15 Şubat 2009

And the Oscar goes to.. - Vol 2 (Filmler sayısı)

81. Oscar Ödülleri inceleme yazıma kaldığım yerden devam ediyorum. Daha önce oyunculara bakmıştık, şimdi sıra filmlerde.


En iyi yönetmen:
En iyi film ve en iyi yönetmen kategorileri dramatik sahnelere yol açacak, şimdiden belli. Daha önce söylediğim gibi, bu sene uzun süredir izlemediğimiz kadar heyecanlı bir törenle karşı karşıyayız. Slumdog Millionarie ile Danny Boyle adayların arasında pırıl pırıl parlıyor ama The Curious Case of Benjamin Button ile David Fincher da göz kırpıyor. David Fincher hak etmiyor değil ama Danny Boyle çok daha sağlam. Bu senenin kim alırsa alsın, hepsi hak ediyor kategorisi bu olsa gerek. The Reader, Frost/Nixon ve Milk yönetmenleri ile bu iki filmin yanında biraz sönük kalıyor olsalar da hepsi güzel filmler. Ben Oscar’ımı Danny Boyle’a verdim gitti.

En iyi film:
En iyi film adayları en iyi yönetmen adaylarıyla aynı. Bu dalda da favorim Slumdog Millionaire. İlginç hikayesi, rengarenk görüntüleri ve bildiğimiz Hollywood klişeleriyle uzaktan yakından alaka göstermemesiyle bu ödülü alarak emsal teşkil edebilir. Tamamı Hindistan’da geçtiği için ödülü almasından yana endişelerim var, malum film dediğin şeyin içinde Amerikan bişeyler olmalı. Eğer Slumdog Millionaire olmazsa, ödülün The Curious Case of Benjamin Button’a gideceği garanti. Bu ikisinden herhangi biri alabilir, benim gözüm arkada kalmayacak ama Slumdog Millionarie alamazsa hakkı da bir güzel yenmiş olacak. The Reader çok başarılı olmasına rağmen, yanlış zaman, yanlış yer seçiminden dolayı gümbürtüye gidiyor.

En iyi orijinal senaryo:
Wall-e bu sene en sevdiğim filmlerden biri oldu. 6 dalda adaylığı var, en iyi orijinal senaryo bunlardan biri. Hepsini bilemem ama en iyi animasyon ödülünü alacağı kesin. Nedense insanların sevdiği ve benim izlerken sıkıntıdan patladığım Happy-go-Lucky alabilir diye düşünüyorum. In Bruges’ün adaylığı beni çok şaşırttı, bu filmin bu kadar ses getirme sebeplerini anlayamıyorum. Frozen River alsın ödülü, gerçekten iyi bir film, törenden eli boş dönmesin. Zaten en iyi animasyon Wall-e için yeterli ve yerinde bir ödül olur.


Notlar:

- Üç Maymun da en iyi yabancı film dalında ilk beşe girmiş olsaydı, ne kadar heyecanlı ve anlamlı geçecekti bu tören. Hevesimiz kursağımızda kaldı, Altın Palmiye’yle yetinmek durumundayız. (Avrupa gibisi yok, işte bu yüzden). Bu dalda The Class ya da Waltz with Bashir (İsrail'in günah çıkartma filmi olup, aynı zamanda da bu kategoriye girmiş ilk animasyon filmdir.) ödül alır görünüyor.

- Senenin amiyane tabirle armut toplayanları Australia, Gran Torino ve The Dark Knight (imdb her zaman doğruyu söylemez!). Changeling de gidip anca sanat yönetimi ve sinematografi dalında aday olduğu için, Clint Eastwood bu işe en çok üzülen kişidir diye düşünüyorum.

- Frost/Nixon’a hiç ödül vermediğimin farkındayım, içimden gelmedi.

- Revolutionary Road'un önemli hiçbir dalda aday olmaması beni hayal kırıklığına uğrattı. Filmden hiç beklemediğim şekilde çok etkilendim, günlerdir de kafamı meşgul ediyor. Leonardo DiCaprio'nun en iyi erkek kategorisinde olmaması, filmin en iyi film kategorisinde olmaması kadar tuhaf. Kate Winslet en azından The Reader'daki kadar başarılı. "Scrambled or fried eggs" sahnesi kadar afallatıcı bir şeyi uzun süredir görmemiştim. Filmin hakkının yenmesini bir yana bırakalım, benim kalbimde nadide yerine yerleşti.

- Rebecca Hall ne zaman fark edilecek? Vicky Cristina Barcelona’dan sonra hala adı geçmiyor hiçbiryerde. Her zaman gölgesinde kalacağı birilerini bulup, onlarla aynı yapım içinde yar aldığı için kendisini tebrik ederim. Prestige’den sonra Vicky Cristina Barcelona’da tekrar Scarlett Johansson’la beraber izledik onu. Frost/Nixon’da da oldukça kayda değer bir rolü olmasına rağmen transparanlığını koruduğu için üzülmesin diye senenin umut vaad eden oyuncusu seçiyorum onu.



22 Şubat gecesi Kodak Theatre’dan canlı yayınlanacak tören, son yılların en renkli Oscar gecesi olacağa benziyor. Heyecanla bekliyoruz.

2 yorum:

maria lopez garcia dedi ki...

tespitlerin harika.. mickey ve kate'in odulleri uzerine yuklu bir bahis acabilirim digelerleri icinse ancak amerika bu ve tabi akademi..

Adsız dedi ki...

kanilarimiz benzer şekilde,ozellikle "revolutionary road" hakkinda olanlar. o ne finaldi oyle, di caprio bile kendini asmisti. "the reader" beni o kadar sarmadi acikcasi, belki de kate winslet -ralph fiennes ikilisinden beklentim fazlaydi. o ne makyajdi oyle, kadin 60 kusur yasinda, gicir gicir eller, bir saclar beyazlamis...

"in brugge"a gelince, cok objektif olamayacagim, cunku brugge'u seviyorum. fena film diildi aslinda, ne dersin?

Okuyucun Berna