29 Eylül 2009

Amasra böyle bir yerdi 2

Tavşan adası böyle bir yer. Bir kara parçacığı :) Üzerinde nereden geldiği belli olmayan tavşanlar var. Biz 3 tane gördük. İlk tavşanı oraya kim götürdü, tavşanlar yoktan var olabilen varlıklar mıdır, tartışılması gereken konular. Biz onun yerine "tavşanı görenin dileği gerçek oluyormuş" dedikodusu başlatarak herkesin tavşan görmesini sağladık. Sanki uzaylı muamelesi görüyor bu tavşanlar. Tavşan yani, görünce bu kadar şaşırmak neden? :) Aktivite işte. Göz numarası yüksek olanlar adadaki karaltıları görmeyi başarıp da "aaa gördümm, ben de gördümm" diye bağırırken tavşanlar uçmaya başladı. Meğer onlar kuşmuş.
*
Bir de Barış Akarsu'dan bahsetmek gerek. Burası onun memleketi ve her yerde posterlerini görüyorsunuz. Onun anısına bir heykelini Amasra'nın en güzel yerine dikmişler, tam denize bakıyor.. Bu kadar kısa zamanda bu kadar sevilmek de çok güzel bir şey olsa gerek.
*

İkinci günümüzde kağıt değil de tabu oynamaya karar verdik. Tabu XL aşırı komik bir şey. Ben her oynayışta sandalyeden düşme tehlikesi geçiriyorum (bir kere de gerçekten düştüm!). Amasra'da çay bahçelerinde kağıt, tavla vs oynamak için masalar ayrılmış. Gittiğimiz çay bahçesinin oyun kısmı kapalı bir bölmeydi, biz de dışarıda oturmak istiyorduk. O yüzden çok güleryüzlü bıdırık garson çocukla benim aramda şöyle bir diyalog geçti.

- Şey biz kağıt oynamıycaz, tabu oynıycaz, yine de içeri geçmek zorunda mıyız?
- Evet abla.
- Ama bu tabu iskambil gibi bir oyun değil.
- İçerde oynanıyor abla.
- Böyle kelimeler var, karttan onları anlatıyosun.
- (Gülerek) Tamam hadi oturun dışarıda.
*
Yılanı değiliğinden çıkaran tatlı dil değil de, bezginlik olabilir mi? :)
**
Amasra salatası diye bir şey var. Böyle turpları, havuçları oyup-kesip ilginç şekiller yapıyorlar. Salata hakikaten çok güzel. İçinde turşu, pancar gibi şeyler olması salatayı farklılaştırıyor. Bol malzemeli tepeleme salatalar hemencecik bitiyor. Amasra'da salata benim için ayrıca kıymetli oldu çünkü meze açığını kapattı. Amasra'daki restoranlarda meze çeşidi konusunda sıkıntı var, ki bizim gittiğimiz iki restoran da (Çeşmi Cihan ve Canlı Balık) buranın en iyisi olduğu bilinen yerlerdi. Buna rağmen meze çeşitleri beyaz peynir, haydari, acılı ezme, şakşuka gibi kebapçı mezeleriyle sınırlı. Bu Karadeniz bölgesiyle ilgili bir konu da olabilir. Ne bir otla yapılmış meze, ne de fava gibi geleneksel balık mezelerine rastlayabildik. Ara sıcak olarak karides, kalamar ve midye tava her yerde var ama yegane çeşitler bunlar. Bir de midye dolma yok. Sokakta midye dolmacı da yok. Galiba midye dolma Amasra'da tanınan bir şey değil. Bol kalamar, beyaz peynir ve salata ile meze eksiği kapatılabiliyor. Zaten bol bol balık yeniyor. Çünkü Amasra'nın asıl iddiası bu. Biz lüfer yedik, masada Çupra ve barbun da yendi. Herkes balıklarını çok beğendi. Restoranlar rezervasyon yapmıyor. Bu biraz tatillerdeki yoğunluğu idare edebile alışkanlığından yoksun olduklarından. "7 gibi gelin alırız, yoksa söz veremeyiz" gibi cümlelerle bizi gerdiler ama buna rağmen 9 kişi iki gece de istediğimiz restoranlarda yemeyi becerdik. Çok geçe kalmadan gidin, problem olmaz. Canlı Balık'ta deniz kıyısında oturmayı çok istedik ama 9 kişilik masa ayarlayamadılar. Bizi üst kata üzeri kapalı terasa aldılar. Gecenin ilerleyen saatlerinde sağanak yağmur başlayınca her işte bir hayır olduğuna inandım.
*
Elbette Amasra'nın olayı rakı-balık ama gündüzleri acıktığınızda başka seçenekleriniz de var. Her zaman, her yerde güzel olan patates-bira ikilisi, karadeniz pidecileri (ben iş günlerinde o kadar çok pide yemek durumunda kalıyorum ki asla düşünmem) veeeee şimdi bahsedeceğim bir mantıcı var! Hayatımda yediğim en güzel mantıydı desem sanırım abartmış olmam. Belediyenin önünden devam eden sokakta Acıktım isimli bir mantıcı var. Kesinlikle burada mantı yemelisiniz. Servisimizi yapan kız da o kadar tatlı ve güleryüzlüydü ki.. Mantılarının tadı damağımda kaldı. Bir daha gidersem 2-3 öğün yemeyi düşünüyorum! Galiba Amasra'ya gidip de balıktan çok mantı öven bir tek insan ben olabilirim ama ne yapalım, gerçek hislerim bu yönde.
*
Gece eğlencesi için Hayalperest diye bir yere girmiş bulunduk. Zaten Amasra'da toplasan 3-4 tane bar var. Burada bir çocuk tek başına gitar çalıyor, Türkçe şarkılar söylüyor. Kafanız zaten çok iyiyken burada sotb shotlar yaparsanız (çok bereketli bir shakermış, o kadar kişiye 3 tur döndü) her türlü şarkıyı nasıl da şakır şakır söyleyebildiğinize kendiniz de şaşırabilirsiniz! En son Baran, bir tek kendisinin bildiği bir şarkının aslında flamenko şaheseri olduğunu ve 7 gitarla çalındığını, bardaki çocuğun bu şarkıyı çalmasına çok şaşırdığını söylüyordu. Bence o şarkı bardaki çocuğun kendi bestesi olabilir :) Bir de Volki efsanesi var. Daha otele girdiğimiz anda afişini gördüğümüz Bülent Ersoy-vari Volki hakikaten görülmeye değer olmalı, biz göremedik ama olsun! Gece program yaptığı(!) barın önüne gidip de içerinin tıklık tıklım olduğunu ve bizim girebilmemiz mümkün olmadığını anlayınca tekrar Hayalperest'e gidip şarkı söylemeye devam ettik. Sonra ben tuvalet sırası beklerken yabancı turistlerle tanıştım ve Amasra'ya gelmiş olmalarına çok şaşırdım.
*
İşte Amasra böyle bir yerdi.
Gidin, denize bakın, rakı için, balık ve mantı yiyin, gelin.
Sırf bunun için bile gidilir.
İyi ki gittik biz.
İyi ki bayramda Ankara'da oturmadık.
Yanınızda kalkıp gitmek hevesinde olan, heyecanlı insanlar olması bence çok çok önemli.
Hayatı yaşanılır yapıyor.



27 Eylül 2009

Amasra böyle bir yerdi

Amasra Ankara'dan denize ilk çıkış. -Şimdi ben rahat rahat atıp tutuyorum ama konuyu gerçekten bilen biri çıkıp da "Hayır! Aslında Akçakoca daha yakın!" diyebilir diye bir açıklama yapma durumundayım. - Aslında Akçakoca kilometre olarak Ankara'ya Amasra'dan daha yakınmış. Ama nedense Amasra her zaman Ankaralılar arasında daha popülerdir. Akçakoca'ya giden neredeyse hiç kimse tanımamama karşın Amasra'ya birkaç kez gitmiş olmak çok normal bir durumdur. Akçakoca'nın da güzel ve bu kadar yakın olduğunu öğrenmek iyi oldu elbette. Neyse, ben anlatmaya başlayayım..
*
Amasra Ankara'dan arabayla 3 buçuk saat kadar sürüyor. Biz tatile 9 kişi gittik. 3 araba ile yola çıktık, keyifli bir yolculuk yaptık. Gerede'ye kadar İstanbul otobanından gidiyorsunuz, dümdüz yol. Daha sonra yeşillikler içinde çok güzel bir yol bekliyor sizi. Amasra'ya daha önce üniversite sondayken 10 kişi kadar gittiğimizde bir Vito kiralamıştık. O da fena fikir değil.
*Amasra özellikle bayramdı seyrandı zamanlarında çok kalabalık olabiliyor o yüzden mutlaka önceden rezervasyon yaptırmalısınız. Otel konusunda çok fazla seçenek olsa da beklentinizi yüksek tutmamakta fayda var. Oteller genelde çok kaliteli değil. Biz Büyük Liman Otel'de kaldık, fena değildi ama tavsiye de edemem. Bildiğim kadarıyla hala en iyi otel Amastris. Gerçi şehir merkezinden uzağa, Amasra'nın yüksek tepelerine de Kirazlar ve Sinan Otel gibi biraz daha konforlu otellerin açıldığını gördüm ama Amasra'ya gelip de deniz kıyısında olmamak saçma olabilir. Uzak olayım daha lüks olsun diyorsanız sizin bileceğiniz iş. Biz merkezde olsun, sarhoşken kolay gelinebilsin dedik :)
*
Tahmin ettiğimiz gibi bir kalabalıkla karşılaşmadık Amasra'da, mutlu olduk. Ben tatilden bir hafta öncesinde hava durumu yakın takibine başlamıştım; sürekli yağmur gösteriyordu. Buna rağmen vardığımızda sıcacık ve pırıl pırıl bir hava vardı. Hemen otele eşyaları fırlattık ve kendimizi sokağa attık. Daha tatilin en başından yeme içme konusundaki azmimizi kanıtlar gibi ilk gittiğimiz yer gözlemeci oldu! Ayşegül'ün seçtiği gözlemeciye oturup siparişimizi verdik. Gözlemelerimizi dilimlemelerini istediğimizde onları makasla kestiklerini görüp, "resume" çiğ köftescisinin üzerine bir şok daha yaşadık! Adıyaman resume çiğ köfte'nin sahibiyle tanışıp, hayattaki seçimlerini sorgulamak için ne yazık ki fırsatım olmadı.
*

Amasra topu topu 2 sahil şeridinden oluşuyor. Biri Büyük Liman, diğeri Küçük Liman, yani akılda tutmak kolay! Ben Küçük Liman tarafını daha çok seviyorum. Oradaki çay bahçelerinde oturup denizi seyretmek çok güzel. Benim arkadaşlarım hayatları boyunca hiç çekirdek görmemişlerdi, bu onların tuzlu ayçekirdeğiyle ilk tanışmalarıydı. O yüzden ilk 15 dakika içinde 4 paket tuzlu çekirdeği birayla götürdüler! Sonradan bir de kaç porsiyon olduğunu bilmediğim patates kızartması geldi.. Ben yanımda yağmur botu getirmiştim ama hava o kadar güzeldi ki Doruk ve Ozan denize girdiler. Girmekle kalmadılar, yarım saat kadar yüzdüler ki benim yazın denizde kalmam genelde bu süreyi bulmaz. Su gerçekten termal sıcaklıklardaydı. Doruk genelde mevsim, sıcaklık filan dinlemeyip her yerde yüzdüğü ve sonuç olarak bu durumlarda objektif bir örnek teşkil etmediği için ben mayo getirme fikrine "Yok daha neler!" demiştim, haliyle yüzemedim. Sonrası king ve americano masaları..
*

Amasra'da görülebilecek yerlerin sayısı çok değil. 2 güne hepsine sığdırmak mümkün. Komik isimli ağlayan ağaç ve tavşan adası, üzerinde yürüyüş yapıp şanslıysanız yunusları görebileceğiniz bir mendirek, tahtacılar çarşısı ve bir de nedense tatil ve bayramlarda yani en çok insanın gezebileceği zamanlarda kapalı olan bir müzesi var. Mendirek üzerinde harika grafittiler vardı. Ben orko'yu tekrar gördüğüme çok sevindim ve yunus gördüm!
*

Mendirek boyunca dalgaları kırsın diye yığılmış garip formlu beton objeler var! Modern sanat müzesi gezermiş gibi :) Biz yürürken oldukça dalgalıydı. Dikkat etmek gerekiyor, sular altında kalmak mümkün.

Müzeye girme teşebbüsümüz bahçede dolaşan görevli amcanın "Kapalıııı" diye bizi korkutmasıyla son buldu. Bu sefer tahtacılar çarşısında "asla kullanmayacağım tahta şeyler satın alma" konusunda kendimle pek müzadele etmeme gerek kalmadı. Hiçbir şey almadan geri döndüm :) Genelde eve gelince nereye koyacağımı bilemediğim çirkin şeyler getiriyordum yanımda. Bir Amasra magneti, bir defada alınan tahta kaşık seti ise bir süre yeterli oluyor. Üniversitede geldiğimizde hepimiz oynarken ses çıkarmaya yarayan kaşıklardan alıp, bir de üstüne o kaşıkları kullanmayı öğrenmiş, bol bol gürültü yapmıştık. Bu sefer yapmadık :)
*

Her şeyi bir yazıya sığdıracağımı düşünmüştüm ama daha yemek konusuna giremedim bile. Ki Hayalperest isimli barda iki gece boyunca ennnn alakasız Türkçe şarkılara şevkle eşlik edişimizi -Gizem'in o sırada sanki ailesiyle fazla uzamış bir yemekteki çocuk gibi masanın üstünde uyuyuşunu- ve Amasra'nın büyük sanatkarı Volki'nin program yaptığı bara giremeyişimizi anlatmak istiyorum. O zaman "Amasra böyle bir yerdi 2" az sonra devam etsin! :)

25 Eylül 2009

bir harddisk hikayesi.

Birbirine bağlı olaylar dizisi sonunda kendisi ayağımın dibinde bitiverdi.
*
Ankara'nın birdenbire soğuması konusunu burada yaşamamış birine anlatmak zordur. Bıçak gibi kesilir sıcak hava. Bir gün t-shirt giyereken öbür gün en kalın kazağınızı giyersiniz. Eylül bize bunu hep yapıyor. Şu anda da ne giyeceğinize karar vermek çok zor. Açık burunlu ayakkabılar ve babetler yetmemeye başladı ama çizme için çok erken. Böyle karışık durumlar.
*
Bir de eğer benim gibi sıcaklığını kendiniz ayarlamanız gereken bir evde yaşıyorsanız, havaların soğuması bir problemi daha beraberinde getirir. Bu salak kombiler senenin ilk kalorifer yakılması gereken gününde asla yanmaz, mutlaka bir problem çıkarır. Evet 10 küsür senedir aynı evde oturup da hala kombiyi nasıl çalıştıracağını bilmemek de ayrı bir salaklık kabul ediyorum ama bir kere de çalışıver yahu. Neyse ben evde tirildeyerek 4 aydır yazlıkta bulunan annemi arayıp bu aletin nasıl çalışacağını sordum, annem de tabii ki bana aslında olmayan vanaları çevirmemi söyledi. Tek bir vana olduğunu iddia ettiği yerlerde 15 vana birden vardı, kırmızı vanayı çevir dediği yerdeki vana sarıydı, yeterince açıklama yapabildim mi bilmiyorum ama ben kombiyi yakamadım sonuç olarak. Cep telefonuyla vana fotoğrafı gönderen ilk insan olarak tarihe geçmem de, babamın bana yardım etmesi için mahalle bakkalından birilerini eve göndermesi de aynı saatlere denk geliyor. Mert ertesi gün kombiyi yakmayı başardı ama elbette kombi söndü. Şimdi yanmıyor. Bizde kombinin devreye girmesiyle beraber sıcak su problemi de baş gösteriyor. Dün akşam sıcak su da yoktu mesela. Kalorifer yok, sıcak su yok, Allahtan elektriğimiz var, değil mi? Değil.
*
Ben evde tek başına kalamayan biriyim. Evet 27 yaşındayım ama kalamıyorum. Konu benim tırsıklığımdan daha çok evimizle ilgili bir konu. Her tarafa hakim olmak için fazla büyük. Bir ses geldiğinde nereden geldiğini anlamak mümkün değil. Her taraf yerlere kadar cam zaten. Girmek isteyen biri girer yani. Alarm var, kapıyı 3 kere kitliyoruz, karşımızda da jandarma var ama bana yine de güven vermiyor. 1 sene boyunca, hem de başka ülkede yaşadım, vallahi oradaki evimde bir kere bile gelmemişti aklıma korkmak ama burada öyle olamıyorum. Neyse, dün gece Mert gayet uygunsuz bir saatte eve gelmeyeceğini söyledi. Benim başımın çaresine bakmam için çok geç bir saatti. Yoksa biz komün hayatına çok alışığız. Devamlı Nevra bende, biz Gizem'de, ben Nevra'da, Ayşegül bizde gibi bir hayatımız var. Nüfusumuzu birbirimize aldırsak ailelerimiz bir şey farketmeyebilir. Ama saat 11 olmuştu ve Ayşe evde tek başına yatmak zorundaydı. Daha önce bunu sadece bir kere yapmıştım, ama bir kere bile yaptıysam yapabilirim değil mi? Zaten içtiğim 2 kadeh şarap da rahat uyumamı sağlayacak. Sakin sakin kapıyı kilitledim, alarmı kurdum, evde nedense gece olunca bilimum boruydu, lavaboydu, buzdolabıydı gibi şeylerden gelen seslerin rutin sesler olduğunu kendime hatırlatarak yatağa girdim. Ben yattım 15 dakika sonra hop elektrikler kesildi! Dışarıda ne bir yağmur, ne bir rüzgar, durup dururken. Benim bu durumlarda tavan yapan hayal gücüm sayesinde elbette hırsızlar bizim evin elektriğini kestiler, ben odamın penceresinden jandarmaya imdat diye bağırdım, kötü kalpli hırsızların arabamı çalmalarına davetiye çıkarır gibi anahtarı girişte bıraktığım için kendime kızdım, en iyi uyuyor numarasını nasıl yaparım diye düşündüm ve sonunda saat 1buçuk civarı Mert'i aradım ve Meeeert eve geeeel. dedim. Çocukcağız da çıktı geldi. Ben de mışıl mışıl uyudum. Sabah kalkınca da eskiden güzelim halıyla kaplıyken şimdi nedense parke olan odamda ayağımı yere basar bazmaz dondum kaldım. Biraz hareket edince geçer sandım ama geçmedi. Böyle nasıl üşüyorum, neredeyse uyuştu parmaklarım. Benim bir küçük ısıtıcı fanım var. Yazın elise dolabımın altında durur. Normalde ben onu oradan çıkarmaya üşenirim. Ama zaten kötü bir gece geçirdim, bari güne güzel, sıcak başlayayayım diye bu sene de milli oluyorsun sevgili fan diyerek sabah haşinliğimle onu yerinden hızlıca kaldırmamla birlikte harddiskimle göz göze geldik. Meğer onu fanın altına saklamışım. Hayır, hiç hatırlamıyorum oraya koyduğumu hatta bana sorarsanız ben koymadım ama galiba bu kadar tuhaf bir yeri sadece ben düşünmüş olabilirim.
*
Ankara'da havalar jet gibi soğuyup da bizi kombiye mecbur etmeseydi, gece elektrik kesilip de ben uykusuz kalmasaydım muhtemelen harddisk daha uzun süre aranacaktı.
*
Neyse yani harddiskimi çalışma masamın en görünür yerine yerleştirdim şimdi. Ona gözüm gibi bakacağım, uğruna adadığım adak olan flickr hesabını da açacağım. Artık salak olmayacak, eşyalarımı nereye sakladığımı da not alacağım.

23 Eylül 2009

adak

Söz veriyorum, eğer harddiskimi bulursam, flickr'da doğru düzgün güncellediğim bir hesap açıp, yıllardır biriktirdiğim en güzel fotoğrafları kategori kategori ayırıp koyacağım. Ayrıca bir back-up daha alacağım. Nütfen nütfen.

22 Eylül 2009

amasra

Blogger'daki sorunu anlayamadım, picasa kullanmak durumunda kaldım. Sorunun sebebini bilen var mı? Stop.

Amasra tatili çok eğlenceli geçti. Stop.

Picasa kullanarak yazmak hiç eğlenceli değil o yüzden şimdilik bu kadar. Stop.

Denize giren kızcağız görünüyor mu? Stop.

Posted by Picasa

18 Eylül 2009

tatilissimo

Biz yarın sabah Amasra'ya gidiyoruz. İki gece kalıp geliyoruz.

Sağanak yağış gösteriyor ama olsun.

Rakı-balık, kağıt-okey, yağmurluk-mayo gibi ikililerimiz var.

9 kişi iki okey masasına sığmazsa bir masada americano oynanır yani ne olacak!

Herkesin bayram-tatili kutlu olsun!

Bir sonraki bayram-tatil 26 Kasım. 29 Ekim sayılmaz çünkü 1.5 gün.

17 Eylül 2009

minik ayşe

Bu fotoğrafı çok seviyorum. Birkaç post önce Çandarlı'daki evin bahçesi vardı, işte bu aynı bahçe. Yıl 85 olmalı.

Elbette dizim yaralı :)

15 Eylül 2009

you know the drill

Geçen hafta dişimi çektirdim. Daha önce belirttiğim gibi, anlamsız şekilde hala iki tane süt dişine ev sahipliği yapmaktaydım. Şu an bir tanesine yapıyorum. Ağzımda takriben 7 sene bulunması için dizayn edilmiş diş 27 sene durunca elbette sonunda isyan ederek iltihaplandı ve tüm inadıma ve (evet noolmuş) "kendi kendine geçer" inancıma karşın bir süre sonra çekilmesi farz oldu. Günlerce antibiyotik kullandıktan sonra iltihaplanma sona erince dişim çekildi. İnsanoğlu görüntülü konuşuyor, uzaya uydular gönderiyor, dikişler lazerle atılıyor ammavelakin diş hala önce tornavida ile kanırtılıyor, ardından da dev bir kerpetenle çeneden sökülerek çekiliyor. Aslında o iğneleri yediğiniz için bir şey hissetmeseniz de ağzınıza giren bu buzdolabı tamir etmeye yarayan aletler yüzünden kendinizi Hostelvari bir film içinde hissediyorsunuz. Sonrası ise sonsuz bir boşluk hissi. Sanki 5 yıllık sevgiliniz hayatınızdan çıkmış :) Ama inanılmaz bir hızla iyileşiyor çekilen dişin ardından kalan diş eti. -Fotoğraf isteyen? :)- Her sabah kalkınca gelişmeyi gözünüzle görünüyorsunuz; ilkokulda pamuk arasında fasulye büyütmek kadar gözlemlenebilir bir gelişme. Orası tamamen iyileşene kadar yerine implant yapılmayacak. Bu da en az bir ay daha dişsizim demek oluyor. Görünen bir yer değil ama kahkaha atarken kendimi kaybetmesem daha iyi olur :) Bir dişçi seferini daha bayılmadan atlatmış bulunuyorum. Darısı sırasını bekleyen diğer süt dişi ve 3 adet yirmiliğin başına. Geç olsun, güç olmasın diyebiliyor muyuz bu durumda? :)))

13 Eylül 2009

onlar halka değil fil

Öncelikle şunu söylemek istiyorum ki bu boya-badana işlerinden nefret ediyorum. Yapılırken çok mesele değil ama sonrasında aylarca kendimi toparlayamıyorum. Kolilerin üzerine içlerinde ne olduğunu yazmama rağmen mutlaka bir şeyler ortadan kayboluyor. Ve bu sefer en korktuğum şey başıma geldi. Şu an external harddiskimi bulamıyorum. İçinde binnnnlerce fotoğraf ve dosya vardı. Evi köşe bucak arıyorum ama yok. Çok akıllı olduğum için muhtemelen "Ben bunu öyle bir yere koyayım ki, boya-badana ve sistre sırasında hiç zarar görmesin" diyerek kendi sonumu hazırladım. Neden şu çaldırma aparatı hala bulunmadı? Üzerine yapıştırcağız bir sticker, bulamadığında çaldır ötsün. Al Ayşegül sana girişimcilik projesi. Offf. Lütfen ortaya çık. Ühühü.



Bu haftasonunun filmleri hep tavsiye edilebilir filmlerdi:

1. District 9 - Gördüğüm en enteresan bilim kurgu filmiydi. Filmlerde uzaylı istilası, meteor çarpması, kıyamet günü gibi küresel krize yol açan olaylar biliyorsunuz ki mutlaka New York'ta cereyan eder ve her seferinde yüce Amerikan ulusu bizi kurtarır. Bu filmde olaylar Güney Afrika'da geçiyor. Uzaylılar da öcü değil. Yakıtları bitmiş, uzay gemileri burada kalıvermiş. Filmin oldukça enteresan bir de web sitesi var. Siteye girerken insan ya da uzaylı olduğunuzu belirtmeniz gerekiyor :) Bilim kurgudan hoşlanmıyorsanız bile son saniyeye kadar ağzınız açık seyredeceksiniz bence. Bana öyle oldu.

2. Adventureland - Fazla beklentiyle başlamamıştık ama mükemmel anlatılmış bir öyküyle karşılaştık. Yaz tatilini bir lunapark'ta çalışarak geçiren bir grup gencin günlük maceraları. Harika espriler var. Biraz biraz Juno sanki. Kristen Steward'ı vampir ortamından farklı bir yerde görme şansınız da oluyor ayrıca.

3. Inglorious Basterds - Henüz gidebildim. Her yerde bunun hakkında bir şeyler var. Benim de konuşmama gerek yok sanırım. Çok sevdiğimi söyleyeyim sadece.



Bir de başka şeyler var.


Bir de muffin yaptım.
Peynirli dereotlu.
Hayatımda pişirdiğim en kolay şeydi.
Makarna yapmaktan bile kolay.
Toplam yarım saat sürüyor.
Genelde bu tip şeyler yaparken kabarsın diye fırın başında dua ederim.
Bunda tamam artık yeter kabarma dedim.
Tarifi internetten buldum ama şimdi nereden bulduğumu hatırlayamadım.
Peynirli muffin yazdığınızda çıkan en kolay tarif olabilir.
Şimdi ben bu muffinin içi biraz daha ıslak olsun istiyorum.
Benimki baya ufalanıyordu.
Süt yerine kefir koysam işe yarar mı?
Şu an evde kefir var ve bizde kimse onu içmez. O bozulmadan bana bu konuda fikir verebilecek kimse var mı? Süt yerine kefir koymak muffinlerin daha ıslak olmasını sağlar mı?

*
*

Ben çekirdeksiz karpuz gördüm. Photoshop gibi görünüyor değil mi?


















Filler kalbimizden uzak olsun.
Bayram'da Amasra'ya yağmur yağmasın.
Ayşe harddiskini bulsun.

11 Eylül 2009

Cunda

Evet evet yaz bitti biliyorum ama benim söyleyeceklerim bitmedi :) Belki de bitsin istemiyorum. Bu yüzden araya alakasız postlar yazıp yazıp yazla ilgili şeyler bitmesin diye uğraşıyorum. Galiba gitsem Ekvador'da yaşasam, sürekli tropik iklim, deniz, güneş filan, gık demem. Nerde yağmur, nerde kar, nerde benim atkım berem demem. Güneş görmeyince olmuyor. Ve Ankara'ya Eylül geliyor. Ankara (hepimizin bildiği gibi karasal iklim kuşağının tipik bir örneğidir.) Kışlar soğuk ve yağışlı geçer. Kitaplar ne kadar gri olduğundan ise hiç bahsetmez. Bitki örtüsü steptir, her yer buğday başak rengidir. Gerçi son senelerde baya yeşillendi her yer. Neyse ama burası bozkır ve sert kışlar var. Ve bu hiç hoşlanmadığım bir şey.
Bu sene bayram tatilinin Eylül ortasına gelmesi de bence hiç fena olmadı. Çok uzun bir tatil olmasa da, daha yaz havasından çıkmadan bir başka tatili planlamak güzel. Yakıt, motivasyon vs.

Çandarlı'nın (ilkokul kitaplarında söylendiği şekilde) coğrafik ve jeopolitik bakımdan harika bir yerde bulunmasının nimetlerinden faydalanmamak çok ayıp olur. Aslında muhtemelen civarda Çeşme ve Cunda dışında başka güzel yerler de var ama herhalde biz sıkılana kadar sıralarını bekleyecekler. Çeşme ve Cunda'dan ne zaman sıkılırım, ömrüm sıkılmaya yeter mi bilmiyorum. Assos'taki "Neee hepsi bu muymuş!" macerasından sonra sanırım biraz durulduk! :)

Aslında enteresan bir yer var. Muhtemelen daha önce bahsetmişimdir ama bir gün öyle otururken Çandarlı'nın dibindeki şu ada ve oradaki harikulade oteli keşfettim. Biz taka taka taka ses çıkaran çoook ilkel teknelere (=sal) 15 çocuk doluşup tekne turuna çıktığımız zamanlarda, bu adayı görür ve "Vayyy adam ne zengin, oha ne yapmış adayıııı!" diye konuşurduk. Elbette ki kimsenin aklına içinde 2 yıldızın üstünde otel bulunmayan Çandarlı civarındaki bir adaya bir şato inşa edeceği gelmezdi. İşte orası burası. Sanırım burası benim hayat boyu gitmeyeceğim bir otel :) Orda bizim gazinoda amcalar teyzeler okey, konken vs oynarken, ben bu adaya (sitedeki hizmetlerim kısmını okursanız eğer görürsünüz) helikopterle gittiğimi düşünemiyorum. Sabah da yüze yüze eve gelip annemin kahvaltısından yaparım. Hahaha, neyse hayaller diyarında yaşamaya devam.

Konuya giremeden bir torba laf ettikten sonra artık bir zahmet Cunda'ya varabilmek istiyorum. Cunda hayatıma aslında Bay Nihat vasıtasıyla girdi. Hürriyet'in ilk10 listelerinde mutlaka yerini alan bu restoranı artık benden tanıyor olmalısınız (tozlu arşivler orda öyleceee bekler). Bu sene de gittik, her şey yerli yerinde duruyor. Ayvalık'a bağlı ve Ayvalık'tan Türkiye'nin ilk boğaz köprüsü olduğu rivayet edilen bir köprüyle ayrılan Cunda, bu sene daha bir şirinleşmiş, harika yerler açılmış. Müthiş bir otel yapılmış.

Cunda'nın tek dezavantajı merkezden denize girilemiyor olması. arabaya binip ya Ayvalık'a ya da Cunda'nın arka tarafında bulunan Patriça plajına gitmeniz gerek.

Çandarlı'dan 1 saatlik bir yolculuk sonunda Cunda'ya varıyoruz. Yani bu demektir ki İzmir'den 2-2 buçuk saat civarı varılabilir buraya. Restoranlarlan birine mutlaka rezervasyon yaptırmalısınız. Bence bu Bay Nihat olmalı ve akivadis (şekil 1a) yemelisiniz. Bu midye buraya has. Terbiyeli pişiriliyor. Ben yumurta yemediğim için bana her seferinde biraz ağır gelse de yine de yemekten vazgeçemiyorum. Mezel olarak da herkesin bildiği fava, ahtapot gibi şeylerin yanında Ege Bölgesi'ne has otlardan istifno yiyebilirsiniz. Göreceğiniz gibi ben kabak çiçeği bulduğum yerde asla kaçırmıyorum. Bunlar benim Alaçatı'da bulduklarımın üçte biri boyuttalar, dolduranları tebrik ediyorum. Yemesi takriben 3 saniye süren bu mini minnacık narin kabak çiçeklerini dolduranlar yiyenleri seyrederse muhtemelen küfrederler. Ben bir kere yaprak sarmıştım da evdekiler 15 dakikada bitirince çok bozulmuştum. O kadar emek veriliyor, biraz daha özen göstererek yemek lazım. Sevgili bunları dolduran teyze, ben emek verdiğiniz farkında olduğum için her lokmasının tadına vardım, elinize sağlık!


İstipno


Girit ezme (bu peynir ezmesi gerçekten harika)


Ahtapot salatası


Roka domates salatası üzerine koskoca bir dilim kaşar loru.




Cunda aslında mini minnacık. Muhtemelen 2-3 gün sonra her yere gitmiş olursunuz. Aslında Assos'a gittiyseniz ve sıkılmadıysanız burada haftalarca kalabilirsiniz :) Bence 1 gece mutlaka kalınmalı. Sokaklarda doya doya gezmeniz, aralara saklanmış (yukarıda fotoğrafı olan eskici gibi) minik hazineleri bulmanız gerek. Evet bizim sadece yemek için 1 saat gidip geldiğimiz oldu ama siz öyle yapmayın :)

Daha önceki Cunda ve Cunda'da yemek konulu yazılar için:
1
2
3
4
5

(E biraz yazmışım burası hakkında!)






Ve bu çok esprili balıkçıyı da görmeden dönmemelisiniz elbette!












10 Eylül 2009

:)



Bestekar Sokak, Ankara.

Eylül, 2009.


:)


9 Eylül 2009

MAG!!!

Eylül MAG'da bir yazım yayınlandı!!

Bir aksilik olmazsa bundan sonra MAG'da yazmaya devam edeceğim.

Okumaktan keyif aldığım bir işin parçası olmak tarif edilemez bir şey.

Kağıt üzerine basılmış halde kendi yazdıklarımı okumak, burada senelerdir hiç bıkmadan sadece keyfim için yaptığım şeyin somut bir hale dönüşmesi uzun süredir hayalini kurduğum bir şeydi.

Dergi online olarak okunabiliyor ama ben bir an önce derginin kendisini elime almak istiyorum..

Eylül bana uğurlu geldi :)

Bakalım beni bulabilecek misiniz?

MAG

8 Eylül 2009

Bitmeyen aşk.




Allahım sen aklıma mukayyet ol.


Amin.












6 Eylül 2009

orda bir ev var uzakta..



Çandarlı'ya varış kahvaltısı.

Hemen gazinodan kaşarlı pide.

Hemen ev yapımı beyaz peynir, kaşar loru ve elbette yeni toplanmış tarla domatesi üzerine bahçeden fesleğen!

Utanmasam evin bahçesindeki çam ağacına sarılacağım!


Türk kahvesi + Salem.

Fal.

Gelene geçene "Merabaaa, hoşbulduuuuk! Evet 2 hafta kadar. -Ay sen ne zaman böyle oldun, daha yeni şu kadarcıktın karşılığı olarak - Hihihihi. Görüşürüüz" demek.
*
*
*








This is boyoz.

Sadece İzmir'de bulunur.

Milföy donut gibi bir şey.

Kahvaltı için mükemmel üstü 2.

*
*
*

*
*




*

Anne-baba yatak odası.
Odam kireçtir benim.

Minimal kütüpane.

Düşerse kafan kırılır.

Annem günün 6 saati sudoku çözüyor.

Şeytani diye bir seviye.

Ben zorları baya zor yapıyorum.

Kolayları hemen yapıyorum :)





Aaa o fesleğenler oradan nasıl çıkmış?
Annem karoların arasına fesleğen dikmiş!

Yeşil ne güzel.

Demiştim ben.

Ege'ye geldiğinizi yeşilin tonundan anlıyorsunuz.

Yoğun koyu canlı bir yeşil.





Denizden gelince havluları arka bahçedeki ipe asmalıyız.

Ve kesinlikle üzerlerine mandal takmalıyız.

Çünkü Çandarlı akşamları çoook rüzgarlı olur.

*
*
*
*
*






Ayna ayna söyle bana:

Nasıl oluyor da pırasa saçlarım dalga dalga oluveriyor burada?

Tırnaklarım ve saçlarımın hızına yetişmek mümkün değil.

Bi ton para ile bakım yaptıracağınıza saçlarınız uzasın diye, 2 hafta burada kalın, sonuca ağzınız açık kalsın!














Bahçe değil amazon.

Huzurlarınızda nar ağacı.

Karşısı deniz.

Üzerini sarmaşık sarmış olan palmiyeyle aynı boydayken resmimiz var.

Galiba o benden biraz daha fazla boy atmış.

3 metre filan oldu.










Nanelerin arasında bir salyangoz.

Napıyorsun salyangoz?

Hayat boyu Çandarlı'da mı yaşadın?

*

*





2 Eylül 2009

Das Experimant - Kalın bantlı ayakkabı ve Aşk-ı Memnu

Benim bir huyum var. Bir şey çok moda olursa ben ondan hemen soğuyorum. Zaten herkesin aynı tip şeyler giydiğini görmek beni çok güldürüyor. Böyle olunca etrafımdaki tipleri koyuna benzetiyorum. 3 kişi çıkıyor tayt giyeceksiniz diyor, herkes giyiyor. Yine aynı adamlar çıkıyor yüksek belli giyeceksiniz diyor, yine herkes giyiyor. (Herkes bu yollardan geçiyor. Ben liseye giderken Harley Davidson botlar modaydı mesela, ben de bayılarak giyiyordum. Ben kim, Harley Davidson kim? Neyse tabii ki bu 15 yaşındaykendi. Benim sonradan olması gerektiği şekilde giyim zevkim şekillendi ama bazı tipler bu konuda oyun hamuru gibi. 40 yaşında bile!) Her yeni çıkn şeye karşı çıkın demiyorum ama biraz da bir çizgi olur. Abuk şeye de abuk demeyi bilmek gerekir. Her sunulan şeyi de baş tacı etmemek gerek!
*
Tabi bazen çok komik durumlar oluyor. Bu yaz herkesin ayağında o çok kaba, kalın kalın bantlı ayakkabıları görünce dedim ki işte bu deneyin son adımı! Modacılar dedi ki bakalım bunu da giyecekler mi? Zaten Türk kadının büyük kısmı odun gibi, tamamen zerafetten uzak bacaklara sahip. Bir de o bacakların altına bilekten bağlı kaba ayakkabıları giyince durum skeç gibi oluyor. Ya, aynaya hiç mi bakmıyorsunuz? Neyse elbette ki ben o ayakkabılara elimi bile sürmedim. Ayrıca, üzerine para verseler de giyeceğimi sanmıyorum, her türlü giysiyi mahvettiğini düşünüyorum. Gladyatör gibi ayakkabı giyiyorsan neden üzerine tüllü, pullu şeyler giyiyorsun, manyak mısın? :) Gladyatör tipi şeylerin moda olması ve insanların bunu uygulaması hakikaten çok ilginç. Yarın bir gün itfaiyeci modası çıkınca onu da yapabileceğini tahmin ettiğim tipler görüyorum etrafta. Bir sene Audrey Hepburn gibi, öbür sene gladyatör gibi, ne biçim insansın sen? :) Ah yavrum diyorum, bize ne çok gülecek malzeme veriyorsunuz, Allah sizi başımızdan eksik etmesin yaaaaaniiiii :))
*
Konuya girmek istemediğim bir yerden girmiş bulundum. Aslında moda olan şeyler diyerek sadece giysi ve ayakkabıyı kastetmemiştim. Dizilerden bahsedecektim. Türk toplumunun eğlence anlayışının önemli bir bölümünü oluşturan diziler (diğeri de alışveriş merkezleri) konusunda fazla tecrübem yok (diğeri hakkında var!). Hararetle seyrettiğim en son dizi fi tarihinde gösterilen Kara Melek'ti galiba. Daha sonra takip etmeye çalıştığım ama asla düzenli olarak seyredemediğim diziler oldu. Onlar da Çemberimde Gül Oya ve Hatırla Sevgili'ydi. Hatırla Sevgili'yi daha sonra DVD seti olarak bulduk, bir ara seyretmek istiyorum.
*
Neyse, bildiğiniz gibi geçen sezon (bu da ne demekse) Aşk-ı Memnu ortalığı kasıp kavurdu. Öyle ki bazı ortamlarda dizi karakterlerini tanımayınca uzaylı muamelesi görmek bile mümkündü. Ki ben Bihter Beren, Behlül Kıvanç olarak anılmaya başlamadan önce oyunu tiyatroda izlemiştim ve insanların hakkında konuştuğu şeylerin milyonda biri bile olmuyordu oyunda. "Aman niye seyrediyorsunuz, ben size sonunu söyliyim bak şimdi" şeklindeki girişler de pek hoş karşılanmıyordu. Ne olduysa bir perşembe günü oldu. Televizyonda sezon finalinden önceki bölüme denk geldim. Dizi ne heyecanlıymış ya! Evet çok aptalca. Evet Beren yaşından 15 yaş büyükmüş gibi giyiniyor. Evet Yandaki çizelgeyi gördüğümden beri de gülüyorum. Hakikaten bu kadar manyakça aşk düğümü olabilir mi? Herkes Behlül'e hasta. Ama zaten normal hayatta da herkes Behlül'e hasta o yüzden çok da şaşılacak bir durum yok, değil mi? :) Neyse ben o bölümü seyret, sonra heyecan içinde sezon finalini bekle, sonra otur yaz tatili boyunca 30 küsür bölüm seyretmiş dizi seyircisine yetiş! Oturup internetten 40'a yakın bölüm izledim. Hatta bunu söylediğim biri "Ne şanslısın, şimdi hepsini ilk defa seyrediyorsun,ne heyecanlı." bile dedi. Zamanlama çok harika. Ben anca bitirmiştim ki tüm bölümleri, Aşk-ı Memnu tekrar başlıyor. Biz de yarın Gizemlerde makarna + şarap eşliğinde Aşk-ı Memnu partisi yapıyoruz!!
Seyredenler biliyor, seyretmeyenler de seyredenlerden duydu. Dizi tam Behlül ve Bihter işi pişirirken bitti. Bir sevişme sahnesi Türkiye'yi 3 ay meşgul etti. Şimdi de onları basanın kim olduğunu öğreneceğiz. Benim anlamadığım şey sokakta insanlar biri yanındaki kıza baktı diye birbirini bıçaklayabilirken nasıl oluyor da aynı evin içinde evin oğlu ve yengesi arasındaki (Ay ama Behlül uzak akraba Adnan Bey'leeee) aşna fişne böylesine delice merakla ve heyecanla seyredilebiliyor. Namus anlayışı konusunda bir yargıya varamadım. Bölümlerin bazılarını seyrederken videoların altında "Ben Bihter'le Behlül evlensin istiyorum, hatta sonra da gerçek hayatta evlensinler." şeklinde de "Orospu Bihter, nasıl yaparsın bunu Adnan Bey'e, işte anasına bak kızını al." şeklinde de yorumlar gördüm. Evet sayın seyircilerrr! Bihter ve Behlül gerçek hayatta parayı götürürken biz anca onlar sevişirken kime yakalandılar gibi konularla meşgul olup popomuzu büyütüyoruz. Saat 20:15, 3 Eylül Perşembe, Gizemlerin evi!
*
*
*
Vee günün anlam ve önemini belirten şarkıyı söylemek üzere blogun sahibini sahneye davet ediyorumm:
*
İYİ Kİ DOĞDUN MEEEEERT.
iYİ Kİ DOĞDUN MEEEERT.
İYİ Kİ DOĞDUN MEEEERT.
MUTLU YILLAR SANAAAAAA!
*
Minik kardeşim Mertingo bugün 23 yaşını bitirdi. Daha yeni "Salak!" diyince "Kandi diyen kandi olur", anaokulu piyesinde parayı verip düdüğünü teslim alan çocuk rolünde "Hello Rasneddin!"(a.k.a Nasreddin) ve bildiğimiz abaküse "Abdullah Küs" diyordu. 23 yaşında olduğuna elbette inanmıyorum, o hep minik Mertingo!

1 Eylül 2009

Alaçatı pazarı etc.



Tatiliniz cumartesiye denk geliyorsa mutlaka sabah erken kalkıp pazara uğrayın. Bir şey almayacaksanız da dolaşın. Kabak çiçeklerini görünce bir şey almadan nasıl döneceksiniz onu ben bilemem tabi.
*
Biz sonradan içlerini 3 farklı peynir ve maydonozu karıştırıp doldurduk bu dev kabak çiçeklerinin. Sonra bir güzel fırın kabına dizip üzerine yumurta ve süt karışımı gezdirdik. Böyle bir şey olamaz. Bir seferinde de annem bu kabak çiçeklerini ufalayıp kabak çiçekli pilav yaptı. Harika oldu. Her zaman pirinç içeride olmak zorunda değil ki! Peynirli tarif de pirince alternatif arayanlar için güzel bir seçenek.

*Pazar gezmeyi neden bu kadar sevdiğimi bilmiyorum. Çocukluğumdan beri böyle bu. Deneye deneye peynir almayı, pazarcı amcaların muhabbetlerini, tek tek seçerek meyve sebze almayı çok seviyorum. Şimdi bana içinden çemkirenler oluyordur "Çünkü şu an bu işleri anan baban yapıyor. Sen sadece paşa gönlün istediğinde pazara gidip turistik gezi yapıyorsun; elbette eğlenceli gelir." diye. Evet çok doğru bir tespit, tebrik ederim! :) Mecbur olsam belki de bu kadar hoşuma gitmeyecek ve şimdi her defasında yaptığım gibi bir yandan gezip bir taraftan fotoğraf çekmek yerine bir an önce bitirip gideyim diye düşüneceğim. Ben hiç o insana dönüşmek istemiyorum. Hep turp fotoğrafı çekmek istiyorum! :)
*

Yazlık yerlerde daha mutlu, daha dingin bir insana dönüşüyorum. (Ne büyük sürpriz!) Aptal insanlara o kadar çok sinirlenmiyorum, yave yave konuşan ve tek derdi saç baş olup kafası tıngırdayan kızlara "Ben senin kadar salak olsam evden bile çıkmam!" demek istemiyorum, sadece kendim ne huzurluyum, nasıl da hayatım istediğim gibi, aslında zorluklarla savaşmak için nasıl da güçlüyüm, bunu düşünüyorum.. Ki aslında her zaman yapmam gereken de bu. Belki şehirde de böylece kendimi dinlesem daha mutlu bir insan olurum. Belki Ankara'da da her cumartesi Çayyolu pazarına giderim.. Belki börülce yoktur ama illa ki bir şeyler vardır.
*
*
*
3 senedir gelenekselleşmiş Eylül başlangıcı durumu olarak yine karışıklıklar var. Bu yüzden yazın bittiğine üzülmek pek aklıma gelmiyor. Kışın Peppermill'de çay içmek asla eskisi gibi olmayacak diye üzülüyorum diyelim Şu an bir sis bulutu ardından bakıyor olabilirim. Önümü göremiyor olabilirim. Ama ben her şeyin iyi olacağını biliyorum. Neden mi? Çünkü hep öyle oldu.















30 Ağustos 2009

Turistik Ankara!

Bu haftasonu Tayvanlı bir arkadaşım Ankara'ya geldi. İtalya'da MBA yaptığımız sırada iyi arkadaş olduk; ondan sonra da bir daha kopmadık. Geldiğini öğrendiğimden beri ene yapsam, nereye götürsem diye düşündüm. Ankara'ya gelenleri gezdirmek çok zordur. Çünkü uzun lafın kısası turistik hiçbir şey yoktur! Anıtkabir, Kale, Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve belki de şehrin yukarıdan görmek için Atakule! Gerçekten seçenekler listesini daha fazla uzatmak pek de mümkün değil. Mark'ın geldiği haftasonu (Bu da ayrı bir hikaye. MBA'de ismini söylemekte zorlandığımız tüm Uzakdoğululara taktığımız isimler vardı. Ne kadar Uzakdoğulu varsa Mark, Charles gibi isimlerle çağırıyorduk. İşin garibi kendileri de buna itirz etmiyor, hatta istedikleri isimleri seçiyorlardı!) 30 Ağustos'a denk gelince her şey iyice tuhaflaştı.
*
Vardığı akşam Tike'de kebap. Kebap hakkındaki Döner Kebap ile sınırlı fikri altüst etmece. İçli köfte, fındık lahmacun, karışık kebap. Bugün Kale'nin çok kalabalık olduğu haberini alıp Anıtkabir denemesi. Hem de anlamlı bir günde, benim için de güzel bir fırsat oldu. Fotoğraftan göreceğiniz gibi biz vardığımızda saat 4:30 civarıydı ve Anıtkabir herhangi bir gününü yaşıyordu. Sabahtan beri böyle olup olmadığını merak ettim. Gerçi müze ağzına kadar doluydu ama yine de ben bu meydanı belki de hiç bu kadar boş görmemiştim. Belki de kapanacağı saate oldukça yaklaştığından böyledir. Daha sonra Atakule'ye gittik. Atakule'nin tepesine akıl almaz bir şey yapmışlar. Müzik kutusu koymuşlar! Yani siz şöyle yukarıdan şehri seyrederken sevgili halkımızın nadide seçimlerini de dinlemek zorunda kalıyorsunuz. Bangır bangır Sertaç Ortaç eşliğinde pek de zevkli olmadığını söylemem gerek.
*
Biz birbirimiz çok özlemişiz. Konuş konuş bitiremedik. 2 harika kutu Tayvan çayım var. Yine de ona doğru düzgün bir turistik gezi yaptıramadığım için üzüldüm. Bir ziyaretçiniz varsa Ankara'da işiniz çok zor.

28 Ağustos 2009

daha neler neler


Aslında burada olması gereken, bu satırları yazması gereken kişi, yani bu şahane bloğun sahibesi bugünlük izinde..

Sizleri yandaki bu güzel fotolarla başbaşa bırakıp, bu saatlerde uykuya dalmaya hazırlanıyor..

Geleceği için zor kararlar verme aşamasında olan benim için, onların her zaman yanımda olduğunu bilmek her zamanki gibi gece uykuya huzurla dalmamı sağlıyor... İyi ki varsınız...

Gizem

*
*
*
*
*
*




*
*
*



*
*
*
*
*

**
**
*
*
*
*
*
*
**
*
*

*


*
*
*
*
*
*
*

***
*
**

*
*
*
*
*
*
















26 Ağustos 2009

Geldim ama geldim mi bir sor


Ben eskiden tatillerde hep önümdeki sene için plan programlar yapar, kararlar alırdım.
*
Yemek kursuna kesin gideceğim, spora çok düzenli gideceğim, saçlarımı şöyle yapsam nasıl olur acaba.
*
Bu sene tatilde hiiiiçbir şey düşünmeyip, kendimi tamamen koyvermiş olmam önümüzdeki günlerin belirsizliğinden dolayı plan yapmaktan korkmamdan mı, yoksa artık değişimle ilgili heyecanımı yitirmemden mi kaynaklı bilmiyorum.
*
Ama ben bol bol kitap okudum, gerçekten dinlendim, çok güzel yemekler yedim her zamanki gibi. Annemle başbaşa oturup sohbet ettim, hayatımın en eğlenceli partisine gittim, belki hiç yüzmediğim kadar yüzdüm son ana kadar alıp alamayacağımı bilmediğim iznimi sömürürcesine.
*
Ve dediğim gibi hiçbir şey düşünmedim.
*
Düşünerek olacakları değiştiremeyeceğimi kavrayacak olgunluğa erişmiş olabilir miyim? Ya da "Her işte bir hayır vardır" insanı mı oldum?
























16 Ağustos 2009

granada



Bugün ayın kaçı, günlerden hangi gün; bilmemek ne güzel.
*
*
*
*
Çeşme.