Dün itibariyle bu yaz boyunca Çandarlı'ya yüzbininci geri dönüşümü yaptım. Assos, Cunda ve Çeşme'yi kapsayan Ege turumuz bitti. Çok güzeldi. Hep hatırlanacak bir yaz olacak bu benim için. Zaten 2 aydır tatilde olduğum göz önünde bulundurulursa hatırlamam iyi olur, bir daha tatilin bu kadarını rüyamda bile göremem. 5 yıl boyunca çalışmaktan mızırdanmama konusunda kendime telkinde bulunuyorum. Eylül sonu görün siz beni. Mızırdak bir bloga dönüşebilir burası, baştan uyarıyorum herkesi..
Tatil için bir executive summary yapmam gerekirse ilk söyleyeceğim şu olur: Assos'ta 1 günden daha uzun kalmayı düşünmeyin! Assos tatilimiz komik ve kısa oldu. Aslında 4 gün kadar kalmayı

planlıyorduk ama varır varmaz Assos'un sahilinde yaptığımız 5 dakikalık boydan boya yürüyüş (katiyen abartmıyorum) sonunda "Nası yani? Hepsi bu mudur?" diye birbirimize şapşal şapşal baktık. Bizim miniminnacık diye düşündüğümüz Çandarlı, Assos'tan 10 kat daha büyük ve renkli. Sen huzur tatilinden ne anlarsın filan da demeyin rica ederim, huzurun bu kadarı Bezgin Bekir'e dahi çok gelir. Assos'un yolu da ayrı bir konu. Sit alanı olması sebebiyle yollar yapılamıyormuş. Bu nasıl mantık zaten anlayamadım ben. Yolun oldukça uzun bir kısmını ancak tek arabanın geçebileceği genişlikte bir yoldan, sağda deniz tamam ama denizden önce uçurum manzaralı olarak tamamlamaya çalışıyorsunuz. Karşıdan lütfen araba gelmesin diyerek tabi. Yol çok stresli. Çok nazik yapılı bir dişi de değilim, öyle her yoldan korkmam ama burayı Türkiye Karayolları Haritasında kesinlikle "acil olmadıkça kullanılmayacak yol" olarak sınıflandırmalılar eğer böyle bir kategori varsa.. Sevgili
HMF'in önerdiği ve bana telefonlarını bile ulaştırdığı Balıkçı Yahya'yı, bu yolu bir de içkili olarak tekrar geçmeyi göze almam mümkün olamayacağı için -ki arabayı kullanan da ben değilim- pas geçmek zorunda kaldık. Gerçekten çok istemiştim görmeyi ama mümkün değildi..
Özünde Assos şirin bir yer, denizi pırıl pırıl ama gerçekten de yapacak bir şey yok. Acaba atlamış olabilir miyiz diye düşünüyorum ama zaten uçtan uca yürümesi 5 dakika olan yeri yüz kere tavaf ettikten sonra sanırım gözden kaçırmış olmamız mümkün değil. Derim ki yolunuzun

üzerindeyse 1 gece kalmak için uğrayabilirsiniz, lezzetli balık yiyebilirsiniz, günbatımını seyredebilirsiniz, denize girebilirsiniz ama bir süre sonra nur topu gibi bir klostrofobi geliştirebilirsiniz. Assos'u sevenler şimdi bana kızıyorlardır ama gerçekten bende uyandırdığı duygular bunlar oldu. Birçok İtalyan turist vardı, burayı nasıl duymuşlar da gelmişler diye çok merak ettim.
Dodo beni onlarla konuşturmak için girişimlerde bulundu ama ben çok yabani biriymişim, hiç kimseyle konuşamadım.
Akşam yemeği için mini mini kumsalda kendimize güzel bir yer bulmaya çalışırken, dizilmiş 5-6 restorandan birinde karar kıldık. Orada bizimle ilgilenen garson hakkında bir kitap bile yazılabilir diye düşünüyorum. Masada yerimizi almamızla beraber gelişen diyaloglar:
g: Merhaba hoşgeldiniz.
b: Hoşbulduk, meze olarak ne alabiliriz?
g: Semizotu, patlıcan.
b: Bu kadar mı?
g: evet.
b: Burası balık lokantası mı?

g: evet çeşitlerimiz çok boldur.
b: şeyy, ahtapotu ünlüymüş buranın, ahtapot salatası var mı?
g: ben bi yana sordurayım
b: fava gibi bişeyler?
g: hah, ondan olabilir ona da bakıyım.
b: (şaşkınlaşarak)peki..
Aramızda "noluyo lan nereye düştük" gibi konuşmalar geçerken garsonumuz tekrar masaya gelir ve..
g: E abim siz otel müşterisiymişsiniz, neden söylemiyorsunuz? (ellerini birbirine çarparah "tüh!" hareketi yaparak!)
b: Ama biz yan otelde kalıyoruz.
g: Burası sizin otelin restoranı, ben anahtarınızdan anladım. (otelle arada baya bi mesafe olduğunu da belirteyim)
b: Aaa öyle mi, e peki..
g: sizin kendi menünüz var.
b: hı?
g: akşam yemeği menüsü.
b: neler var peki o zaman menüde? (artık burada gülmeye başladık)
g: semizotu, patlıcan. sonra da balık. (anlaşılmış oluyor iki çeşit mezenin olayı)
b: tamam peki de bi fava filan ayarlarsan süper olur. rakı olarak ne var?
g: yeni rakı.
b: başka?
g: bakıyım. yeni rakı.
b: tamam.
Neden oturmaya devam ettik, nasıl basiretimiz bağlandı da bu komedi filminin içinde kalıverdik

bilmiyorum.
Limon suyu istedik. limon suyu yok; sıkılmış limon getirsem olur mu, olur tabi farketmez, 2 dakika sonra, alın ben size limon getirdim, limon sıkacağı bozulmuş. Bozulmuş mu, nasıl bozulabilir o primitiv alet? :) Sıkarız tabi ne olacak zaten de bu konuşmalar gecemizi çok ilginç hale getirdi haliyle.
İstediğimiz kalamar yerine gelen paçanga böreği de finalimizi süsledi.. Ama favayı getirdi valla, hakkını yemeyelim.. Diyalogların benzerlerinin tüm gece yaşandığını söyleyebilirim, nedense o zaman çok gülmüştük, galiba sadece o an komikti.
Ertesi gün, bizim bugün buradan kesinlikle kaçmamız lazım fikrine, benim kurtarıcı kitabım Nişanyanların "küçük oteller rehberi", ısmarlamayı becerdiğimiz kalamar ve soğuk efesler eşlik etti. Cunda'ya doğru yola çıktık. Küçükkuyu filan vardı buralarda, neyse artık dosdoğru Cunda. Hem çok severiz biz Cunda'yı.
*
*
p.s: Bir mim olayı başlamış, bana da
tanrıça artemis'ten ulaştı, şu gezi serisi bittikten sonra yazmaya çalışacağım.