gelir diye hesap yapmıştık. Lizbon'un nüfusu 500 bin ama sokaklara bakarsanız bu rakama inanmazsınız. Her yer devamlı insan dolu ama İstanbul gibi boğulmuyorsunuz. Gece çıkacaksan gideceğin yer belli: Bairro Alto. Burası birbirine paralel 3-4 sokaktan oluşan bir bölge. Biraz Asmalı Mescit gibi. Pazartesi gecesi gittik, ne kadar dolu olduğuna inanamadık. Şehir her saat yaşıyor. İrili ufaklı barların hepsi dolu. Sokağa atılmış tabureler, minderler üzerinde içkinizi içip etraftaki kabalıkla havaya girmek için ideal. Pazartesi gecesi bile.


Fado için peşinde olduğum yer de Bairro Alto'daydı. Tasca do Chico (Rua do Diário de Notícias, 39). Fado Lizbon'a özel karakteristik ve hüzünlü bir müzik türü. Fado sanatçılarını ne söylediklerini, neden bahsettiklerini ve daha da önemlisi neden bu kadar üzgün olduklarını hiç anlamasanız da bu müziği çok etkilenerek dinleyebilirsiniz. Ben kendimden beklemezdim, öyle oldu. Tasca do Chico'ya vakitli gidin, sürahide sangria'nızı söyleyin ve fadoyu bekleyin. Fado başladıktan sonra ışıklar sönüyor, kapılar kapanıyor, kimse giremiyor. Fado nasıl bir şey derseniz, gelmiş geçmiş en iyi Fado sanatçılarından sayılan Amalia Rodrigues'den şöyle bir şeyler fikir verebilir. Lizbon'a özel bu müzik için mutlaka bir gecenizi ayırın.



Ah Lizbon, sen tek yazıya nasıl sığacaktın ki zaten? Devamı gelecek.

15 Eylül 2014

Portekiz Road Trip - 1

Portekiz'e gitmeyi senelerdir çok istiyordum. Nedense Portekiz'in dibindeki İspanya'ya her zaman oldukça uygun biletler bulunabilirken Portekiz biletleri hep göz korkutacak kadar pahalı olurdu. Sonunda geçen kış niyeti bozduk, madem Portekiz'e direk gitmek zor, biz de Madrid'e gider oradan araba kiralarız dedik. Pegasus'tan biletleri aldık, arabayı önceden kiraladık ve gezilecek yerler, otel, restoran plan programa başladık. (Bu arada bu road trip'i (buna ne demek gerek? seyahat da değil sanki tam) bir yerlere kaydetmeye çalışırken Tripline.net'i buldum. Seyahat rotanızı ve nerede kaç gün kaldınız gibi detayları saklayabiliyor ve istediklerinizle paylaşabiliyorsunuz. Tavsiye ederim.) Ayrıca ilk kez bu tatil için hashtag yarattık. Instagram kaç yıl daha var olmaya devam eder bilmiyorum ama #portekizroadtrip ile yüklediğimiz fotoğraflara açıp açıp bakıyorum şimdilik.


Aylardır heyecanla beklediğimiz seyahatimiz talihsiz serüvenler dizisi olarak başladı. Aslında binmemiz gereken uçağa binemedik ve 1 gün kaybettik (bu kısımlarla içinizi daraltmak istemem ama tek söyleyeceğim şey vizeniz uzun süre geçerli olsa da, gideceğiniz ülkenin ne kadar süreyle geçerli pasaport istediğinden emin olun. Doruk'un pasaportunun bitmesine 3 aydan kısa süre var diye bizi delirttiler, neyse sonunda ertesi günkü uçağa bindik.) Başımıza gelenlerden dolayı 2 gece kalmayı planladığımız güney Portekiz'i (yani tatilin deniz kısmını) iptal etmek zorunda kaldık çünkü sadece 1 gece kalmak için fazla uzun bir yol gitmemiz gerekecekti. Böylece rotamız aşağıda listelediğim gibi oldu, güney Portekiz kumsalları başka zamana kaldı :) 2000 km'ye yakın yol yaptık. Portekiz arabayla çok rahat geziliyor, her yer birbirine sadece birkaç saat uzaklıkta ama elbette asıl yolu Madrid'le Portekiz arası.

Yol haritası:
-Madrid
-Evora (civarda uğranacak: Estremoz) (1 gece)
-Lizbon (civarda uğranacak: Setubal, Sintra, Cascais) (3 gece)
-Porto (2 gece)
-Salamanca (yol üzeri durağı)
-Madrid (1 gece)


Yurt dışında araba kiralarken Expedia'yı tercih ediyoruz, en uygun fiyatlar orada oluyor. Madrid'de Expedia'daki fiyatın üzerine zorlunlu sigorta masrafı eklendiğini ve aslında ödeyeceğimizi düşündüğümüz tutarın oldukça üzerine çıktığını gördük. Daha önce yaşamadığımız bir durumdu bu. Siz yaptırmak istemiyorum deseniz de mecbursunuz. Bu yüzden aylarca öncesinden çok ucuza kiraladım diye bizim gibi sevinmeyin, arabayı teslim alırklen sürprizlere hazırlıklı olun! Bu fark nedeniyle Madrid üzerinden gitmek iyi bir fikir miydi, Lizbon'a direk gitsek daha mı iyi olacaktı pek emin değildik :) Ama her türlü yollar çok güzel,  benim gibi araba yolculuğunu seviyorsanız sorun yok.


Son gün planlar değişince Madrid'den Evora'ya gitmeye karar verdik. Burası surlar içinde eski bir şehir. Dünyada en iyi korunmuş tarihi yerlerden olduğu söyleniyor. Evora'ya doğru giderken arabanın sıcaklık göstergesi bizi biraz endişelendirmiyor değildi :) Gelmeden hep baktık, oldukça serin görünüyordu, neler oluyor? Akşam 7'de 38,5 derece gördük. Derece mi bozuk diye dışarıyı kontrol ediyoruz, hayır cehennem gibi. Neyse bu da mesele mi canım, yazın ortası tabii sıcak olacak, mutlu mutlu yola devam ediyoruz. (Bütün tatil boyunca bir daha böyle, hatta 30'lar civarında sıcaklık göremedik ve sürekli üşüdük!) Sınır şehri Badajoz'dan geçiyoruz ve artık Portekiz'deyiz.


Gece Evora'da kalacağız ama çok sevdiğim rehber Where Chefs Eat, Evora'nın çok yakınında küçük bir kasaba olan Estremoz'da harika bir restoran olduğunu söylüyor. Biz de zaten anca akşam yemeğine yakın varıyor olacağız, Estremoz'da yemek yiyip, etrafı dolaşıp Evora'ya öyle geçeceğiz. Böylece Portekiz'de ilk noktamız Estremoz oluyor.Şiir gibi, masal gibi bir yer. Zaman birkaç yüzyıl öncesinde takılıp kalmış gibi. Görkemli bir kale, arnavut kaldırımlar, geniş, sessiz sakin meydanlar.


Bu fotoğrafı çok sevdim. Doruk fotoğraf çekiyor, arkasından tatlı bir köpek onu izliyor.


Sonradan aradım buldum, Doruk'un çektiği foto da buymuş. Sokaklar çok güzel. Sonradan gördük ki tüm Portekiz'de durum bu, sokaklar çok güzel.


Güneşin batışına yakın bir saatte gelmişiz. Aşağıdaki manzarayı görme şansım oldu. Dünyanın en güzel ağacı bence bu! (Balkonumdaki mandalina, işte hemen sattım seni! Tatile çıktığım gün gerçek hayatta ben neydim, ne yapıyordum hemen unuturum.)


Gördüğüm en zarif kale kapısı da Estremoz'da. Dantel gibi.


Estremoz turunu tamamladık, aşırı acıkmış halde Sao Rosas'a oturduk. Evet her şey güzeldi ama çok etkilendin mi dersen, hayır. Yine de bahçe çok hoş. Başta getirdikleri ikramları ve özellikle tuber truffle'ı çok beğendim ama karidesli omlet (evet İspanya gibi burada da omlet akşam yemeği) ve etin pek bir numarası olduğunu söyleyemem.


Yemekten sonra Evora'ya yola çıktık.Daha bir gün önce Portekiz'e gelebileceğimizden bile şüpheliydik; o yüzden her şeyden hemen mutlu oluyoruz. Evora'yı ziyaret edeceklere önerim, hava aydınlıkken şehre giriş yapmaları olur. Şehir tamamen surların içine inşa edildiği için belli bir yere ulaşmak için girmeniz gereken bir kapı var ve şehrin içi labirent gibi dapdar sokaklarla dolu. Oteli bulduktan sonra küçük bir şehir turu yapıp sanki 3 gün gibi geçmiş günün sonunda uyuyakaldık.

Evora güneş doğduktan sonra bambaşka görünüyormuş. Sabah şu manzaya uyanınca, hem de bir Pazartesi sabahı ve her şeyden uzakta, işte bunlar benim hayatta en sevdiğim dakikalar.



Portekiz'e gitmeden önce tüm rehberler size aynı şeyi önerecek: Pastel de Nata isimli tatlıdan mutlaka ye! Portekiz'in bu tatlısı aslında bir çeşit custard pie, yanı fırınlanmış muhallebi gibi bir şey. Çok lezzetli, çıtır çıtır. Pastanelerde bulabileceğiniz bu tatlıyı günün her saati yiyorlar. Biz de ilk gün gözümüzü açtık, pastel de nata ile kahvaltı yaptık. Ben özellikle sabahları hiç tatlı yiyemem. Yurt dışında yemek yemenin beni en çok zorlayan kısmı budur. Bir domares-peynir insanı olarak özellikle kahvaltı için kolay kolay yiyecek bir şey bulamam. Burada da kahvaltılar tatlı ağırlıklıydı, yerlilerin takıldığı Pastelaria Alabaça'da pastel de nata'nın tadına bakıp mantarlı kiş ile kahvaltımı tamamladım.


"Portekiz sarısı" diye bir renk var. Sokaklar hep sarının bu tonuyla dolu. Bir de sokak lambalarından, balkonlardan, her yerden zarif, incecik ferforje işleri fışkırıyor.


Evora sessiz sakin mini mini bir şehir. Yarım günde her yeri yürüyerek görebilirsiniz. Şehrin merkezi Praça (meydan) do Giraldo. Meydanda sizi  Igreja (kilise) das Merces karşılıyor. Meydana açılan sokaklara rastgele girip çıkarak hiç fark etmeden gezebilirsiniz şehrin tamamını.

Igreja de São Francisco kilisesinin içindeki tamamen insan kemiklerinden yapılma Capela dos Ossos hayatımda gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor. Girişindeki "Sizinkileri de bekleriz" yazısıyla Zincirlikuyu Mezarlığı'nı aratmıyor. Ürpererek gezdik, etkilenirim diyorsanız girmeyin.


Kiliseden sonra Jardim Publico'da yürüyüşe çıkıp adamlar 50 bin nüfuslu şehirde bile kocaman kocaman ne güzel parklar yapıyorlar, bizim neyimiz eksik diye düşünebilirsiniz. Oyuncağa benzeyen, sanki ortadaki süs havuzuna uysun diye o renk alınmış minyatür kamyonete de selam söylersiniz.


Sokaklar sizi bir yerlere götürüyor zaten. Siz de fırsattan istifade dar sokakların sizi bir yerlere çıkarmasına izin verin. Roma tapınağı ve katedrali görün.


Bu tembel kedinin fotoğraflarını çektim, yanından yürüyüp gittim, hiç oralı olmadı. Burada hayat sadece insanlara değil, herkese yavaş. İstanbul'dan eğitimli jetgiller olduğumuz için ilk birkaç gün hız düşürmede sıkıntı yaşıyorum. Sonra bu kedi gibi yaşamaya devam edebilirim. Bu arada bizim vaktimiz olmadı ama Evora'nın en iyisi denen Botequim de Mouraria'da öğle ya da akşam yemek yiyebilirsiniz.


Ülkeleri arabayla gezmenin en güzel yanı yol üzerinde harika bir şeyler keşfedebilmek. Evora'dan Lizbon'a yola çıkmışken rehberde yol üzerinde Avrupa'nın en eski megalit kompleksi Cromeleque dos Almendres'in yakınında olduğumuzu gördük ve M.Ö 6.000'lerden kalan yani 8.000 yaşında olduğu (nee!) tahmin edilen bu toplanma alanına gitmezsek ayıp olacağını düşündük. 92 tane dev taş orada 8.000 yıldır duruyor, ancak 1966'da keşfediliyor. O zamandan beridir de insanlık da bunlar ne amaçla ve nasıl buraya getirilmiş, toplanma alanı mıymış, astrolojiyle mi ilgiymiş diye düşünüp duruyor. Ben de buraya gelmeden, henüz yoldayken Lizbon'da akşam ne yesek diye düşünürken birden evrende kum tanesi olduğumu ve 8.000 yılı bırak topu topu 100 yılı bile bulmayan varıklarımızın ne komik ve acıklı olduğu düşüncelerine daldım. Sonra yılda sadece 2 hafta tatili olan bir insan olduğumu hatırladım ve bu fikirleri kafamdan atıp yine ne yiyeceğimizi düşünmeye devam ettim :)


Bu ne uzun bir yazı oldu böyle! Buraya kadar gelebilenleri tebrik ediyorum, ve sizi artık Lizon'a davet ediyorum.