30 Kasım 2009

athina

İzmir - Atina uçuşu 40 dakika sürüyor. Bu süre Ankara-İstanbul ya da İstanbul-İzmir uçuşlarından da kısa. Şu vize işi olmasa, al Pegasus'tan biletini, git haftasonları.
Ankara'nın buz gibi havasından sonra 20 derece sıcaklık bana harika geldi. Sürekli dışarıda oturabilmek, akşam yemeklerini açık havada yiyebilmek, hatta yanımda götürdüğüm kalın kazaklara hiiiç elimi sürmemek bonus oldu.

Atina koskocaman bir şehirmiş. Yunanistan da gördüğüm ülkeler arasında en çok "başka bir ülkede olduğunu hissetmediğin yer" oldu. Atina'da 3 günde her şeyi bitirmek mümkün değil ama elimizden geleni yaptık. Şu an fark ediyorum ki bacaklarım bir günü daha kaldıramazmış zaten! Çok yorulmuşum. Şimdilik bu kadar.

25 Kasım 2009

ben yokken siz de son zamanlarda mutfakta neler olup bitmiş bir göz atabilirsiniz.

Sabah kahvaltısı için emprovize domates-biber-maydonoz karışımı. Böyle bir enteresan güvecimiz var. İçinde patates, domates, balık vb her şey pişebiliyor. Doldur içine ne istiyorsan, ver fırına. Bizim evde baya tuttu bu iş.

*

*

*

*

*

*

*
Pazar dönüşü mutfak tezgahı. Yaratık mantarlara özel ilgi. Bunları yersek bir şey olur mu? Hayır, olmuyormuş. Mantardan söz açılmışken söylemek gerek, mantarlarınızı lütfen yıkamayın. Çünkü daha sonra pişirirken o yıkama suyunu dışarı verir, kendisi sünger gibi bir varlıktır! Bu yüzden ıslattığınız bir bez ya da havlu ile mantar yüzeylerini iyice silerseniz alacağınız sonuç çok daha başarılı olur. Bu sadece bu garip mantar için değil, tüm mantarlar için geçerli!

*

*
*

*

*



Kidonya bilir misiniz? Müthiş bir tarifim var, hem de inanılmaz kolay. Ayvalık yemekleri kitabından. Öyle ki, piştikten sonra suyuna ekmek batırarak çıldırabilirsiniz. Temizlemek biraz gıcık evet ama 1. Sürekli yaptığımız bir şey olmadığı için zevkli, 2. Bu kadar lezzetli bir şey için değer.


*


*


*


*
*

*
Bu yengeçler pişmeden önce maviydi desem kim inanır? Bildiğimiz mavi yengeç suya atınca 3 saniyede turuncu oldu. Yemek için evde fındık kıracağı gibi bilmum alet edevat ortaya çıkıyor. Bu şirin hayvanı çıt çıt keserek içindeki lezzetli etini yiyorsunuz. Tarif mi? Atın canım kaynayan suya işte, ne tarifi.

*


*


*

24 Kasım 2009

here we go!

Atina'da yapmadan, yemeden, görmeden dönülmemesi gereken bir şey biliyorum diyorsanız, lütfen xyz kişi konuştu'ya tıklayın.
*
Şimdiden iyi tatiller, iyi bayramlar!

22 Kasım 2009

my little pony

Perşembe akşam Harem'e gittik. Ben yine arabada yemek yedim. Bu sefer makarna. Bale oldukça güzeldi; hatta Osmanlı usul müziğiyle bale figürlerinin birbirine bu kadar uyumlu olabileceğini biri söylese muhtemelen inanmazdım. İnanmadan önce de zaten "Osmanlı usul müziği ne oluyor ki?" diye sorardım. Gösteriyi büyük keyifle izlememize rağmen, ne olup bittiğine dair yaptığımız atışların bir kısmını tutturamamışız. Ben "Bak şimdi; bu buna aşık oldu, aşk acısı çekiyor, o yüzden böyle perişan oldu" diye düşünürken, Selçuk aynı kişinin savaşa gideceğini düşündü: Biz barbiyle oynuyoruz, onlar G.I. Joe ile. Baleye daha sık gelmeye karar verdik.
*
Operadan baleden çıkmaz görüntümü hemen yerle yeksan ederek, balenin ertesi günü sabahlara kadar poker oynadığımızı anlatayım. Ben poker bilmiyordum, yeni öğrendim. Benim için böyle şeyler gerçekten tehlikeli. Çok fena kaptırma potansiyelim var. Altı üstü koyduğum parayı geri aldım, şu an kendimi poker dahisi sanıyorum. Sanırsınız herkesi çoraplarıyla eve gönderdim. Bir daha yakalayınca öyle yapacağım ama, artık acemliğimi attım. Böylece tombala bir, poker iki oldu.
*
Yedi Kocalı Hürmüz'e gitmeyin. Nurgül Yeşilçay gerçekten çok güzel ama kendisinin fanatiği değilseniz güzelliği filme gitmek için yeterli değil. Kekemeliğin hala komik bir şey sanılması ne kadar tuhaf.
*
Toffee Nut Latte'ler gelmiş, yılbaşı geliyor demek ki. Ankara'da hava hala ılık ve güneşli. Bu yüzden ben hala sonbahardayız sanıyorum. Sanırım senelerce dileyerek sonunda yaşadığım yerin iklimini değiştirmeye başardım. (Secret'a inanan insanlarla sürekli dalga geçtiğim için özür dilerim.) Havanın erken kararması problemini de halledersem tamamdır.
*
Orkide bakımı hakkında bir şeyler biliyorsanız lütfen bana yardım edin. Bitkiyi nereye koymam gerek (direk güneş almayan aydınlık bir yere koydum), ne kadarda bir sulamam gerek (haftada bir saksının dibinde su birikmeyecek şekilde suluyorum), ekstradan yapmam gereken bir şey var mı?

20 Kasım 2009

elişi blogu

Bu cupcake atkısını öreceğim.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Bu tığ çantayı yapacağım.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Bu keçe broşu yapacağım.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*

Bu battaniyeyi yapmayacağım çünkü bitirmem gereken bir battaniye zaten var.

19 Kasım 2009

Venedik'te Bir Gece a.k.a Operaya gittik.

İki fotoğraf birbiriyle 3 saniye arayla çekildi. Ben bu ışıklı şeylerin fotoğrafını çekemiyorum sanırım.
*

Venedik'te Bir Gece maceralı başladı. Saat 8'de Ulus'ta başlayacak olan opera için anca 7'de Çankaya'daki işimden çıkabildim. Opera'da park problemi olduğu için Nevra'yla arabaları Armada'ya bırakıp taksiyle gitmeye karar vermiştik. Diğerleriyle orada buluşacaktık. Ben trafik canavarlığının tüm gereklerini yerine getirerek 7:15'te Armada'ya vardım. Yemek yemeye vaktimiz olmadığı için Nevra bana McDonalds'tan paket yaptırdı. Ben de takside akşam yemeği yedim. Taksici amcaya da patates verdik. Taksiler operanın bir semt olduğunu düşünüyorlar. Haksız de değiller. Opera bir durak ismi çünkü. Bu yüzden taksiye binip "Opera'ya lütfen" derseniz, muhtemelen "Operanın neresine?" cevabını alırsınız. "A 420 numaralı koltuğuma kadar lütfen" diyebilirsiniz. Biz "Iıııı, bilmem. Önüne?" dedik.
*
*
*


Ayşegül operaya 5 dakika mesafede bir yerde çalıştığı halde yetişemedi. Bu sayede öğrenmiş olduk ki, ikinci perdede girmeye çalışırsanız kimse size bilet sormuyor. Ayrıca, cesur arkadaşımız Ayşegül operanın tam kapısına arabasını park etti ve ceza da yemedi. Siz yine de Ulus trafiğinde park etmeye uğraşmayın, taksiyle gidin.
*
Gösteriye gelirsek, Venedik'te Bir Gece, seyrettiğim ilk Türkçe opera oldu. Aslında dili İtalyanca ya da Türkçe, pek bir şey fark etmiyor, sözleri takip etmek her zaman zor! En azından İtalyanca olduğunda üst projeksiyona sözler yansıtılıyordu. Türkçe olunca tamamen kendi başınızasınız. İki buçuk saat süren gösteri çok renkli ve eğlenceliydi. Bol bol entrika ve aşk macerası. Tavsiye ederim.
*
Ankara'da gördüğüm tüm tiyatro ve opera aktivitelerinde olduğu gibi salon yine tıklım tıklımdı. Biletler günler öncesinden kapışılıyor. Fosforlu Cevriye'ye de bir türlü gidemiyoruz bu yüzden.
*
Opera ile ilgili en büyük sıkıntı koltukları. Benim genelde belim ve sırtımla ilgili bir sıkıntım yoktur ve çok rahatsızlık verici olmadıkça koltukla ilgili bir sıkıntı yaşamam. Ama operadan çıktıktan sonra 2 saat kendime gelemedim. İnsan dayak yemiş gibi oluyor. Bu konuda bir çözüm bulsalar çok iyi olur. Bunun dışında sırf bu salonda oturmak ve kafanızı kaldırıp avizeyi seyretmek için bile operaya gidilir!

16 Kasım 2009

triste

Kalbim gerçekten yumruğum kadarsa, tüm bu tantanaya dayanmak için fazla minik.

Hiçbir şeye yetişememenin bir hayat biçimine dönüşmesi


- Babam organik pazardan Bugs Bunny havucu almış.

- 2012 uzun zamandır seyrettiğim en uyduruk filmdi. Neyse ki sonunda Pazar: Bir Ticaret Masalı'nı seyrettim. Tayanç Ayaydın'ı tanımıyordum, çok sevdim. Mammoth ise beklediğimden iyi çıktı. Benzemez Kimse Sana şarkısını Gael Garcia Bernal'e hediye ediyorum.

- Yeni açılan Rum meyhanesi Komşu'ya gittik. Bayıldım, çok çok eğlenceliydi ama kalabalık gitmelisiniz. Aynı mekanda iki tane gelinlikli insan olma olasılığı kaçtır acaba? Bir de bekarlığa veda partisi. Meandros'taki ekip buraya geçmiş. Müzik harika. Yemekler de iyiydi. Sonra da değişiklik olsun diye Hoks'a gittik!

- Galiba ciddi ciddi Almanca öğrenmeye başladım. 5 ay olmuş neredeyse başlayalı. Almanca gerçekten çok sevimsiz bir dil olsa da, hoca o kadar başarılı ki, kulağa korkunç gelen bu dili biraz da olsa sevmeye başladım. Alles in ordnung!

- Hep aynı şarkıları dinliyorum. Yeni ve güzel şarkılar keşfetmeye hiç vaktim yok diye üzülüyorum. Birileri benim müzik dosyalarıma baksa ve bana "bak bunları sen kesin çok seversin" diyerek bana bir sürü yeni müzik yüklese diye hayal kuruyorum.

- Nasıl bitiyor bu haftasonları böyle üç dakikada, hiç aklım almıyor. Bu hafta yapmam gereken çok şey var. Hava tek basamaklı derecelerdeyken de canım hiçbir şey yapmak istemiyor.

12 Kasım 2009

Bye bye happiness!

İşyerimin yan binasında minik bir kolej var. Butik kolej denen bir şey varsa, burası öyle bir yer. Sanırım 8.sınıfa kadar eğitim veriyor, lise yok. Okulda topu topu 50-60 öğrenci var. Benim odam okulun girişine ve bahçesine bakıyor; böylece okullar açıldığından beri bayağı şaşırıyor ve eğleniyorum. Ya okul düzeni çok değişmiş, ya da burası gerçekten enteresan bir okul.

*
Okulların açılmasıyla beraber, sessiz sakin muhitimize renk değil, gürültü geldi. Çünkü çocuk sesi her ne kadar güzel bir şey de olsa; bu veletlerin zaman zaman sadece ses çıkarmak için bağırdıklarını ve çığlık attıklarını düşünmeye başladım. Teneffüs vakti sanki çığlık yarışması gibi oluyor. Okuldayken teneffüsler hep kısa gelirdi bana, demek ki komşular delirmesin diyeymiş. Öğretmenlik mesleğinin kutsallığına daha bir içten inanıyorum. Çocuklar da çok şirin ama. 1 metre hepsi :)
*
Okulun forması turkuaz renkli sweatshirt. Bahçeye bakınca turkuaz renkli cücelerin koşuşturduğunu görüyorum. Zaman zaman Şirinler'in setinde yaşıyorum gibi hissediyorum. "Yeter çığlık atmayıııın, kafam şiştiiii!" diye bağırsam benden ala Gargamel olmaz.
*
Okulun zili inanılmaz. Teneffüse "Hababam Sınıfı" melodisiyle çıkıyorlar. Hani şimşeği görüp de gök gürültüsü beklersiniz ya; ben de Hababam Sınıfı müziğini duyup, çığlıkları bekliyorum. Ama asıl bomba şimdi geliyor: Ders zili "Bye bye love, bye bye happiness, hello loneliness, i think i'm gonna cry.." diye devam eden şarkı! Bu kadar komik bir şey olabilir mi? Sanırım bunu mizah duygusu oldukça gelişmiş biri ayarlamış. Çocuklar zilin ne dediğini anlasalar herhalde şapşallaşırlar. "Bye bye happiness" şarkısı eşliğinde hepsi kös kös sınıfa giriyor. Ne yalan söyleyeyim, ben oldukça eğleniyorum o sırada :)
*
Okulun kolej olmasından mıdır bilmiyorum -gerçi biz de koleje gittik güya ama hiç böyle bir şey görmedim- her sabah 4-5 öğretmen kapıya dizilip çocukları karşılıyorlar. Sanırım bu komite genelde sevilen ve eğlenceli öğretmenlerden seçilmiş. Çocuklar okula girerken "Aaaa merhaba, nasılsın, iyi misin, aman da aman" yapıyolar; çocuklar da haliyle hoplaya zıplaya binaya giriyorlar. Dı. Bu, okulun ilk 1 ayı boyunca böyleydi. Çocuklar bir keyif, bir eğlence içinde.. Sanırım sonra bu minik kafalar, buraya gelip gitmenin öyle geçici bir şey olmadığını fark ettiler. Şimdi sabahları o komiteyi yemez oldular.
*
Geçen sabah okula annesi tarafından bırakılan bir çocuğun okula girmeme mücadelesine tanıklık ettim. Bıcırığın arabadan çıkmamak için koltuğa var gücüyle yapıştığına, daha sonra annesinin kolunda yerde süründüğüne ve son çare olarak caddenin ortasına boylu boyunca serildiğine gözlerime inanamayarak şahit oldum. Kadının mücadelesi beni karşıdan seyrederken bile 2 dakikadatüketti. Ne zor iş gerçekten. Allahtan karşılama komitesi kadının yardımına yetişti. Çocuğu animasyonlarla okula aldılar. Kadın da omuzlar çökük halde kös kös döndü arabasına. İnsanın ömründen ömür gider vallahi.
*
Bir de pencereden gördüğüm kadarıyla artık dersler powerpointte işleniyor. Tahtaya bir kalemle yazılıyor, o yazı bilgisayara kaydedilebiliyor, bilgisayarla silinebiliyor filan. İnanılmaz teknolojik. Ara sıra toplu halde sınıfı gözetlememize rağmen hala işin içinden çıkamadık. Muhtemelen o ders çıktıları da öğrencilerin eline tutuşturuluyor. Yani, vay bizim tahtadan deftere yazı geçirdiğimiz yüzlerce saate!
*
Eğitim sistemimiz hakkındaki son gözlemlerim bu şekildeydi. Esen kalın.

11 Kasım 2009

burası da newsletter gibi bir şey oldu ama hadi neyse.


- "Kafka on the Shore" sonunda Sahilde Kafka adıyla Türkçe olarak yayınlandı. Hiçbir kitabı bu kadar beklememiştim.
*
- "Günaydın Steak House" Ankara'ya şube açıyor. Şu yorumu unutmuş değilim ama belki bir senede bir şeyler değişmiştir. Biz misafirperver bir şehriz, geleni mutlaka ziyaret ederiz :)
*
- Minyatür Odalar Sergisi Rahmi Koç Müzesi'nde devam ediyor. Biz bir türlü zaman ayarlayıp gidemedik. 10 Şubat'a kadar devam edecek. Herhalde 3 ay içinde gitmeyi başaracağız.
*
- Çorap reklamında oynatmak için Hadise'den daha bodur ve tombul bacaklı biri yok muydu?
*
- Quick China'nın yemek kursuna gideceğiz. Çayyolu şubesindeki kursa katılmak isteyenler elime mum dikebilir.
*
- Behlül'le öpüşmeyen bir ben, bir Firdevs Hanım, bir de sen kaldın sevgili okuyucu. Nihal okuyorsan kapat git, gözüm görmesin seni! Yani anladık alıp kadroya katmışsınız yakışıklı çocuğu da, bu kadar etinden sütünden faydalanılmaz ki. Her bölümde bir havluya duştan çıkma sahnesi, her bölümde başka biriyle öpüştürmek. Ben Behlül olsam "Yeter, ben de insanım, et parçası değilim!" diye isyan ederdim kesin. Yani heralde.

5 Kasım 2009

Mag Kasım!

MAG Kasım sayısı çıktı!!
*
Bu aralar bunalmaya bahane aradığım için "Kışla Baş Etme Rehberi" benim de işime yarayacak... Aferim bana, ne güzel akıl etmişim. Başıma gelecekleri bilir gibi!

elementary particles

1. 18 Kasım'da operaya gidiyoruz. Çok heyecanlı. Venedik'te bir gece.
*
2. "Bu Kalp Seni Unutur mu?"da liseden bir sınıf arkadaşım oynuyor. Ben bir sevin, bir sevin çocuğu görünce, bana ne oluyorsa :) Zaten hep inanılmaz yetenekliydi, MF sınıfında ne işi vardı bilmiyorum. Umarım çok başarılı olur.
*
3. 24 Kasım'da yine ilkokul buluşması yapıyoruz. Üçüncü defa olacak. Bu buluşmaların en güzel yani ilkokul öğretmenimi görmek oluyor. Kendisi Facebook account'ı açmış. İnanması ne kadar zor, değil mi?
*
4. Ankara'ya Bay Nihat açılıyor desem!!! Hani şu benim Cunda'ya her gidişte anlata anlata bitiremediğim yer.. Aslında benim oldukça ruh sıkıcı bulduğum bir mekana sahip Schnitzel'in yerine açılıyor. Eminim ki güzelleştirirler. Schnitzel'de üst kata taşınmış.
*
5. Lahana-maydonoz kürü yapıyorum. Çok tok tutuyor ama normale göre az yememe rağmen hala kilo vermemişim. Bir işe yararsa tarifi size de veririm.
*
6. Eyvah saat kaç olmuş. Uyumam gerek!

3 Kasım 2009

Hello Bono!

U2 konserine bilet almak sanırım hayatım boyunca yaptığım en ileriye dönük plandı. 6 Eylül'de Atatürk Olimpiyat Stadı'nda yapılacak konsere, biletlerin satışa çıktığı gün olan bugün bilet aldık. Tarihi bir olaya tanıklık edecekmiş gibi heyecanlıyım. Gibi değil, öyle. Tabii ki bir Depeche Mode fiyaskosu daha olmazsa..
*
Biletleri aldıktan sonra olay çok garibime gitti. Kim bilir neler değişecek hayatımda 6 Eylül 2010'a kadar. Belki çok şeyler, belki de hiçbir şeyler. Konser Pazartesi günü. Ben çalışan bir insanım. Pazartesi günü İstanbul'daki bir konsere nasıl giderim? Bilmiyorum. Hatta muhtemelen 1 buçuk gün izin gerekecek. Şimdiden izin alsam ne komik olur değil mi? "Şey ben seneye bu zamanlar U2 konserine gideceğim de, 1.5 gün kadar..". "Deliye bak!" derler muhtemelen. "Ayşe Hanım delirmiş!" :)
*
Tuhaf olan şeylerden biri de Red Zone biletlerinin bitmiş olmasıydı. Yani, biletler zaten bugün satışa çıktı. Tanesi 550 lira olan biletler nasıl bitiyor acaba? Bitmese de alacak değildim zaten ama baya şaşırdım. Biz Ayşegül'le oldukça panik halde "yan taraf, karşı, alt sıra, üst sıra, dev ekranlar, sütunlar, sahne arkası, sahnenin önü gibi söz ve söz öbeklerini 2 dakika içinde 5er kez kullanarak kendimize bir yer belirledik ve biletimizi aldık.
*
Bilet teslimatı için iş adresimi verdim. Dağıtım Haziran 2010'da başlıyormuş. İşimden oldukça memnun olduğum için (tahtaya vurmayanın kafasını kırıyorlarmış; bir şey de yolunda gitsin yani), çok büyük bir gariplik olmazsa muhtemelen yazın da aynı işimde devam ediyor olurum ama 8 ay sonrası için iş adresi vermek ne kadar tuhaf, değil mi? Çok şükür ki, isme ve kimlikle teslimat yapıyorlarmış.
*
Biletler oldukça hızlı tükendiği için Ayşegül'le eğer o gün konsere gidemeyecek olursak biletleri gitti gidiyor'dan fahiş fiyatlarla satmayı planladık. Hatta bunu yapmak için ekstradan bilet alsak mı diye bile düşündük. Yapmadık. Biletler zaten yeterince pahalı :)
*
Hayatımın şu gününe kadar, bundan 1 sene sonrasını asla kesin olarak bilmediğimi farketmeme ve - büyük bir aksaklık olmazsa - ilk kez 1 sene sonra nerede olacağımı bilmeme vesile olmuş olayın bir U2 konseri olması ne hoş. Öyle bir cümle oldu ki, okuyan da beni sırt çantamla dünyayı geziyorum sanır.
*
P.S: Bugün Ankara'ya kar yağdı. Evet bence de oha! Daha geçen pazar ODTÜ'de t-shirt ile yürürken demiştim ki "Böyle yürümek çok güzel oldu! Havalar soğuyana kadar her pazar yapalım!" ve ertesi pazartesi kar yağdı. Bazı kendini bilmezler de Ankara'nın sıkıcı bir yer olduğunu söyler. Komik olmayın! Başka hangi şehirde aynı hafta içinde 2 mevsim yaşayabilirsiniz ki? Hatta bazen gündüz ve gece bile farklı mevsim oluyor! Eveeeet, ne harika değil mi? - Çok fazla How I met your mpther seyrettiğim için içimden "awesome!" diyorum şu anda.-
*
P.S2: Az önce odamda, üzerinde "Teşekkür ederim çorap için. Nevra" yazan bir çorap kutusu buldum. Hayır, kutu boş değil; hatta hiç açılmamış. Nevra bu notu ince çorabı bize bahşettiği için Tanrı'ya mı yazdı acaba? Gece gece kafam karıştı.

1 Kasım 2009

dove si trova la gioia?

Bu haftasonu Ankara'ya kış geldi.
*
400 bölüm kadar daha How I Met Your Mother seyrettim. Sanırım çok fazla televizyon seyretmekle ilgili beyinde oluşan bir rahatsızlık varsa artık ona sahibim.
*
2.denememde elma şekeri yaptım. Bonibonları şekerin üzerinde sabitlemek tahmin ettiğimden çok daha zormuş. Bir de şeker sokakta satılanlar kadar kalın bir tabaka halinde donmadı. 1.5 bardak şeker, 1 kaşık glikoz, 1 bardak su, yarım limon suyu ve kırmızı gıda boyası kullandım. Yani aslında yanlış yapması çok zor görünen bir tarifti, neyi yapamadım bilmiyorum. Isırınca çıtır çıtır kırılan bir elma şekeri nasıl yapılır?
*
Yaşatmak için elimden geleni yapacağım bir orkidem oldu. Bembeyaz ve çok güzel. Güneş alan ama direk güneş ışığı almayan bir yer ne demektir, bizim evde öyle bir yer var mıdır bunu keşfedince çiçeğimi de yaşatmayı başaracağım.
*
Sıkıldım. Koskoca bir kış var önümüzde; ve daha daha. Bak yine sıkıldım. Biraz harekete ihtiyacım var.