24 Haziran 2010

İstanbul'da

O kadar turistik ve dolu dolu bir İstanbul gezisi oldu ki, fotoğraflara bakarken bunların hepsini 3 gün 4 geceye nasıl sığdırmışız diye şaşırdım. Gidişimizin asıl amacı çok sevdiğimiz, ilişkilerine en başından beri şahit olduğumuz Can ve Büşra'nın düğünüydü. Üniversitenin başından beri birlikteler. Bu kadar kişi kalkıp hep beraber Ankara'dan İstanbul'a gidelim tatil yapalım diye uğraşsak beceremezdik. Can'ın düğünü elbette herkese bir arada bunu yaptırabilecek sayılı doğa olaylarından bir tanesiydi. Biz cümbür cemaat 15 kişi kalkıp İstanbul'a gitmiş olduk, haliyle olaylar birbirini takip etti.



*


Cuma iş çıkışı uçaktan inip Sabiha Gökçen Havaalanı'ndan dışarı adım attığımda saat akşam 21:00, Nişantaşı'na vardığımda saat 23:30'du. Bu trafik macerası hayatımda bir ilkti. İki buçuk saatlik bir konvoy, "Ara Gelsin Burger King"leri neredeyse köprü yoluna gelmeye ikna etmemize sebep olacaktı. Normal saatlerde öğle yemeği yedikten sonra, saat 10 civarlarında İstanbul'da yemek masasında olmayı planlayan ben, hain İstanbul trafiğinin komplosuna rağmen oldukça rötarlı da olsa gece 12'de Asmalı Mescit'te masaya oturdum. İstanbul'un güzellikleri numara 125: Yemek masasına 12'de oturabilmek, gece 2:30'da tıklım tıklım sokaklarda geçerek eğlenceye başka yerde devam etmek ve -yok artık- saat 4'te sokakları dolduran bir akşamüstü kalabalığıyla eve dönmek- bir yandan ıslak hamburger yiyerek tabii - (Bizim yok napalım!). Bayılarak uyumak.


Cumartesi daha önce de gidip sevdiğim Den'de kahvaltı. Nişantaşı Kırıntı'da düğün öncesi Can ve Büşra toplantısı. Selçuk, Baran ve Erdem'in "sağdıç" olacakları için smokin kiralama maceraları, hangi taşı kaldırsan altından çıkan smokinci Levon amca hikayesi, Prada'nın önünde protestolar, İstanbul'un 500 derece ve nemli havasından hepimizin yapışık yaratıklara dönüşmemiz, Pera Müzesi'nde Botero sergisi ve şans eseri Kaplumbağa Terbiyecisi, Suada 360'ta yemek -vuuu, ayrıca bir yazı yazılabilir, tam turistim, suada'ya ilk gidişimdi!-, gece Taksim'de Mask diye bir yer, Olacak O Kadar'dan tanıdığımız ve belli ki biz görmeyeli şarkıcı olan çocuğun söylediği güzel şarkılar, Fireball isimli, tanımlanamayan bir içkinin Selçuk sayesinde bir slogana dönüşmesi, ve bir biz klasiği olarak abuk subuk danslar.. Haliyle bayılarak uyumak.

Anlatırken yoruldum, yaparken hiç yorulmamıştım! Son 2 gün de sonraya kalsın artık. Asıl turistik kısım oydu. Hayatımda ilk defa Sultanahmet'e gittim, evet çok ayıp.

Bu arada inanılmaz ama Ayşegül yine Brüksel'e taşınıyor. Bu şehre ve bir süre sonra tekrar Ankara'ya taşınmayı huy haline getiren canım arkadaşım, Pazar günü başka bir ülkede, farklı bir medeni hal ile, yeni bir evde yaşamaya başlayacak ama kendisi sanki köşedeki Migros'a gidiyormuş gibi bir rahatlık içinde. Pazartesi onunla baş başa bir gün geçirmek çok keyifliydi. Bu akşam ona veda yemeği yapıyoruz ama benim içimden bir ses, evet belki bu sefer kocasıyla (!) gittiği için eskisi kadar çabuk gelemeyecek de olsa, yine sonumuzun beraber olacağını söylüyor. Bense Cuma öğlenden burada da sık sık gördüğünüz Şafak Bey'in düğünü için tekrar İstanbul'a gidiyorum. Biraz buraya yazamayacağım bir ruh haline büründüm. "Salla" diyebiliriz özetle :) Bakalım ne olacak.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Harika bir yazı, son fotoya bayıldım... Sayende mekanları öğreniyorum..

Ben Ankara'dayım ama nerelere gidilir çok bilmiyorum.. Senden tavsiyeler alabilir miyim??

Sevgiler

Hera dedi ki...

Bende evlenmek üzereyim ve "köşedeki Migros'a gider gibi" tabirini benim için de arkadaşlarım farklı cümlelerle söylüyorlar:)

HuysuzKuzu dedi ki...

hoho 25 senelik istanbulluyum senin kadar istanbulu gezmişliğim yok kendimi çok kötü hissediyorum :(
olacak o kadard mı oynamıştı o çocuk yahu, ki adı cem kılıç, bayılıyoruz kendisine, her cmt mask a gitmek istiyoruz hatta..